“DOSTUMU BANA GETİR!”
YAZAR : Ahmet BEKLİ
Geçtiğimiz ay, Medîne-i Münevvere’den bir Rasûlullah âşığının vefat haberini aldık:
Sudanlı Tayfur Efendi…
Tayfur Efendi; Sudan’da yaşarken, Mekke-i Mükerreme’ye âşık olduğu için gönlüne Harameyn’e gitme arzusu düşer. Fakat yol masrafı için hiçbir imkânı olmadığından, gemicilere yalvara yalvara kendisini ve hanımını Cidde’ye götürecek bir gemi bulur.
Cidde’den Mekke’ye yetmiş kilometre yolu hanımıyla yürüyerek kat eder.
Yedi ay Mescid-i Haram’da ibâdet ü tâat ile meşgul olarak Mekke’de kalırlar. İmkânları olmadığı için karınlarını Zemzem ve kuşlara atılan yemlerle doyururlar.
Bir gün yatsıdan sonra Altınoluk’un yamacında otururken, mânâ âleminde bir müşâhede meydana gelir:
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Kâbe’den çıkar, yürür; Hazret-i Ebûbekir Efendimiz çıkar, yürür; Hazret-i Osman Efendimiz çıkar yürür. Son olarak Hazret-i Ali Efendimiz çıkar ve;
“Yâ Tayfur! Medine, Medine, Medine…” der.
Bu davetten sonra hanımıyla sabaha kadar ağlayarak tavaf ederler. Sabah namazını kılıp Medine yoluna düşerler. Daha şehirden çıkmamışlardır ki bir araba yaklaşır ve onları;
“–Yâ ahî tafaddal, Medine!” diye seslenerek arabasına davet eder.
Tayfur Efendi;
“–Para yok.” dediyse de, arabanın sahibi;
“–Para isteyen yok, siz buyurun.” der.
Hanımıyla birlikte arabanın arkasına binerler. Mekke-Medine arası 400 kilometre… Bu yolu ücretsiz niçin götürsün? Sorar:
“–Kardeş; sen bizden de ücret almadın, bizden başka yolcu da almadın. Sırf bizi götürmek için gidiyor gibisin. Bu işin sırrı nedir?”
Arabanın sahibi;
“–Ben rüyamda Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i gördüm. «Âşığımı bana getir!» buyurdular bu benim vazifem.” der.
Medine’ye varınca, ashâb-ı suffeyi mekân tutar. Cami kapanınca da Mescid’in yanındaki kaldırımlarda hanımıyla birlikte sabahlarlar. Bu genç Peygamber âşığı, o yıllarda Medine’de mücâvir ve ashâb-ı suffeye müdâvim olan Sâmi Efendi’nin dikkatini çeker. Hizmetlerindeki Musa Efendi’ye;
“–Şu genci bana getirin.” buyururlar.
Tayfur Efendi; Mahmud Sâmi RAMAZANOĞLU Hazretleri’nin sofrasına götürülür, orada kahvaltıya katılır. Bal, zeytin gibi bazı yiyecekleri ilk defa o sofrada yediğini söylemiştir.
Sonra Sâmi Efendi çağırır ve Tayfur Efendi ile bir odaya çekilirler. Görüşmeden sonra, Mahmud Sâmi Efendi Hazretleri, Musa Efendi’ye;
“–Bu gence ev tutun. Bir senelik kirasını ödeyin. Ev eşyası alın, erzak hazırlayın.” diyerek kâfî miktarda para verirler.
Musa Efendi -rahmetullâhi aleyh-, hemen arkadaşlara haber verir, ev tutulur, erzak alınır. Tayfur Efendi, o evde yaşamaya başlar.
Biz Kayseri’deyken bize telefon ettiler. «Sâmi Efendi’nin yanına genç bir evliyâ gelmiş.» dediler. Umrede kendisini buldum. Kendimi;
“Ene Ahmed, veledü Sâmi Efendi…” diye tanıttım. Boynuma sarıldı, ağladı ağladı.
Rahmetli Ali KAPLAN Ağabeyle birlikte Tayfur Efendi’yi bu evinde ziyarete gittik, duâsını istirham ettik. Bize içi pirinç doldurularak hazırlanmış bir kuzu ikram etti. Kendisi ise sadece bir pirinç tanesi ile iktifâ etti.
Hayatı boyunca Ravza’nın bir türbedârı gibi yaşadı. Son dönemlerinde hastalandığı zaman;
“–Aman beni hiçbir yere götürmeyin, ciddîyim beni götürmeyin, beni buradan ayırmayın!” diyerek bütün muzdarip hastalığına rağmen Medine’den ayrılmadı.
Tayfur Efendi, geçtiğimiz ay Medine’de vefat etti.
Allah ganî ganî rahmet eylesin. Rûhu için üç İhlâs bir Fâtiha okuyalım.