Muhabbet Bağının Gülü: VEFÂ

Ali AĞIR aliagir70@gmail.com

İslâm, fıtrat dînidir. Hayatın ulvî değerlere göre yaşanabilmesi, insanlar arasındaki münasebetin en güzel şekilde devam edebilmesi, ancak fıtrata uygun şekilde yaşamakla mümkündür. İnsan, yaratılış gayesinden uzaklaştıkça ve özünden koptukça, insan olma vasfını da yitirmeye başlar.

Güzel ahlâk, insanı insan yapan fazîletlerin bütünüdür. Îmanlı olan biri; ancak güzel ahlâklı olursa, kulluğun zirvesine vararak insân-ı kâmil olabilir. Güzel ahlâkın şubelerinden biri de şüphesiz vefâdır.

Vefâ; dostluk ve muhabbette sebat etme, sevgide süreklilik, bağlılık ve sadâkat, sözünde durma, verilen sözü yerine getirme, samimiyet gibi birçok mânâyı barındırır.

Kısaca vefâ; insanın sevgisine, sevdiğine, sözüne ve özüne sâdık kalmasıdır.

İnsan, diğer insanlarla alâka kurar. Yapılan iyilikler, yardımlar, fedâkârlıklar, birlikte geçirilen vakitler, kötü günlerdeki maddî ve mânevî destekler zamanla iki insan arasındaki yakınlığı ve muhabbeti artırır. Dostluğun kapısını aralar. Birbiriyle dost olabilenler; dostlarıyla güler, dostlarıyla ağlarlar.

Mademki vefâ, bağlılık ve sözünde durmadır. İnsan, o zaman; ilk olarak Rabbine karşı vefâlı olmalı, «bezm-i elest»te verdiği söze sâdık kalmalıdır.

Allah -celle celâlühû-; insana bir hayat bahşetmiş, sayısız nimetlerle etrafını donatmış, onu hiç yalnız bırakmamıştır. Ondan sadece kulluk yapmasını istemiş ve kulluğunun karşılığında da ona cenneti vereceğini beyan etmiştir. Gafletten uzaklaşmak, imtihanlara sabretmek, nimetlere şükretmekle birlikte Hakk’a yakınlaşmak için duâ ve ibâdet etmek kulluğun gereğidir.

Mü’min; Peygamber Efendimiz’e de vefâlı olmalıdır. Çünkü O; âlemlere rahmet olarak gönderilmiş, insanlığın kurtuluşunu kendine dert edinmiş, ümmetine duâlarını eksik etmemiştir. O’na vefâ; ancak O’nun ahlâkıyla ahlâklanmak, hayatından hissedar olmakla mümkündür.

Anne-babaya vefâ, oldukça ehemmiyetlidir. Onlar; evlâtlarını yetiştirmek için gecelerini gündüzlerine kattılar, nice sıkıntılarla büyüttüler, her zaman evlâtlarının yanında oldular. Hayattalarsa onların hizmetinde bulunmak, vefat ettilerse duâlardan mahrum bırakmamak gerekir.

İnsanın eşine vefâsı ise çok özel ve güzel bir hâldir. Sevgiyle kurulan yuvaların aynı güzellikte devam edebilmesi; vefâya, anlayışlı olmaya ve fedâkârlığa dayanır. Maalesef günümüzde aileler; vefâsızlık sebebiyle dağılmakta, sonrasında sıhhî ve rûhî birçok problem ortaya çıkmaktadır. Bu durumdan en fazla zarar görenler ise çocuklardır.

Aynı hânede büyüyen, aynı sofrada yemek yiyen, açlığı ve tokluğu paylaşan, iyi-kötü birçok hâtıranın merkezinde yer alan kardeşlere de vefâlı olunmalıdır.

Bir arkadaşımdan zaman zaman duyduğum bir söz vardır:

“–Bazen kardeşlerimle aramda sıkıntılar yaşanır, haksızlıklara maruz kalırım. İçimden bir ses bana şunları söyler:

«Yıllardır hep böyle olmaktadır, artık bırak git, bundan kurtulman ancak bütün bağları koparmanla mümkündür. Yoksa ömür boyu bu sıkıntılardan kurtulamazsın!»

Ne zaman böyle bir düşünceye kapılsam ve ardından biraz tefekkür etsem âyetler ve hadîs-i şerifler karşıma çıkar ve;

«Senin buna hakkın yok, rahmete şükrettiğin gibi zahmete de katlan. Hani mü’min sabırlı ve vefâlı olurdu, nerede senin vefân?» diye sorar. Mâzîdeki hâtıralarım canlanır, gözlerim yaşarır. Hemen istiğfâr eder, bu düşünceden vazgeçerim.”

Akrabalarımıza, arkadaşlarımıza, milletimize, şehidlerimize, vatanımıza, bayrağımıza, ömrünü ilim yoluna adamış ve ilmin bize ulaşması için elinden geleni yapanlara da vefâlı olmamız zarûrîdir. Vefâ her ne kadar zor olsa da mükâfâtı büyük olacaktır.

“Şüphesiz ahde güzel bir şekilde vefâ göstermek îmandandır.” (Hâkim, Müstedrek, I, 20)

Vefânın zirvesi Hakk’a olan vefâdır. Hakk’a vefâlı olanlar; ailesine de, dostlarına, insanlara da velhâsıl bütün yaratılanlara vefâlı olurlar. Hakk’a nankör olanın kimseye vefâsı olmaz.

Günümüzdeki güvensizliğin, huzursuzluğun en büyük sebeplerinden biri de vefâsızlıktır. Arkadaşlıklar, sevgiler, sadâkat günlük menfaatlere kurban edilmektedir. Vefâsız insanların çokluğu sebebiyle münasebetler zarar görmekte, yardımlaşma ve dayanışma rûhu yara almakta, insanlar birbirinden uzaklaşmakta ve gittikçe yalnızlaşmaktadırlar.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, diğer güzel hasletlerin olduğu gibi vefânın da sultanıdır.

Asr-ı saâdete gidelim ve yazımızı gözlerimizden yaşların süzülmesini sağlayan güzel bir hâdiseyle noktalayalım:

“Peygamberimiz, hicret etmek mecburiyetinde kalarak ayrıldığı Mekke’yi 8 yıl sonra fethetmişti. Fetihten sonra da Mekke’de on beş gün kalmıştı.

Bu arada ensardan bazıları endişelendiler. Acaba Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir daha Medine’ye döner miydi?

Çünkü Allah Teâlâ, O’na doğup büyüdüğü mübârek ve mukaddes yerin fethini nasîb etmişti.

Safâ Tepesi’nde duâ etmekte olan Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, ensâr-ı kirâmın bu tedirginliğini sezdi. Duâsı bittikten sonra onların yanına gelerek;

«–Konuştuğunuz nedir?» diye sordu.

Onlar da endişelerini dile getirince, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- büyük bir vefâ örneği sergileyerek şöyle buyurdu:

«–Ey ensar! Öyle bir şey yapmaktan Allâh’a sığınırım. Ben sizin memleketinize hicret ettim. Hayatım hayatınız; ölümüm de sizin yanınızdadır.»

Bu ifadelerden sonra ensârın endişesi zâil oldu.” (Müslim, Cihâd, 84, 86; Ahmed, II, 538)*

Rabbim bizleri; Zâtına, Habîbi’ne, anne-babasına, ailesine, akraba ve arkadaşlarına, vatanına ve milletine vefâlı olanlardan eylesin.

__________________________

* Osman Nûri TOPBAŞ, O’nun Muhteşem Ahlâkı, Yüzakı Yayıncılık, s. 257, 258.