NA‘T-İ HABÎB
SEYRÎ (M. Ali EŞMELİ)
Ağla ey bülbül, bu hicrân, inci eyler şebnemi;
Bağda güldür artıran, güldür azaltan, mâtemi.
Döktürür bir yanda sel, bir yanda yangın coşturur,
Gül bu zîrâ hem cehennem, hem de cennet dirhemi.
Öyle fethetmiş ezelden bahçıvânın kalbini,
Aşkı cennetten çıkarmış meşk ederken çiğdemi!
Gül elinden devşirir gufrânı ancak, tevbekâr,
Lutf-i Rahman böyle mağfûr eylemiştir Âdem’i.
Türlü mevsim cümbüşünden eksik olmaz kargaşa,
Her cidâlin, her hayâlin, bağda güldür hakemi.
Tâ ezelden arz-ı endâm eyleyen goncaydı O,
Oldu bin bir bahçenin, bin bir bahârın gözlemi.
Açtı tam vaktinde gül, dünyâyı mescid eyledi,
Etti yüz bin secde gökler, sundu mîrâc özlemi.
Sundu sonsuz beste bülbül, aldı ırmaktan sazı;
Bâdeden söz açtı dil, doldurdu bomboş gündemi.
Elleriylen döktü sâkî, içti âşık, tattı can,
-Her yudum- vuslat kadar mest etti sevdâ zemzemi.
Ey güzel yüz, ey güzel göz, ey güzellerden güzel,
Ey o müstesnâ çiçek, Sen’sin kulun aşk ünlemi.
Bâğa Sen’den, bahçıvan bir tâne dikmiş sâdece,
Sonra ey Gül, seyre yığmış on sekiz bin âlemi.
Sonra firdevsî terinden türlü güller damlamış,
Her gülistan böyle olmuş bir dilârâ makdemi.
Kaşların mihrâba geçmiş, kirpiğin dizmiş safı,
Hep o câzip safta gönlüm, aşkının müstahdemi.
Hem güneş hem ay, semâdan çifte gözdür Ravza’na,
Câmı doldurmuş melekler, ey gözün can mûcemi!
Mutludur, pervânedir, mestânedir; Sen’den içen,
Başkasından bir yudum içmek, helâk eyler cemi.
Ayrılık, çöllerde volkān üflüyor, mecnûnuna;
Saçlarından, bir kement almışsa, estir meltemi.
Derde dermân isteyenler, ey tabîbim, bilmiyor,
Ver habîbim, derd-i aşkındır, bu kalbin merhemi.
Müptelâyım, kan-revânım, renginin rengindeyim,
Bir defâ eyler misin, gurbette sohbet mahremi?
Dosta ey Hicret, kanatlanmaz mı hasretler Sana?
Rûhu pervâz etmeyenler, tende gaflet sersemi.
Bir nefes dûr etme Sen’den ey Sırâtım, yolda âh,
Yıktı Sen’siz kalbi nefsin türlü allem-kallemi.
Yevm-i mahşer yardım et, ey «Ümmetî, yâ Rab!» diyen,
Ey muhabbet nûrunun mahbûbu, halkın akdemi.
Yâ Rasûlâllah, cemâlinden mum oldum, neyleyim,
Her sabâh-akşam garîb, aşkınla efgân etse mi?
Sen’dedir sonsuz safâ, ey Can Muhammed Mustafâ,
Bahçeden el çekme, reyhandan yolarlar perçemi.
Erguvanlar, mâ-i tesnîm istiyor Sen’den yine,
Teşnedir yanmış karanfil, çatlar îman bâdemi.
Mûcizenden feyz içenler, lâlezâr olmuş idi,
Ben fakat sahrâya döndüm, arz ederken nâlemi.
Rahmeten li’l-âleminsin, ey bulut, bir damla su,
El-medet, bir damla lutfet, kalmasın hüznün nemi.
Göklerin hurşîdi Sen’sin, Sen’sin arzın mürşidi,
Sen’sin ey Tâc, enbiyânın, asfiyânın ekremi!
Bir ağaçtan, meyvedir evvel olan, âhir olan,
Her nebînin, ey Nebî; hem ilkisin, hem hâtemi.
Hak niyâz ettirdi İbrâhîm’e teşrîfin için,
Sonra teşrîfât için gönderdi Îsâ-Meryem’i.
Olmasan, olmazdı gökler; olmasan, olmazdı yer;
Gök müzeyyen, yer münevver, çünkü Sen’sin mülhemi.
Hak sıfâtın; Vedduhâ, Tâ-Hâ, «Elem neşrah leke»;
Tâc olan buyruk Sen’indir, ey hayâtın mübremi.
Ellerinden öptü devran, büktü baş fermânına,
Ortadan ayrıldı ay, kaldırdı gözden müphemi.
Bal zehirlerken cehâlet; zehri, Sen, bal eyledin,
Kör karanlıktan çıkardın, nûra döndürdün demi.
Nûr-i pâkin, öyle hâlis, düşmemiş gölgen yere,
Şüphe yok; sultânı Sübhân elçinin, olmaz kemi.
Ders okur Sen’den çemen, dinler gelincik, yâsemen,
Gönle sokmaz fesleğen, şeytan denen nâmahremi.
Her çiçekten «es-salât» aldım, getirdim «es-selâm»
Yol uzundur; yolcular, tercîh ederler elzemi.
Ahmed’im, mîmin bugün dönmüş elif iklîmine,
Çok gariptir âşığın, fânîde yoktur muhkemi.
Bastığın toprakta alnım, çâresiz yaprak gibi,
Tut elimden, yaklaşırken son kıyâmet depremi.
Sen ümîdin köşküsün, ey na’timin mîmârı gül,
Bendedir âlâsı cürmün, Sen’de afvın görkemi.
Ey nigârım, can fedâdır, ten fedâdır, ben fedâ,
Bilmişim, uğrunda ölmek, yâre vuslat sistemi.
Yolcudur yalvar yakar Seyrî, şefâat bahrine,
Zârizâr ağlatmasın, sâhilde kalkan son gemi.
vezni: fâilâtün / fâilâtün / fâilâtün / fâilün