MUHARREM AYI, HİCRET ve DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

Sevgili Peygamberimiz Muhammed -aleyhisselâm-’ın Mekke’den Medine’ye hicretinin gerçekleştiği ay bu yıl, 9 Ağustos Pazartesi gününe tekabül ediyor. Siz değerli okurlarımızın Muharrem ayını tebrik ediyoruz.

Muharrem sözlükte; «pek kıymetli, değer verilmesi gereken, hürmetli» anlamlarında geçiyor. İslâm dîninde Muharrem ayı haram aylardandır; bu ayda cedel yok, harp yok. Aynı zamanda Muharrem ayı, hicrî yılın ilk ayıdır. Yani 9 Ağustos pazartesi günü müslümanların «hicrî yılbaşı»sıdır. Bu vesileyle hicrî yeni yılınızı da kutlamış olalım. Bu yeni sene hayırlara teşne olsun inşâallah. Milâdî yılbaşında birilerinin tepinip, eğlendikleri gibi değil, biz hicrî yılbaşımızı oruç ve ibâdetlerle kutlarız. Zira Kudsî Rehberimiz, mü’minlere böyle tavsiyede bulunmuştur. Bizim kıstasımız Kur’ân ve Sünnet’tir.

Hicrî ayın başlangıcını, Rasûlullah -aleyhissalâtü vesselâm- Efendimiz nasıl geçirmişse biz ona bakarız. Et-tergîb ve’t-Terhib’de bahsedildiği üzere Peygamber -aleyhisselâm-;

Ramazan ayından sonra tutulan oruçların en fazîletlisi, Muharrem ayında tutulan oruçtur. Farzlardan sonra en fazîletli namaz da gece namazıdır.” buyuruyorlar. (Tâc-Tercümesi, 2/146)

Bu sebeple yeni seneye oruçla başlamak adına ilk günü oruçla geçirmek tavsiye edilmiştir.

İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ-’dan gelen bir rivâyette;

Zilhicce’nin sonuncu günü ile Muharrem’in birinci günü oruç tutan, geçmiş yılı oruçla bitirip yeni yıla oruçla başlamış olur. Allah Teâlâ; o orucu, onun elli yıllık günahına keffâret eder. buyuruluyor. (Gunye, 2/54)

Ne büyük kârlı kazançlar!

Bilindiği üzere, Muharrem ayı içerisinde müslümanlar için değerli bir gün olan «âşûrâ günü» bulunmaktadır. Cenâb-ı Hak pek çok duâyı, bu mübârek gün hürmetine kabul eder. Müslümanların hicrî takvimine göre ayların ilki olan Muharrem ayının onuncu günü «âşûrâ» günü olarak ihyâ edilmektedir.

•Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’ın Allah Teâlâ tarafından bugünde bağışlandığı;

•Hazret-i Nuh -aleyhisselâm-’ın tûfandan,

•Hazret-i Musa -aleyhisselâm- ve kavminin Firavun’un zulmünden,

•Hazret-i Eyyûb -aleyhisselâm-’ın hastalığından,

•Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-’ın Nemrud’un ateşinden kurtulduğu günlerin, Muharremin onuncu günü yani âşûrâ günü olduğundan bahsedilir. Bu vesileyle Muharrem ayı, yüce Mevlâ’mızın izzet ve ikrâmının bol olduğu bir aydır.

Muharrem’in 10’uncu günü yukarıda bahsettiğimiz pek çok özel hâdiselerin vukû bulduğu «Âşûrâ Günü»nü de, ayrı bir titizlikle ihyâ etmelidir. O günlerde oruçlar tutulmalıdır. Kültürel birikimimizde, bereket ve bolluğun sembolü «aşûre» pişirilip dağıtma geleneği, müslümanlar arasında dayanışma ve kardeşliğin sembolü olmuştur. İnşâallah her zamankinden daha çok birlik ve beraberliğe ihtiyacımız olduğu şu günlerde; ihlâsla aşûrelerimiz pişsin, dağılsın, kardeşlik rûhumuz kavîleşsin.

Muharrem ayının ilk gününden itibaren duâya yönelmeli. Bilhassa ümmet-i Muhammed’in dirliği, birliği, selâmeti ve esenliği için çok duâlar etmeli. Müslümanların kardeşlik şuuruna sahip olarak birbirlerine kenetlenmeleri, bölünme ve parçalanmalara meydan verecek davranışlardan şiddetle kaçınmaları gerekiyor. İslâm düşmanlarının İslâm coğrafyasını talan ettikleri, hattâ Orta Doğu’daki tarihî birikimlerimizin savaşlar, bombalar vesilesiyle nasıl da yok edildiği gayet açıktır. Böylesi bir vahşet ve tekrarlanan acımasız zulümler dahî bizi birbirimize kaynaştırmayacaksa, kardeşlik şuurunu oluşturmayacaksa, cihad rûhunu ortaya koymayacaksa doğrusu yazık bize!..

O hâlde elimizle bir şeyler yapamadığımızda duâya sarılmalı, istiğfâra yönelmeliyiz. Burada bir kıssa anlatmama müsaade edin lütfen:

Hasan-ı Basrî Hazretleri’ne bazı sıkıntıları olan kişiler müracaat ederler. Kimi der ki:

“–Efendim, benim çok fazla maddî problemim var, ne yapayım?”

O zât der ki:

“–Evlâdım, çok tevbe ve istiğfâr et.”

Bir diğeri;

“–Efendim, amansız bir hastalığım var, ne yapayım?” sorar.

O yine;

“–Evlâdım, çok tevbe ve istiğfâr et.” der.

Kimileri de;

“–Hanımla geçinemiyoruz, ne yapayım?” “Çocuğum olmuyor, ne yapayım?” derler. O yine aynı cevabı verir. Orada bulunanlar duruma hayret ederler; her birinin sıkıntısı başka olduğu hâlde hepsine aynı şeyi tavsiye etmesinin sebeb-i hikmetini o muhterem zâta sorarlar. O da cevaben;

“–İstiğfar öyle bir anahtardır ki, açılmaz kapılar onunla açılır.” buyururlar ve Nûh Sûresi’ndeki istiğfar tavsiyesini hatırlatırlar.

Zaten bu konuda İki Cihânın Rasûlü -aleyhissalâtü vesselâm- Efendimiz de buyuruyorlar ki:

“Bir kimse istiğfârı dilinden düşürmezse, Allah Teâlâ ona her darlıktan bir çıkış, her üzüntüden bir çıkış yolu gösterir ve ona beklemediği yerden rızık verir.” (Ebû Dâvûd, Vitr, 26)

Dolayısıyla yeni gireceğimiz senede; kendimiz, ailemiz ve ümmet-i Muhammed adına çokça tevbe ve istiğfâr etmeliyiz. Bizim için açılacak yeni amel defterimize, yüce Rabbimiz’in rızâsına uygun ameller yazdırmamızı, Allah -azze ve celle-’nin gazabından muhafaza olunmamız için duâlar isteyelim. Bu yeni senede; nefsimizin azgın isteklerimizin kölesi olmaktan, kovulmuş şeytanın içimize fısıldadıklarından, hile ve oyunlarına kanmaktan yüce Mevlâ’dan bizleri muhafaza etmesi için duâlar ederek Rabbimiz’den yardımlar talep edelim inşâallah.

HİCRETİ ANLAMAK

İlk defa mü’minlerin adâlet sembolü emiri Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ın hilâfeti zamanında, «hicret» İslâmî takvim başlangıcı olarak kabul edilmiş ve; «1 Muharrem», müslümanlar arasında hicrî takvimin başı olmuştur. Daha sonraki senelerde, mü’minlerin Kur’ân’a ve Sünnet’e gönülden bağlılıklarının sonucu olarak; hicreti, hicrî yılı, Muharrem ayını müslümanlar hep ihyâ etmişlerdir.

Rasûlullah -aleyhissalâtü vesselâm- Efendimiz’in, Rabbinden aldığı kutlu daveti insanlara anlatması yani tebliğ hakikati vazifesini îfâ ederken, kendi kavmi tarafından pek çok zulüm ve baskıya uğratılmıştı. Bunun neticesinde istemeye istemeye çok sevdiği Mekke şehrinden Medine şehrine «hicret» etmek zorunda kalmıştı.

Muharrem ayı denince akla, kutlu «hicret» hâdisesi geliyor.

Nedir «hicret»? Bugün «hicret»e nasıl bakmalı? «Hicret»i nasıl anlamalıyız?

«Hicret» sözlükte; bir yerden başka bir yere göç etmek mânâsında kullanılırken, dînî mânâda; Rasûlullah -aleyhisselâm- ve ashâbının müşriklerin ağır baskı ve zulümlerinden kurtulmak için doğup büyüdükleri Mekke şehrinden Medine’ye göç etmeleri, demektir.

Peki, bu mânâda «hicret» baskıdan, zulümden kaçış mıdır? Böyle mi anlamalıyız?

Tabiî ki, hayır. «Hicret» zorluklardan kaçış değil, bilâkis müslümanların hakkı ve hakikati hâkim kılacak ortama kavuşarak, mücadele zemini oluşturmaya mekân hazırlamalarının adıdır. Hicret; Mekke’deki zulüm taassubunu kırarak, insanlığı iki dünya bahtiyarlığına eriştirecek sistemi kurmak için atılan adımdır. Hicret; haksızlığa mâni olmak, mazluma sahip çıkmak, adâleti ve kâmil düzeni oluşturma zeminini temin etmektir. Hicret kaçış değildir, tam tersine hicret Hakk’a koşuştur.

Hicret zihnî bir hareketliliktir, bu olmadan fizîkî hicret gerçekleşemez. Önce zihinler Hakk’a rucû edecek gerisi için de, gereken yapılacaktır. Müslümanlar dün olduğu gibi bugün de; İslâm’a, Kur’an hakikatlerine, îmâna, sünnete hicret etmelidir. Bunun için her türlü fedâkârlığa hazır olmalı. İslâm’ın ilk yayıldığı senelerde müslümanlar, ne kadar değerli şeyleri varsa hepsini bırakarak Medine’ye hicret ettiler. Bu kudsî bir yolculuktu. O kudsîler câhiliyye bataklığından İslâm’ın güzelliklerine yürüdüler. Müslümanlar; bulundukları beldede İslâm’ı düzgün yaşayacak ortam bulamayınca, Kur’ân ve Sünnet’i güzel yaşayabilecekleri beldeye gittiler. Bu, müslümanlar için bir çıkış yolu olmuştu. Onların tek isteği, Kâinâtın Mutlak Hâkimi’nin memnun olacağı bir kul olma yolunda yürümekti.

Mekke’den Medine’ye hicretten önce de müslümanlara, Habeşistan’a hicret emri verilmişti. Aslında müslümanlar hicrete yabancı değillerdi. İnsanlık tarihi de, hicret hâdisesine yabancı değildir.

İlk insan, Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’ın çocukları Hâbil ve Kābil arasında geçen hak ve haksızlık mücadelesinde, Hâbil kardeşi tarafından öldürülmeyi göze alarak Hakk’a hicret etmişti. Kardeşi ise, yanlışlıkların baş müsebbibi olarak zihinlere kazınmıştı. (Bkz. el-Mâide, 28)

Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm- da, babasının ve kavminin putlarına tapmayıp, Âlemlerin Rabbine hicret etmiştir. (Bkz. el-Ankebût, 26)

Hazret-i Yûsuf -aleyhisselâm-, kadınların kendisine düzdüğü tuzak ve iftiralardan zindana hicret etmiştir. (Bkz. Yûsuf, 34)

Aynı şekilde Kur’ân’da bahsedildiği üzere; «Ashâb-ı Kehf», mevcut zulüm düzenine tâbî olmadıklarından mağaraya hicret etmişlerdir. (Bkz. el-Kehf, 14) Dolayısıyla her müslüman için olması gereken bir zihin ve fizik hareketidir hicret.

Bugün bizler de Kur’ân ve Sünnet’e muvâfık olmayan hâl ve davranışlardan, yanlış ve bâtıl inanışlardan, dînimize uygun olmayan örf-âdet ve geleneklerimizden Cenâb-ı Hakk’ın kanunlarına hicret edebiliriz, etmeliyiz. Haramlardan, günahlardan, her türlü meşrû olmayan menhiyattan, iyiye-güzele-hayra hicret edebiliriz. Bu yönüyle hicret; iyiliği ihyâ, hakkı yaşama, doğruya koşma hareketidir. «Başkaları ne der?» değil; «Rabbim ne der?» gerçeğinin ortaya konmasıdır. O zaman hicret, yalnızca İslâm takviminin başlangıcı değildir. Hicret; müslümanca bir duruş ve duyuş, müslümanca bir düşünüş ve yaşayıştır.

«Hicret; önce kalpte, zihinde, fikirde başlar.» demiştik. Sonra fiiliyâta geçince, ister istemez beraberinde, zulme karşı duruş gerçekleşir, bu kaçınılmazdır. Müslümanlar için hicret hakikatinde; kardeşliği sağlama, bir olma, iri olma, diri olma gerçeği göz ardı edilemez. O zaman müslümanlar arasında uhuvvet, vahdet oluşur; netice medeniyet, saâdet ve cennet gelir.

Hicret dâhilî mânâda da gerçekleşmeli. Nefs engelinden, şeytan tasallutundan, dünya câzibesinden Hakk’ın gerçek tecellî mekânı kalbe-yüreğe-gönle hicret de müslümanın kulluk hedefidir. İçteki putları yıkmak; hakikate varmak, hicretin bir başka boyutudur. Zaten müslümanlar, içlerinde hakikat sarayını inşâ etmeden, fizîkî hicreti başaramazlar. Hicreti her cihetle başaran sahâbe-i kiram efendilerimiz; mallarını-mülklerini terk ettikleri gibi hırslarını, ihtiraslarını her türlü dünyevî kaygılarını da terk ederek kâmil müslümanlar olmuşlardı. Biz de onların yolundayız elhamdülillâh.

Şurası bir gerçek ki, hicret bir hayat tarzıdır. Dünya devam ettiği sürece hicret devam edecektir. Çünkü Hak-bâtıl mücadelesi, adâlet ve zulmü hâkim kılma isteği, iyilik-kötülük yarışı bitmeyecektir. Hicret; her mekânda Hakk’ı hâkim kılma, zulmü bertaraf etme hareketi olduğu için, müslüman her dâim bu şuurda olmalıdır. Hâsıl-ı kelâm; hicret, bir öze dönüş yolcuğunun adıdır.

Yeni hicrî yılın, Allâh’ın ayı olan Muharrem ayının; müslümanlara hayırlar, iyilikler, güzellikler, başarılar getirmesini; ağlayan İslâm coğrafyasının yüzünün gülmesi ve izzetinin artmasına vesile olmasını Allah Teâlâ’dan niyaz ederiz.