RIZIK DEĞİŞMEZ!

Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-, 600 yılında Mekke-i Mükerreme’de doğdu. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in amcasının oğlu, damadı ve dördüncü halîfesidir. Çocukluğunda hiç puta tapmadığı için kendisine «kerramallâhu vechehû» yani Allah yüzünü mükerrem kılsın, şereflendirsin duâsıyla anıldı.

10 yaşlarındayken İslâm ile şereflendi. Ali -radıyallâhu anh-, hicretin ikinci senesinin son ayında Hazret-i Fâtıma -radıyallâhu anhâ- ile evlendi.

Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-’ın şehâdetinden sonra ashâb-ı kiram, Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’a bey‘at etti.

Ali -kerramallâhu vechehû- 26 veya 28 Ocak 661’de (hicrî 40) şehid oldu. Kabr-i şerîfi, bugün Necef diye bilinen Kûfe’dedir.

*

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- bir gün mescide geldi. Mescidin kapısında bir adam duruyordu. Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-; bu adamdan, kendisi mescidden çıkana kadar bineğini beklemesini istedi. Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- mescide girdikten sonra adam hayvanın yularını alıp kaçtı. Hayvanı orada başıboş bırakıverdi. Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- mescidden çıkarken elinde iki dirhem vardı. Adamı yaptığı yardımdan dolayı ödüllendirmek istiyordu. Fakat bir de ne görsün; hayvancağız tek başına hem de yuları çalınmış olarak kapıda bekliyor. Yapacak bir şey yoktu. Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- evine döndü. Daha sonra yanında çalışan çocuğu yeni bir yular alması için çarşıya gönderdi. Çocuk iki dirheme bir yular aldı. Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- yuları görünce şaşırdı. Bu yular, çalınan yulardı. Hırsız, bu yuları çocuğa iki dirheme satmıştı. Bunu gören Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- şöyle dedi:

“–İnsanın rızkı kendi elinde değildir, nasibi neyse o kadardır. Ne artar ne eksilir. Buna karşın rızkı, helâl ya da haram yoldan kazanmak kişinin elindedir. Biraz bekleseydi, helâlinden iki dirhem alacaktı. Ancak bu şekilde iki dirhem haram oldu.”

İHSAN YA DA MURÂKABE

Hattat Aziz Efendi, 1872’de Maçka’da doğdu. Filibeli Bakkal Ârif Efendi’den sülüs, nesih, Karinâbadlı Hasan Hüsnü Efendi’den ta‘lik yazısını öğrendi. Yazı tahsilini tamamlayıncaya kadar Nûruosmaniye’deki Hat Mektebi’ne devam etti. Aziz Efendi, 1896’da Reîsü’l-Hattâtîn Muhsinzâde Abdullah Hamdi Efendi’den de icâzet almaya muvaffak oldu. Medresetü’l-Kudât’ta ve Mahmûdiye Rüşdiyesi’nde yazı hocalığı yaptı. Mısır Meliki I. Fuad’ın adına bir Kur’ân-ı Kerim yazmak üzere Mısır’a davet edilen Aziz Efendi, «Melik Fuad» nüshası olarak bilinen mushaf-ı şerîfi tezhibiyle birlikte bir yılda yazdı. Daha sonra Kahire’de bir hat mektebi açıp burada sayısız talebe yetiştirerek hat sanatının Mısır’da yeniden ihyâsına vesile oldu. Aziz Efendi, 6 Ağustos 1934’te vefat etti. Kabri, Edirnekapı Kabristanındadır.

*

Aziz Efendi; kimin yanında olursa olsun, daima derviş rûhunun verdiği edeple oturan, görene daima huzûrdaymış hissini veren dindar bir insandı. Bir gün onun bu hâllerini görüp hayranlığını gizleyemeyen bir Mısırlı, hareketinin sebebini sorunca O;

“–Her an Allah -celle celâlühû- beni görüyor. Allâh’ın olmadığı yer ve zaman var mı? Her an huzurdayım, edebimi nasıl bozarım?” diye cevap verdi.

DEVLET İDARESİNDE FİRÂSET

Osmanlı’nın kurucusu Osman Gazi, 1258’de Söğüt’te doğdu. Babası Ertuğrul Gazi vefat edince kardeşleri ittifakla onu aşîretin reisi seçti. Yaptığı fütûhatla Kayı boyunun sınırlarını genişletti. Selçuklu Devleti’nin yıkılmasıyla Kayı boyu müstakil bir beylik hâline geldi.

Osman Gazi, 1 Ağustos 1324’te Söğüt’te vefat etti. Kabri, Bursa’daki Gümüşlü Kümbet’tedir

*

Bir gün Osman Bey’in huzûruna bir adam çıktı. Devrin en iyi iş gören pazarlarından Karacahisar pazarının belediye gelirlerini büyük para karşılığında kendisine satmasını teklif etti. Osman Bey şaşırmıştı;

“–Belediye geliri ne demektir?” diye sordu.

“–Pazara mal getiren ahâlîden bir miktar akçe almaktır.” cevabını alınca hiddetle yerinden fırladı:

“–Ahâlînin pazara getirdiği mal senin midir ki ondan ücret alasın? Bu nasıl teklif!”

“–Ama beyim, beyliğin akçeye ihtiyacı vardır.” Osman Bey, adama kapıyı göstererek;

“–Zulümle elde edilecek gelire beyliğimin ihtiyacı yok!” dedi.

Osman Bey; devletlerin halka fazla vergi yükü yüklemekle zenginleşemeyeceğini aksine, daha az vergi sayesinde zenginleşeceğini, ileri görüşlülüğü ve firâseti sayesinde biliyordu. Bir miktar vergi almak mecburiyetinde kaldığı zaman bile; şimdiki gibi, pazara mal getiren herkesten bunu almak yoluna gitmemiş, vergi için pazara getirilen malın satılmasını şart koşmuştu. Malını satan da bunu seve seve ödüyor, bu yüzden Karacahisar pazarı her ırktan, her dinden tüccarla dolup taşıyordu. (Yavuz BAHADIROĞLU, Osman Gazi, s. 68)

MESELENİN HALLİNDE FARKLI BİR USÛL…

Son devir kıraat âlimlerinden Mehmet Rüştü AŞIKKUTLU Hocaefendi, 1901 yılında Trabzon/Of/Uğurlu’da doğdu. İlk tahsilini babasından aldı. Daha sonra hıfzını tamamladı. Fıkıh, akāid ve tefsir okuduktan sonra İstanbul’da Hâfız Ahmed Şükrü ve Hâfız İsmail Hakkı BAYRİ’den aşere ve takrîb, Varnalızâde Hâfız Ahmed Hamdi’den de İbnü’l-Cezerî’nin Tayyibetü’n-Neşr’ini okudu. Daha sonra memleketine dönerek Uğurlu’da imam-hatiplik, vaizlik, hâfızlık hocalığı, kıraat hocalığı, fıkıh ve Arapça hocalığı yaptı. Bunların yanında cemiyetin kanaat önderi ve akıl hocası olan Aşıkkutlu Hocaefendi, İslâm’ı yaşatma gayretinde oldu.

Aşıkkutlu Hocaefendi, 28 Ağustos 1980’de vefat etti. Kabri, Uğurlu’dadır.

*

Aşıkkutlu’nun kendisine getirilen meselelerin çözümü açısından uyguladığı metot dikkat çekicidir. İki veya daha fazla kişi arasında çözülmesi zor bir mesele olduğu zaman onlardan mazlum, mülâyim olanın üzerinde daha fazla durarak onun daha fazla ferâgat etmesini sağlardı. Hattâ bundan dolayı kendilerine;

“–Hacıefendi, sizin taraf tuttuğunuz söyleniyor, doğru mudur?” dediklerinde;

“–Evet doğrudur. Bakıyorum adam hem haksızdır hem de zâlimdir. Eğer o işi o şekilde uydurup yapmayacak ve âdil davranacak olsam, o zâlim zulmünü artıracak ve diğerini ezecektir. Orada zayıfın cüz’î hakkını diğerine veriyorum ve büyük hakkını koruyorum. Zira zâlim ve gaddar olanın meseleye tarafsız bakması zaten mümkün değil. Buna fıkıhta cevaz verilmiştir.”

Aşıkkutlu; meselenin çözümlenmemesinden dolayı ileride zâlimin baskısını artıracağı ve daha olumsuz durumların ortaya çıkacağını görerek mazlumu iknâ eder, böylece meseleyi çözüme kavuştururdu. Böyle durumlarda mazluma daha fazla fedâkârlık yaptırılmasının günahı olmadığını söylerdi. (Mehmet GÜNAYDIN, Of Medreselerinin Fonksiyonelliği ve Kanaat Önderi Olarak Reîsü’l-Kurrâ Mehmet Rüştü AŞIKKUTLU [1901-1980])