ALLÂH’IN RAHMETİ

Ali AĞIR aliagir70@gmail.com

Allah Teâlâ buyurur:

“O; (insanlar) umutlarını kestikten sonra, yağmuru indiren, rahmetini her tarafa yayandır. O; hakikî dosttur, övülmeye lâyık olandır.” (eş-Şûrâ, 28)

Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde Allah -celle celâlühû-’nun rahmetinden bahsedilir. (bkz. el-Bakara, 64; Âl-i İmrân, 157; el-En‘âm, 12…)

«Rahmet» kelimesi; «ihsan, bağışlama, acıyıp esirgeme, Allâh’ın kullarını sevmesi, onlara lütufta bulunması, onlara şefkat ve merhametle muamele etmesi» gibi mânâlar taşır.

Kâinat nizamının devam etmesi; güneş, ay, bulut, toprak gibi yarattıklarının vazifelerini eksiksiz yapmaları, canlı türlerinin nesillerini devam ettirmeleri, en acımasız hayvanların bile kendi yavrularına şefkat ve merhametle muâmele etmeleri ve daha nice hâdiseler; O’nun rahmetinin bir tecellîsidir. İnsanın tek bir nefes alışverişi bile O’nun rahmetiyle alâkalıdır. Çünkü Allâh’ın rahmeti her şeyi kuşatmıştır. (el-A‘râf, 156)

RASÛLULLÂH’IN RAHMET OLUŞU

Verilen her nimet, insan için hakikî bir lütuf ve rahmettir. Bunlardan en büyüğü şüphesiz ki Allah Rasûlü Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir.

“(Rasûlüm!) Biz Sen’i ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (el-Enbiyâ, 107)

O; Allâh’ın uğruna âlemleri yarattığı, insanlığa rahmet olarak gönderdiği elçisi ve habîbidir. Allah; O’na olan muhabbetinden dolayı, Kur’ân’da O’nun ümmetinden «en hayırlı ümmet» (Âl-i İmrân, 110) olarak söz etmiştir.

Dilimizde yağmura rahmet denilmiştir. Yağmur; yeryüzünü kirlerinden arındırır, toprağın yeşermesini, çiçeklenmesini, çekirdeklerin filizlenmesini, fidanların ağaç olmasını, ağaçların ise meyve vermesini, veriminin artmasını sağlar.

Allah Rasûlü de insanları sapıklık ve dalâlet gibi mânevî kirlerinden arındırmış, câhiliyyenin karanlık dehlizlerini mesken tutmuş olanları îmânın aydınlık ufkuyla buluşturmuş, insanın mayasında var olan şefkat ve merhameti ortaya çıkarmış, vahşî ve acımasız olan kişileri gönül insanı hâline getirmiştir.

Yukarıdaki âyeti Fahreddin er-Râzî şöyle açıklamıştır:

“Hazret-i Peygamber -sallâl­lâhu aleyhi ve sellem-; hem dînî hem dünyevî bakımdan «rahmet»tir.

O dînî bakımdan rahmettir. Çünkü Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; insanlar bir câhiliyyet ve dalâlet içinde iken ve iki ehl-i kitap, yani yahudiler ve hıristiyanlar aradan uzun zaman geçtiği tevâtürleri (sağlam rivâyetleri) kesildiği ve kitapları hususunda ihtilâfları meydana geldiği için, dinleri hususunda şaşkınlığa düştükleri bir zamanda gönderilmiştir. Böylece Allah Teâlâ; O’nu, hakkı aramaya ve kurtuluş ile mükâfâtı elde etmeye hiç bir yolun kalmadığı bir zamanda peygamber olarak gönderdi. Hazret-i Muhammed -aleyhisselâm-; insanları Hakk’a çağırdı, onlara mükâfat yollarını açıkladı, onlara Allâh’ın hükümlerini gösterdi, helâli haramdan ayırt etti. Sonra bu rahmetten ancak, himmeti (kastı) sadece Hakk’a ulaşmak olan, taklit, inat ve tekebbüre (kibre) sapmayan ve Allâh’ın muvaffakiyeti kendisinin yoldaşı olan kimseler yararlanabilmişlerdir. Nitekim Cenâb-ı Allah şöyle buyurmuştur:

«De ki: ‘O (Kur’ân) îmân edenler için, hidâyet ve şifâdır. Îmân etmeyenlerin ise kulaklarında (ona karşı) bir ağırlık vardır. O (Kur’ân) bunlara karşı bir körlüktür.’» (Fussilet. 44)

Dünyevî bakımdan Hazret-i Peygamber -aleyhisselâm-’ın rahmet oluşu; insanların O’nun sayesinde pek çok zilletlerden, savaşlardan ve harplerden kurtulmaları, O’nun dîninin bereketi sayesinde yardıma mazhar olmalarıdır.”1

Bazıları şöyle demiştir:

Rasûlullah -aleyhisselâm-, kâfirler için de bir rahmettir. O’nun sebebiyle onların cezaları tehir edilmiş, O’nun sayesinde hepsinin kökünü kazıyacak bir azaptan, yerin dibine geçirilmekten, hayvan sûretine sokulmaktan emîn olmuşlardır.”

Kâşifî der ki:

“Keşfü’l-esrâr’da şöyle rivâyet edilmiştir ki Hazret-i Peygamber’in ümmetini hiçbir yerde unutmaması, O’nun rahmetindendir. İster Mekke’de, ister Medine’de, ister mescid-i saâdetinde ve hâne-i saâdetinde olsun ümmetini asla unutmamıştır. Arş-ı Âlânın zirvesinde ve;

«Kābe kavseyni ev ednâ: İki yay arası kadar, hattâ daha da yakın.» (bkz. en-Necm, 53/9) makamında da;

«Esselâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhis’s-sâlihîn: Allâh’ın selâmı bize ve Allâh’ın sâlih kullarına olsun.» buyurması da bunu gösterir. Kıyâmet gününde de Makām-ı Mahmûd’da şefaat döşeğini serer ve;

«–Ümmetî!.. Ümmetî!..» buyurur.”2

Bu hakikat Kur’ân’da şöyle zikredilir:

“Andolsun, size içinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki; sizin sıkıntıya uğramanız O’na ağır gelir, size çok düşkündür, mü’minlere karşı şefkat ve merhamet doludur.” (et-Tevbe, 128)

RASÛLULLÂH’IN ŞEFKAT ve MERHAMETİ

Rahmet Peygamberi her sahada olduğu gibi şefkat ve merhamette de zirvededir. İşte birkaç misal:

Tâif’te taşlanmış ve Mekke’ye dönüş yolunda Cebrâil’le birlikte gelen dağlar meleğinin;

“–Eğer dilersen şu iki dağı Tâiflilerin başlarına geçirivereyim!” teklifine;

“–Hayır! Ben onların helâk olmalarını istemem. Bilâkis, Allâh’ın; onların neslinden, yalnız Allâh’a ibâdet edecek, O’na hiçbir şeyi şerik koşmayacak kimseler çıkarmasını dilerim.” buyurmuştur.3

Mekke’nin fetih gününde, yıllarca kendisine ve inananlara ezâ çektiren, üç yıl boykot uygulayan ve nihayetinde hicret etmesine sebep olanlara;

“–Bugün size Hazret-i Yûsuf’un kendi kardeşlerine dediği gibi diyorum ki:

«…Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok! Allah sizi affetsin! Şüphesiz O, merhametlilerin en merhametlisidir.» (Yûsuf, 92)

Haydi gidiniz, hepiniz serbestsiniz!

Bugün merhamet günüdür. Bugün Allâh’ın; Kureyşlileri İslâmiyet’le güçlendire­ceği, üstünleştireceği bir gündür.”4

Allah Rasûlü’nün şefkat ve merhameti, insanların dışındaki varlıkları yani hayvanları ve bitkileri de şümulüne almaktaydı.

Bir sefer sırasında sahâbîler, bir kuşun yuvasındaki yavrularını almışlardı. Anne kuşun çırpındığını gören Efendimiz onları îkaz etti ve şöyle buyurdu:

“Kim bu zavallının yavrusunu alarak ona eziyet etti, çabuk yavrusunu geri verin!” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 112, Edeb, 163-164)

“Kim bir sidre (Arabistan kirazı) ağacını keserse, Allah onun başını cehenneme uzatır.”(Ebû Dâvûd, Edeb, 158-159/5239)

Peygamber Efendimiz’in rahmeti yalnızca yaşadığı zamanı değil bütün çağları ihâta etmektedir.

Bir arkadaşımdan dinlemiştim:

“–Eşimle aramda ciddî sıkıntılarımız vardı. Sudan bahanelerle tartışıp birbirimizi incitmeye başlamıştık. O kadar sık kavga ediyorduk ki ikimizin de zihninde evliliğimizin yürümeyeceği düşüncesi vardı.

Önceden umreye niyetlenmiştik. Gerekli hazırlıklar çoktan yapılmıştı. «Umre dönüşü evliliğimizi noktalayalım.» diye dilimizden sözler dökülmeye başlamıştı.

Umreye yolculuğumuz başladı. İlk olarak Medine’ye indik. Eşimle neredeyse hiç konuşmuyorduk.

İki gün sonra sorumlu hocaefendi bizleri Mescid-i Nebevî’ye yakın bir bahçeye götürdü. Orada 10 dakika kadar konuştuktan sonra;

«–Medine Peygamber şehridir. Toprağına Peygamber kokusu sinmiştir. Her köşesi Efendimiz’den bir iz taşır. Burada evli kardeşlerimiz nikâhlarını âdeta yenilesinler. Belki aralarındaki sevgi, Rasûlullah ile Âişe Vâlidemiz’in muhabbet ve bağlılığına, evleri de hâne-i saâdete dönebilir.» dedi.

Bol bol duâ etti. Biz de yürekten; «Âmîn!» dedik.

Sonraki günlerde eşimle olan mesafelerimiz yavaş yavaş kapandı. Aramızdaki soğukluk kayboldu. O gün bu gündür bir daha öyle büyük bir sıkıntı yaşamadık.”

Allah Rasûlü, insanlığa hattâ bütün âlemlere bugüne kadar nasıl rahmet olduysa bundan sonra da rahmet olmaya devam edecektir.

Rabbim bizlere O’nun her hâlinden hissedâr olabilmeyi nasip eylesin.

______________

1 Fahreddin er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr/Mefâtîhu’l-gayb, Akçağ Yayınları, s. 5383.

2 İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l Beyân, Erkam Yayınları, s. 5260-5261.

3 Buhârî, 3213; Müslim, 1975; Ebû Nuaym el-İsfahânî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, s. 417.

4 Bkz. İbn-i Hişâm, IV, 32; Vâkıdî, II, 835; İbn-i Sa‘d, II, 142-143.