EN HAYÂTÎ UZVUMUZ

Sami GÖKSÜN

Yüce Rabbimiz’in bir şâhit, bir müjdeci ve bir korkutucu olarak gönderdiği Sevgili Peygamberimiz bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurdu:

“Dikkat ediniz! Cesedin içinde bir et parçası vardır ki, o iyi olursa bütün ceset iyi olur. O bozuk olursa bütün ceset bozuk olur. Dikkat ediniz! İşte o et parçası, kalptir.”

Görülüyor ki yüce dînimiz İslâm, kalbe büyük ehemmiyet vermekte ve ona dikkat etmeyi her müslümana emretmektedir.

O hâlde her müslüman, kalbine sahip çıkmalıdır. Kalbini; her türlü şirk, küfür ve günahlardan muhafaza etmelidir. Zira kalp temizliği, her müslümanın üzerine farzdır. Îmânın ve güzel amellerin hareket merkezi olması gereken kalbi; günah ve küfrün merkezi hâline getirmeye kimsenin hakkı yoktur. Kalbinde îmânı olmayan bir insandan hayır beklemek mümkün değildir. Kalbindeki îmânı kaybeden, her şeyini kaybetmiş demektir. Îman ve vatan şairimiz Mehmed Âkif ERSOY, bu hususu ne güzel ifade etmiştir.

Îmandır o cevher ki, İlâhî, ne büyüktür.
Îmansız olan paslı yürek sînede yüktür.

Kalplerimizi iyi bir tahlil ettiğimizde karşımıza çeşitli şekillerde kalpler çıkmaktadır. Bunlardan birincisi;

Îmanla nurlanmış kalpler. Bu kalpler, Allâh’a ve Rasûlü’ne bağlı, Kur’ân-ı Kerîm’e âşık ve topyekûn İslâm şerîatına gönlünü vermiş, huzurlu ve bahtiyar kalplerdir.

İkincisi;

Şirk ve küfürle kapkara kesilmiş kalplerdir. Bunlar; yaratılış hikmetini kavrayamayan, dünyevî zevklerin ötesinde hiçbir şey hissetmek istemeyen, kararmış, zavallı kalplerdir.

Üçüncüsü;

Günahların lekeleriyle paslanmış kalplerdir. Bunlar da îman esaslarını kabul eder göründükleri hâlde; namaz, oruç ve zekât gibi ibâdetlerle bağlarını koparan, sözleri ve davranışları farklılık arz eden, içki, kumar, fâiz, yalan ve hile gibi kötülüklere dalan sefih kalplerdir.

Bu kısım kalplerin içinden;

Yüce Rabbimiz’in istediği, müjdelediği kalpler, îmanla nurlanan, güzel ibâdetlerle tezyîn olmuş ve her çeşit günahlardan arınmış kalplerdir.

Bu sebeple müslüman, her zaman ve her yerde kalbini karartacak davranışlardan ve kötü hâllerden uzak olmalıdır. Aksi hâlde kul, kendisini büyük bir tehlikeye atmış olur. Bu tehlikeyi Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hadîs-i şeriflerinde şöyle haber vermektedir:

“Mü’min, bir günah işlediği zaman kalbine siyah bir leke vurulur. Eğer bundan tövbe eder, vazgeçerse kalbi yeniden cilâlanır ve parlar. Tövbe etmez de isyana ve günaha devam ederse, bu siyah lekeler kalbi kaplayıncaya kadar çoğalır.” (İbn-i Mâce, Zühd, 29)

Diğer bir hadîs-i şeriflerinde ise Efendimiz;

“Allah Teâlâ sizin sûretlerinize ve mallarınıza bakmaz! Fakat sizin (ihlâs ve takvâ bakımından) kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim, Birr, 34)

Şu husus kesinlikle bilinmelidir ki;

İnsan için dünya ve âhirette en korkunç perişanlık, kalplerde îmânın olmamasıdır. Kalbinde îmân olmayan bir insandan; ahlâk, fazîlet ve insanlık beklemek mümkün değildir. Kalpler, yüce Rabbimiz’e bağlanmadığı sürece, insanlığın huzura ermesi zordur. İslâm’dan ve îmandan habersiz, Kur’ân’dan nasipsiz, Rasûlullah’tan uzak, sâlih amellerden mahrum kalpler, kendileri için de insanlık için de sadece bir belâdır.

Hakk’ı ve hakikati göremeyen, kalplerini gaflet ve vesvese kaplamış, îman ve ibâdet nûruyla kalbini aydınlatamamış zavallıların, varlıklar arasındaki durumu, hayvanlardan daha aşağıdır ve varacakları yer de cehennemdir.

Bu hususta yüce Allâh’ımız şerefli kitâbımız Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurur:

“Yemin olsun ki; cinlerden ve insanlardan birçoğunu, cehennem için yarattık. Onların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar, gözleri vardır ama onlarla görmezler, kulakları vardır ama onlarla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir, hattâ daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” (el-A‘râf, 179)

Yüce dînimiz İslâm ile şereflenen her müslüman; bütün hayatına îman gözü, kalp gözü ile bakacak ve İslâm’a ters düşen her şeyden uzak kalacaktır. Aksi hâlde nefsin ve şeytanın oyuncağı olmaktan kendisini kurtaramaz. Böyle bir kimse; şehvetini ve midesini tatmin etmekten başka bir şey düşünmez olur.

Bunun içindir ki Kur’ân-ı Kerim’de yüce Rabbimiz, biz müslümanlara şöyle hitap ediyor:

“Îmân edenlerin, Allâh’ı anmak ve vahyedilen gerçeği düşünmekten dolayı kalplerinin heyecanla ürperme zamanı gelmedi mi?

Onlar daha önce kendilerine kitap verilmiş ve üzerlerinden uzun zaman geçip kalpleri katılaşmış kimseler gibi olmasınlar. Onlardan birçoğu yoldan çıkmışlardır.” (el-Hadîd, 16)

O hâlde kalplerimize dikkat etmeliyiz. Onları nefis ve şeytana değil Allâh’a teslim etmeliyiz. Hayatımıza el atan, hareketlerimize yön veren kalplerimize Allâh’ın zikrini ve fikrini yerleştirmeliyiz. Onları îman, Kur’ân ve zikirle nurlandırmalıyız. Güzel ibâdetlerle kalp duvarlarımızı sağlam örmeliyiz.

Böyle bir kalbin sahibi Allah Teâlâ’nın şu âyet-i kerîmelerini hiçbir zaman kalplerinden çıkarmaz:

“Bilesiniz ki, kalpler / gönüller ancak Allâh’ı zikrederek itmi’nâna / huzura kavuşur.” (er-Ra‘d, 28)

“O gün ne mal ne evlât fayda verir. Ancak Allâh’a hâlis ve temiz bir kalple varanlar müstesnâ.” (eş-Şuarâ, 88-89)

“Yüce Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalplerimizi saptırma. Bize tarafından bir rahmet bağışla. Şüphesiz ki Sen çok bağışlayansın.” (Âl-i İmrân, 8)

“Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki; bu sûretle düşünecek kalplere, işitecek kulaklara sahip olsunlar. Fakat hakikat şudur ki, yalnız gözler kör olmaz. Lâkin göğüslerdeki kalpler de kör olur.” (el-Hacc, 46)

Yazımızı şu güzel beyit ile bitirelim:

Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler,
«Yevme lâ yenfeu»da kalb-i selîm isterler. (Bağdatlı Rûhî)

Rabbim, bizlere hiçbir şeyin geçerli olmadığı o günde selîm bir kalp ihsân eylesin.

Âmîn…