MESNEVÎ -11-

Z. Özlem ABAY o.abay@hotmail.com

NEFİS PERDELERİNİ YIRTMAK

Ney yârinden ayrı kalmış olanın mahremidir. / Onun perdeleri bizim perdelerimizi yırtmıştır.

Neyin sesi dinleyene zevk verir. Yalnız kalmış, gurbetteki insanın hicrânına ortak olur. İnsân-ı kâmil de kesret âleminde kendine âşık ve dostlar arar ki, neyin dinleyene verdiği ferahlık gibi bu kâmil dostlar da ona ferahlık verir. İnsan yalnızlaştıkça kendine benzeyen dost ve arkadaşlar arar. Çünkü bu dünyada her insanın yönelişi farklı farklıdır. İnsân-ı kâmilin hasreti, yönelişi de Allâh’adır. Sâliki de buna yönlendirir. Neyde yedi perde bulunduğu gibi nefsin de yedi perdesi bulunur. İnsân-ı kâmil, sâlikin bu perdelerini sülûk ile birer birer kaldırıp yırtmasına ve bekābillâh olup Allâh’a kavuşmasına vesile olur.

İnsan telkine açık bir varlıktır ve sürekli kendisine telkin edilen kişilere yönelir. Bu kimi zaman insanlara hayrı söyleyen insân-ı kâmildir, kimi zaman da şerri öğütleyen kötü dost olabilir.

İnsanlara iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak, peygamberlerin tebliğ görevidir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de 23 yıllık nübüvveti süresince insan”lığa iyiliği emretmiş, kötülükten sakındırmıştır. Bunu hem davranışları ile hem de sözleri ile yapmıştır. İnsanlar söz ve davranış uyumuna çok önem verirler. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de tebliğ ettiği âyetleri ilk uygulayan kişi olarak canlı Kur’ân olmuştur. Her hâlinde, hareketinde ayrı bir zarâfet, letâfet vardı. Sohbetleri ile ashâbı; kemal sahibi bir olgunluğa ulaştırmıştır. İslâmiyet’ten önce kız çocuklarını diri diri toprağa gömen kişilerden; gözü yaşlı, gönlü rakîk bir ashab yetiştirmiştir. Ashâbı bu noktaya getiren, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in güzel ahlâkı olmuştur. Ahlâk yazılı kaidelerden oluşmaz. Güzel huylar kişide varsa, hâdise olduğu anda ortaya çıkar. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in engin merhameti ve şefkati âleme şümuldü. Bitkiler ve hayvanlar da bu merhametten nasibini almışlardı. Ashab bu gönül eğitimini Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanında öğrendi. Kalpten kalbe akışı yaşadı. Görerek, duyarak, dinleyerek yetişti. Bu yüzden kâmil insanlarla beraber olmak bizim için çok önemlidir. Nefis perdelerini yırtmak için, nefis tezkiyesine ihtiyacımız vardır.

Tezkiye; nefis, kalp ve rûhun mânevî kirlerden yani günah kirinden temizlenmesi demektir. (Tasfiye ise kalbi Allah’tan gayrı putlardan arıtmak ve temizlemektir.) Âyet-i kerîmede şöyle buyurulmuştur:

“Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü nefs son derece kötülüğü emredicidir.” (Yûsuf, 53)

Nefs-i emmâre, insanı sürekli kötülüğe çağıran nefistir. Hem kendine hem çevresine zararı vardır. Bugün yaşanan savaşların, katliâmların gerisinde bu nefis vardır. Bugün kan, gözyaşı, açlık varsa sebebi yine kötülüğü yapan ve başkalarını da kötülüğe davet eden bu nefislerdir. Dünya var olduğu sürece, iyinin ve kötünün savaşı bitmeyecektir. Kötü ne kadar fenalık yapmaya ve yaptırmaya gayret ediyorsa; iyilerin de şu hadîs-i şerîfe göre davranmaları gerekir. Hadîs-i şerifte buyurulur:

“Bir kötülük gördüğünüz zaman; elinizle, gücünüz yetmezse dilinizle, ona da gücünüz yetmezse kalben buğz ediniz.” (Müslim, Îmân, 78)

El ile düzeltmek vazifeli insanların; dil ile düzeltmek âlimlerin; kalben buğzetmek de halkın duâsıdır. Çünkü gördüğümüz her kötülüğe fert fert müdahale etme imkânımız olmayabilir. Bunun için de hiç değilse duâlarımızın bir bölümünü, özellikle ümmet-i Muhammed’e ve insanların kötülüğünü bertaraf etmeye ayırmalıyız. «Benim duâm ne işe yarar?» demeden ısrarla rahmet-i ilâhînin kapısında durmalıyız.

Bir gün rahmet-i ilâhî coşar da olmaz denilen nice şey oluverir. Meselâ; Ayasofya Camii’nin açılması, herkes tarafından çok zor görülen bir olaydı. Allâh’a hamd olsun ki nasip oldu. «Bu hastalık da biter mi!» demeyelim. Özellikle dert ve belâ zamanında ısrarla tavsiye edilen tövbe ve istiğfâra yönelelim. İlâhî dergâha yönelip, gözü yaşlı duâlar edelim. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kişinin nefsine karşı uyanık olmasını bildiren bir hadîs-i şerîfini hatırlayalım:

“Allâh’ım Sen’in rahmetini umuyorum. Beni göz açıp kapayıncaya kadar bile olsa nefsime bırakma. Hâlimi tümüyle düzelt. Sen’den başka ilâh yoktur.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 100-101/5090)

Ahmed Harrâz Hazretleri nefsi şöyle tarif eder:

“Nefis, durgun duran bir suya benzer. Dıştan bakılınca pak ve temiz. Ama biraz karıştırılınca, dibinde saklanmış olan hastalık mikropları ortaya çıkar. İşte nefis de böyledir. Ulaştığı mertebeyi anlamak için onu denemelidir. Hem de mihnet ve meşakkatle; boş arzularına karşı çıkmakla. Nefsin içinde saklı hâllere vâkıf olmayan, ne cesaretle; Rabbine karşı irfan duygusuna sahip olduğunu iddia etmeye kalkar!”

Mevlânâ Hazretleri bir beytinde şöyle der;

“Haydi! Kötü nefsi öldürün! Bu hususta ihmal göstermeyin. Onu diri bırakmayın, çünkü o akreptir.”

Nefs-i emmâreye karşı içimizdeki güzellikleri çoğaltmalı, kötülükleri temizlemeliyiz. Rabbimiz’e itaat ve ibâdetle yaklaşmalıyız. Dînimizin zâhiri de temizlik, nezâket, letâfet ve zarâfet üzerine kuruludur. Âyet-i kerîmede;

“Şüphesiz Allah çok tövbe edenleri sever, çok temizlenenleri sever.” (el-Bakara, 22) buyurulmaktadır.

Cenâb-ı Hak hatalardan ve günahlardan çok tevbe edenleri sever. Maddî ve mânevî pisliklerden arınmak bizi temizler, ahlâkımızı güzelleştirir. Dolayısı ile Allâh’ın seveceği bir kul olmaya çalışmak gerekmektedir. «Allah beni nasıl olsa affeder…» diyerek tevbeyi ertelemek yanlış bir davranıştır.

Hazret-i Câbir şöyle rivâyet ediyor:

“Bir bedevî Mescid-i Nebî’ye geldi ve;

«–Allâh’ım Sen’den mağfiret talep ediyor ve Sana tevbe ediyorum.» dedi. Tekbir getirerek namaza başladı. Namazdan sonra Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- bu adama;

«–Ey hemşehrim! Tevbe konusunda bu kadar acelecilik yalancıların tevbesidir. Senin bu tevben yeniden tevbeye muhtaçtır.» dedi. Bunun üzerine adam;

«–Ey mü’minlerin emîri, peki tevbe nedir?» diye sordu Hazret-i Ali tevbenin altı mânâsı olduğunu belirttikten sonra bunları şöyle sıraladı:

1. Geçmiş günahlara pişman olmak,

2. Edâ edilmeyen farzları kazâ etmek,

3. Hakları sahiplerine ödemek,

4. İsyanla besleyip semirttiğin nefsi, ibâdet ve tâatle eritip zayıflatmak,

5. Nefse günah halâvetini tattırdığın gibi, tâat acılığını da tattırmak,

6. Şimdiye kadarki gülmenin yerine, artık ağlayıp pişmanlık gözyaşı dökmek.” (Rûhu’l-Beyân, c. 18, s. 191)

Allah yaptığı günahtan pişman olup rahmet-i ilâhiyeden uzak kalmak endişesiyle tevbe edenlerin tevbesini kabul eder. Bunun için de kalbin yaptığı günahlardan lezzet duymaması gerekir. İşlediği günahtan elem duyarak ağlayan günahkârın ağlayışına Arş titrer. Rahmet-i ilâhî coşar, Allah kulunu bağışlar. (İnşâallah)

Rabbimiz’in cümlemize, ölmeden önce günahlarımıza kabul edilmiş tevbe etmeyi nasip etmesi duâ ve niyâzı ile. Yazımıza Molla Câmî’nin mısraları ile son verelim:

Dünyalar kadar günahım var, ey yüzümün karası,
Bu cihandan öbür cihana gittiğim zaman.
Dostlar iki at ile yakîn mülküne doğru gittiler,
Akıl dizginini nasıl zan ve şüphe eline vereyim?
Halka tevbe lâfı edersin, gönül ile günahta ısrar edersin,
Benim böyle azgın olduğumdan kimse haberdar olmadı.