ÇANAKKALE ŞEHİDLERİNİN FAZÎLETLİ ANNELERİ

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

Çanakkale’de o şehidleri yetiştiren anneler ne güzel annelerdi.

O anneleri yetiştiren yüce terbiye ne güzel bir eğitimdi.

Bugün o şühedâ annelerinin kıymetini idrâk etmek ve onlara duâlar etmek hem îman hem de vatan borcumuz. Ayrıca onları yetiştiren İslâm’ın güzelliklerini ve üstün fazîletlerini idrâk etmek de, gelecek nesilleri de aynı ruh ile yetiştirebilmek bakımından en ciddî zarûretimiz.

O anneler ne ile yetişti ve yetiştirdi?

•Besmeleyle,

•Îmân ile,

•İrfân ile,

•Kur’ân ile,

•Aşk-ı Peygamber’le,

•Helâl ve haram terazileriyle,

•Muhabbet ve fedâkârlıkla,

Hâsılı;

•İslâm ile, İslâm’ın güzellikleri ve fazîletleriyle yetişti ve yetiştirdi.

Bir de unutmamalı ki;

O anneler, onları yetiştiren annelerin fazîlet dolu adakları idiler. O anneler, yetişecek âbide nesiller için fazîlet, hakikat, hikmet, incelik, zarâfet dolu muhteşem bir îman ve şuur ile adanmışlardı. En çorak vatan topraklarını en mükemmel bir cennet yurda dönüştürecek kutlu bir sevdâya ve yüce bir dâvâya adanmışlardı.

En güzel adanış örnekleri ile yetişmişlerdi.

Kur’ân-ı Kerim buna güzel bir misal vermekte:

“İmrân’ın karısı şöyle demişti:

–Ey Rabbim!

•Karnımdaki çocuğu

•Sırf Sana hizmet etmek üzere adadım.

•Benden (bu adağı) kabul et.

Şüphesiz (niyazımı) hakkıyla işiten ve (niyetimi) bilen Sen’sin.” (Âl-i İmrân, 35)

O kıymetli anne, böyle güzel bir adakta bulunurken çocuğunun belki de erkek olacağı tahmininde bulunmuştu.

Ancak;

“Onu doğurunca da;

–Ey Rabbim, dedi:

•Ben onu kız doğurdum.

•Elbette Allah, ne doğurduğunu biliyordu.

•Erkek, kız gibi değildir.

•Ben ona Meryem adını verdim.

•O ve zürriyeti / nesli hususunda kovulmuş şeytandan Sana sığınıyorum…” (Âl-i İmrân, 36)

Yani;

O mübârek anne, kız doğdu diye adağından vazgeçmedi. Belki içinden erkek diye düşünmüş, adamıştı. Bu sebeple; «Ben onu kız doğurdum.» diye vurguladı. Fakat adarken kız veya erkek şeklinde telâffuz etmemiş «karnımdakini» demişti. Doğan çocuk, erkek de olsa kız da olsa, adayışının kararlılığıydı bu. Allah kız çocuğu nasîb etti. Niçin? Hikmeti çoktur şüphesiz. Bir de, kız çocuklarının değerini idrâk ettirmek ve onlardaki fazîletleri göstermek içindi.

Nitekim;

Hem o mübârek anne;

“–Kız doğmasaydı adağımı yerine getirirdim, fakat ne yapayım ki kız doğdu, öyleyse onu adamak olmaz!” şeklinde bir bahaneye düşmedi; doğruluk üzere sebatkâr ve sâdık oldu.

Hem de o mübârek kız evlât;

“–Yahu anne, beni adarken bana mı sordun? Sanki bana danıştın da mı benim hakkımda bütün ömrümü alâkadar eden bir karar verdin? Benim rızâmı aldın da mı beni bağlayan bir tercihte bulundun?” gibi lâkırdılar etmedi.

Bilâkis o da annesi gibi hidâyet ve kulluk üzere sebatkâr ve sâdık oldu.

Öyle ki Allah Teâlâ, O’nu;

صِدّيقَةٌ

“Sadâkat üzere dosdoğru bir kadın!” (el-Mâide, 75) diye tebcil buyurdu.

Zaten Cenâb-ı Hak;

Verdiği söze, yaptığı ahde ve ömür boyu adağını yerine getirmeye misal olarak bu iki mübârek anneyi göstermekte. Onlardaki sözlerine sâdık oluşun dirâyetini bütün insanlığa nümûne olarak göstermekte.

Hakikaten o iki mübârek annenin;

Yaptıkları adanma, ne kadar mânidar! Gerçekleştirdikleri duruş, ne kadar kudretli ve müstakîm! Bozulmayan takvâ üzere yaşayışları da ne kadar muhteşem! Nihayet zürriyetleri de ne kadar değerli oldu. Elbette ki mazhariyetleri daima bambaşka tecellî etti.

Cenâb-ı Hak bunu şöyle beyan etmekte:

“Rabbi,

•Meryem’e hüsn-i kabul gösterdi;

•Onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi.

•Zekeriyya’yı da onun bakımı ile vazifelendirdi.

Zekeriyya, onun yanına, mâbede her girişinde orada bir rızık bulur ve sorardı:

–Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?

O da derdi ki:

–Bu, Allah katından.

–Allah, dilediği kimseye hesapsızca rızıklar verir.” (Âl-i İmrân, 37)

“Melekler dediler ki:

–Ey Meryem!

•Allah seni seçti;

•Seni tertemiz kıldı.

•Seni dünyanın bütün kadınlarına üstün eyledi.

–Ey Meryem!

•Rabbine ibâdet et;

•Secdeye kapan,

•(O’nun huzûrunda) rükû edenlerle beraber rükû et!” (Âl-i İmrân, 42-43)

O anneler işte böyle yetişti.

Böyle yetiştirdi.

Gayeler ve gayretler daima:

ذُرِّيَّةً طَيِّبَةً

“Tertemiz bir zürriyet / hayırlı bir nesil” (Bkz. Âl-i İmrân, 38) idi.

Bunu en güzel ve güzîde şekilde sağlayanlar ise annelerdi. Hazret-i Harun’un Hazret-i Musa’ya;

يَبْنَؤُمَّ

“‒Ey annemin oğlu!” (Tâ-Hâ, 94) demesi de, bunu gösteren ince bir misaldir.

O anneler;

Çocuklarına sadece helâl süt emzirmediler. Onlar helâl süt emzirirken evlâtlarına aynı zamanda;

•Îmânı ve ahlâkı emzirdiler,

•Kur’ân ve ezanı emzirdiler,

•İhlâs ve fedâkârlığı emzirdiler,

•Vefâkârlığı ve sadâkati emzirdiler,

•Vatan sevdâsını, gaziliği ve şehidliği emzirdiler,

Ninnileri de bu minval oldu.

Onların ninnileriyle büyüyen kız evlâtlar onlar gibi müstesnâ oldu. Onların ninnileriyle büyüyen erkek evlâtlar, en yiğit kahramanlar oldu.

«Çanakkale geçilmez!» dediren ruh, işte böyle teşekkül etti. Kurtuluş harbini göğüsleyen yürekler işte böyle yetişti. O ruh ve o yüreklerle bayrağımız hür dalgalandı ve ezanlarımız susmadı. O yüreklerle büyük coğrafyalar ve Anadolu’muz bize vatan oldu.

İşte bugün;

Nice mihraklarda her mukaddesin ve kıymetli değerlerin yaprak gibi savrulduğu hengâmda yarınlarımız için o annelere, o yüreklere, o eğitime ihtiyaç, her zamankinden daha zarûrî.

Tam bu noktada;

Günümüz eğitim anlayışıyla alâkalı şunları söylemek lâzım:

Bugün herkes;

Yine tarihteki gibi güçlü karakterler, dirayetli şahsiyetler ve sarsılmaz kişilikler yetişsin istiyor, ancak onları yetiştiren şartları istemiyor. O yetiştirici gerçek şartları, en olumsuz yorumlarla dışlıyor. Kâh pedagojiye uygun değil, kâh psikolojiye uygun değil, kâh sosyolojiye uygun değil, kâh teknolojiye uygun değil, kâh zamana uygun değil, kâh zemine uygun değil, kâh keyiflere uygun değil, kâh dış dünyadaki heriflere uygun değil şeklinde yaklaşım ve plânlamalarla bizim muhteşem medeniyetimizin âbide şahsiyetlerini yetiştiren formüllerimiz gitgide daha devre dışı bir hâle getiriliyor. Yerine balon gibi formüller konuluyor. Hepsi cilâlı, güzel, fakat en sonunda elde patlayan formüller. İstatistiklerde ideal nokta, raporlarda düzgünlük yeter, gerisine gerek yok, yani gerçeklerde vebal ve neticelerde üzgünlük olsa da gam değil diyen formüller.

Âdeta;

Yûsuf Peygamber’i ufacık çocukluğundan Mısır sarayında dirayetli kişiliğe ulaştıran imtihanlar zincirini Hazret-i Yûsuf’un adını vermeden bir eğitim formülü olarak bugünkü eğitim mantıklarına sunsanız çetin itirazla karşılaşırsınız. Hâlbuki bu itiraz yeni Yûsufların yetişmemesinden başka bir şeye yaramaz. Kezâ Hazret-i Peygamber’in yetişmesine vesile olan daha doğmadan başlayan hayat imtihanları zincirini, yine hiç isim vermeden bir eğitim programı yapsanız yine bugünün eğitim mantalitesinde ciddî itirazlar patlak verir. Oysa o eğitim programında yetişen şahsiyeti asırlardır bütün insanlık öve öve bitiremiyor. Gece-gündüz anlatmaya doyamıyor gönüller.

Heyhat;

Tuhaf bir mantık fırtına gibi esiyor:

Yine çok kıymetli şahsiyetler yetişsin, fakat o formüllerle değil.

Akademisyen bir ahbabım bir gün şöyle dert yandı:

–Biz babalarımızı, dedelerimizi câhil diye eleştirdik durduk. Onların eğitimden anlamadığını, metotlarında bir sürü yanlışlıklar olduğunu dile getirdik devamlı. Aynı hataları yapmayacağımızı, çok mükemmel evlâtlar yetiştireceğimizi durmadan iddia ettik ve bunu her ortamda savunduk. Maalesef, gelinen noktada onların başardıkları ile bizim başardıklarımıza bakınca yüreğimiz titriyor. Onların yetiştirdiği bizler, üst seviyede eğitilmiş ve maharetli kişiler olduk. Her birimiz kıymet ve değer kazandık. Fakat bizim yetiştirdiklerimiz ise tam tersi. Çoğu ziyan oldu gitti. Şimdi kim eğitimden anlıyor, kim anlamıyor ortaya çıktı. Câhil dediğimiz büyüklerimizin işimize gelmeyen formülleri neler yetiştirdi, bilgili dediğimiz bizlerin işimize gelen cilâlı formülleri nasıl altüst oldu, hep ortada!

Velhâsıl;

Şu âhirzamanda her şeyden çok Çanakkale şehidlerinin fazîletli annelerine ve o şühedâyı gerçekten yetiştiren doğru eğitim formüllerine ihtiyaç var.

Yâ Rab!

Nasîb et!

Âmîn…