TAKLİT ve NESİL EMNİYETİ

Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

Taklit mefhumunun uzun süredir toplumumuzda bir hastalık hâlinde yerleştiğini esefle görmekteyiz. Taklit hastalığının kaynağının batı âlemi olduğunu herkes biliyor. Şüphesiz batılıların ve diğer toplumların güzel yanları vardır. Fakat hiç şüphe yok ki, onların bizim değerlerimize uymayan kötü tarafları daha fazladır.

Kâinâtın Sultanı Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-’dan rivâyet edilen şu mübârek sözler konuya ışık tutar mahiyettedir:

“İlim, hikmet mü’minin yitik malıdır, onu nerede bulursa alır.” (Tirmizî, İlim, 19; İbn-i Mâce, Zühd, 17) İyi ve doğru davranışların, bilgilerin alınması, insan olarak bize yaraşandır. Fakat bu yapılırken, toplumda yaşayan değer ve ölçüler hiçe sayılmamalıdır. Mânevî, kültürel ve yerli değerlere aykırı davranış biçimleri, körü körüne taklit edilemez. O zaman toplumda yaşayan öz değerler birbirine girer ve bir kavram kargaşası yaşanır. Hattâ öyle ki; bu durum, o toplumda yaşayan insanların ruh sağlığını menfî etkiler. Neticede toplumu oluşturan fertler, dengeli ve kararlı bir yapı geliştiremezler.

Müslüman bir toplumda yaşayan anne, eğer taklit hastalığına yakalanmışsa, çocuğunu öz değerlerine ters davranışlarla terbiye ederek, kendisinde mevcut yanlışlarla çocuğunu eğitecektir. Bize yakışmayan farklı değerlerle çocuğunu yetiştiren annelerin sayısı arttığında; toplumun genel değerlerinde bozulmalar, çözülmeler hattâ yıkılmalar söz konusu olacaktır. Bugün bizim toplumumuz, maalesef bu durumdadır. Söz gelimi; genel toplum değerlerini hiçe sayacak şekilde programlar düzenleyen medyada güya çocuklara yönelik ismiyle dikkat çeken; sözüm ona (!) aile dizilerindeki şahısların, ne annesi ne de çocukları ve ne de diğer özellikleri bizim toplumumuzun aile tipini yansıtmıyor. Oradaki anneler bizim annelerimizin misallerini oluşturmadığı gibi, çocukları da bizim çocuklarımızın değerlerini kesinlikle taşımıyor. Ancak, seyredile seyredile oradaki yanlışlar önceleri garip gelse de, sonraları farkında olmadan insanımıza yerleşiyor. Derken; ailelerin kıymet hükümleri değişiyor, çocuklar oradakiler gibi konuşmaya başlıyor, onlar gibi davranışlar sergiliyorlar. Bu hâl toplumda bir başkalaşım oluşturuyor.

Buna benzer; öğretmen-öğrenci, öğrenci-öğrenci arasındaki saygı-sevgi ilişkilerini çaktırmadan ifsâd eden diziler var. Bu dizilerde insanları güldürerek, mevcut değerlerimizi altüst eden durumlar mevcuttur. Eskiden, inceliklere dikkat eden zarif, hassas insanların yerini; bugün ne yazık ki kaba saba, hoyrat, küfürlü konuşan insanlar aldı. Ağza alınmaz küfürler ve müstehcen lâfızlar ulu orta hemen her dizide fütursuzca sarf edildiğinden, gençliğin konuşma tarzı bile bu şekle dönüştü. Hattâ bilhassa gençlerimiz giyim kuşam şeklini değiştirerek, tâbiri câizse kabadayılara, -dizilerdeki gibi, ceket giyimine kadar- benzemeye çalışıyorlar. Bunlar hakikaten vahim durumlardır. Sonuçta cemiyetteki mevcut güzellikler bozularak, değer kargaşası yaşanır olmuştur.

Hiç şüphesiz her toplumun kendine has kaideleri vardır. Batı toplumuyla doğulunun değerleri ve inançları farklıdır. Bir Amerikalıyla, Avrupalının değerleri de ayrıdır. Ancak ortak insânî değerler paydasında buluşulabilir. Bizim söylemek istediğimiz; mânevî, kültürel, örfî değerler her millette farklılık arz eder. Medyanın; hazırladığı programlarla halkın genel değerlerine ters düşmeyen yayınlar yapması gerekir. Bu, nesil emniyeti ve toplum ruh sağlığı için de çok gereklidir.

Yine medyada; kim, nasıl köşeyi kolayca dönmüş, aldatmaca şekilleri, dolandırma usûlleri haber sûretinde, en ince detaylarına kadar gösterilerek anlatılıyor. Artık bunları duya duya, dinleye dinleye bir zaman sonra insanlara tabiî geliyor. Bu yanlışlar, normalmiş gibi farkında olmadan topluma yerleşiyor. Günümüzde doğruluk, dürüstlük, helâl rızık kazanma ve alın terinin yerini; yalan dolan, adam kayırma, haksız kazanç, kolay yoldan köşeyi dönme, rüşvet vb. durumlar almıştır. Herkesin başına bir polis dikmek mümkün olmadığına göre; her ferdin iradesinde yani rûhunda var olan kontrol mekanizmasını, dînî ve mânevî değerlerle harekete geçirecek bir eğitim modelinin icrâ edilmesi, emniyet mensuplarının da işini kolaylaştıracak en iyi çözümdür. Aksi takdirde yeni yetişen neslin ahlâkî yozlaşmadan etkilenerek, yanlış yollara başvuracağı âşikârdır.

Nitekim son araştırmalar, ülkemizde madde bağımlısı sayısının hızla arttığını söylüyor. 2007-2016 yılları arasında iki binin üzerinde kişi bu yüzden hayatını kaybetmiştir. Polis, narkotik şube yahut âdî suçlara bakan emniyet erbâbı hangi birine yetişsin! Bugün ne yazık ki iyilik, güzellik yerine kötülük ve kötü davranışlar yerleşmiştir. Hattâ güzel dînimiz; doğru kaynaklardan, güvenilir ellerle öğretilmediğinden, insanlarımız muharref bir din olan Hıristiyanlığı öğrenmeye, deizm ve ateizm bataklığına yönelmeye, sapık cereyanlara meyletmeye başlamıştır. Gelinen nokta gerçekten korkunç ve tehlikeli boyuttadır.

Senelerdir toplumumuzda şöyle bir telâkkî mevcuttur; «Batıdan gelirse, eyvallah!» ama; «İslâm’dan gelirse mümkünâtı yok!» Çok açık ve net ki, böylesi çelişkili ve toplum tarafından kabul görmemiş değerlerle çocuk yetiştirilemez. Yetiştirilirse, işte bugün içinden çıkamadığımız bozuk noktaya gelinir. Analar, Millî Mücadele’ye evlâtlarını tıpkı düğüne gider gibi kınalayarak gönderdiler;

“Ya şehid ol ya gazi!” dediler. Senelerce emek vererek büyüttükleri evlâtlarını, Allah yolunda vatanlarına armağan ettiler. Bu analarla, bir tarih yazıldı. İplik iplik çile yumağı analar… Fazîletli, fedâkâr, cefâkâr analar… Alnı secdeli, eli tesbihli analar… Zaferlerin gözükmeyen kahramanı, hakikî analar… Hakikî analık; çocuğu doğurup, yedirip, içirmek, giydirmek değil, geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızı fedâkâr, şuurlu ve sâlih bir gönülle kuşatmaktır. Bunu taklit hastalığına yakalanmış anneler nasıl başarabilir?

Bilinmelidir ki; bizim toplumumuzda yaşayan değerler, ölmeyen, hep yaşayan değerlerdir. Bu değerler; fıtrî ölçülere aykırı düşmeyen, bilâkis uygunluğu tartışma götürmez değerlerdir. Bu değerlerle destanlar yazıldı. Bu değerler millîdir, yerlidir, ahlâkîdir, örfîdir.

Aile mukaddestir. Aile içindeki fertler arasında öyle bir sevgi bağı vardır ki, bu sadece dünyaya yönelik değildir. İnancımızda aile uhrevî boyutuyla âdeta cenneti hatırlatan bir sevgi ocağıdır… Orada geleceğin teminatı güzîde nesiller yetişir. Ancak; günümüzde kitle iletişim araçları vasıtasıyla yapılan tahribat sonucu aile, ne yazık ki eski sağlamlığını yitirmiştir. Medyada, kadınlara yönelik özel programlarda, imrendirilerek anlatılan batı evliliklerinde; kadınların hoşlanmadıkları eşlerini nasıl aldattıkları ve bunun da çok tabiî olduğu işlendi senelerce. Bu, ailenin dinamitlenmesidir. Normal bir şey gibi gösterilen taklidin bu boyutu, içtimâî felâketlerin habercisi olmuştur.

Batıda aile terbiyesi yönüyle; sevgi saygı bakımından donuk, sönük, candan olmayan ve bizim ahlâkî değerlerimizle hiç bağdaşmayan bir yol izlenmektedir. Aile fertleri arasında aşırı denecek kadar serbestiyet vardır. Birbirlerine karşı olan sorumlulukları da, çok özgürcedir. Batı ailesinde; eşlerin birbirine sadâkati yerine vefâsızlığın, evlâtların ebeveynlerine karşı sevgi ve hürmeti yerine bağımsızlığın ön plâna geçtiği davranışlar hâkimdir. Çocuklar gençlik hevesâtının doruk noktası olan 18 yaşına geldiklerinde; kendi başına buyruk olup, canlarının istediği gibi yaşayabilmekteler. Bu, batının değerlerinde normaldir. Böylesi menfî değerlerin bize taklit yoluyla yerleştirmeye çalışılması, ne büyük talihsizliktir!

Uzun senelerdir, basın-yayın-medya ahlâkının sınır tanımayan tavırları; insanlarımızın, gençlerimizin idraklerini köreltti, ideal duygularını yitirmesine sebep oldu, düşünme melekelerini kaybettirdi, hâfızalarını zayıflattı, akıl ve mantık yürütme şuurlarını sıfırladı. Dolayısıyla toplum kalkınmasında yavaşlayan, ancak ilerlenemeyen bir süreç gelişir oldu. Üzerimizde oynanan oyunların farkında olup taklit hastalığından artık silkinmemiz gerekiyor.

Bu, bir ahlâkî çöküntüdür. Gençler batıda aşırı özgür olduklarından her türlü menhiyâtın içindeler. Daha küçük yaşlardan itibaren içki, fuhuş ve uyuşturucu onların baş belâsıdır. Hattâ batılı ülkeler; gençleri içine düştükleri bu iğrenç ve kabul edilemez durumdan kurtarmak için hükûmetler bazında çeşitli tedbirler almaktadırlar. İsviçre’nin meşhur parklarında geceleyin; içen, uyuşturucudan ve fuhuştan uyuşmuş, kokuşmuş gençler sabahlamaktadır. Vazifeliler; sabahleyin parktaki pis kokulu gençleri kamyonlara doldurarak şehrin dışına çıkarıp, sonra da parkı güzel kokulu sabunlarla yıkamaktalar. Ziyarete gelen turistler parka hayranlar, ama parkın geceki hâlini görseler herhâlde gözlerine inanamazlar. «Dışı seni yakar, içi beni yakar.» misâli… Maalesef imrendiğimiz batının hâli bu…

Annelerimiz; kılık kıyafet yönüyle de, batının özgür ve aşırı serbest giysilerini kullanma hususunda taklitçi olmamalıdır. Annelerimiz; câzip, dikkat çekici, şuh giysileri kullandıklarında, mânevî cihetlerinin zedeleneceğini unutmasınlar. Günümüzde genç babalarımız ya da delikanlılarımızda da aynen hanımlar gibi, süslü püslü, dikkat çekici câzip giysiler ve acayip saç modelleri görülmektedir. Yine bu genç erkekler, devamlı kuaföre giden bayanlar gibi saçlarını dik dik yahut kıvırcık yaparak veya saç sağlığını tehdit eden saç makyaj malzemelerini kullanarak, kendilerini erkek görüntüsünün dışında değişik bir kılığa sokarak güzel olduklarını sanmaktalar. Oysaki ne kadar komik bir görüntüye sahip olduklarının farkında değiller. Günümüz gençliği önü alınmaz bir moda çılgınlığının içindedir. Erkekler de artık kaş aldırmakta, vücudu saran dar pantolon ve gömlekleri tercih etmekte, güzellik merkezlerinde bakım yaptırmaktalar.

Bugün kadınları erkekleştirerek, erkekleri de kadınlaştırarak onların fıtrat güçleriyle oynanmaktadır. Günümüzde beyli hanımlı herkesin birbirini taklit etmesi sebebiyle fıtratlar bozulmaktadır. Bu câzip görünen bir tuzaktır. Topyekûn insanlık, bazı çıkar çevrelerinin menfur emellerine kurban gitmektedir. Lütfen akıllı olalım! Haydi kadınlar duygusallıkları ve hislerinin aktifliğinden tuzağa düştüler. Peki, erkeklerimize ne oluyor? Ne çabuk kanabiliyor ve bu tuzağı nasıl fark etmiyorlar?

Oysaki her fert, görüntüsüyle değil şahsiyetiyle dikkat çekmeli. Moda nedir? Moda denen şey taklittir. İnsanlar, gençler; kendilerine yakışıp, yakışmadığına bakmadan körü körüne, israf ve insaf sınırlarını şuursuzca aşarak, âdeta modanın tutsağı olmuştur. Bir de kendilerini özgür sayıyorlar, ama bir moda evinin ürettiğini ve aynısından binlerce kişinin giydiği şeyi giyebiliyorlar. Böyleleri âdeta piyasanın kölesi olmuş durumdadır. Bu hastalık bizi derinden yaralıyor. Modada ihtiyaçlar söz konusu değil, tamamen keyfîlik hâkimdir. Kadın olsun erkek olsun herkes; kendine yakışanı ve kendini komik duruma sokmayan şeyleri, helâl dairesi sınırları içinde kullanabilir. Fakat bunun ölçüsü, zaman ve mekâna göre hesap edilmelidir. Hele de bu fertler anne-baba iseler…

Bizim değerlerimize uygun olmayan aşırı serbest kılık kıyafetlerin ve son derece dikkat çekici makyaj ve süs eşyalarının kullanılması hususunda, bilhassa anne ve babalar ciddiyet sahibi olmalıdır. Memleketimizin ve geleceğimizin teminatı olan yavrularımıza, tıpkı bir hamur gibi şekil veren anne ve babalarımızın taklitçi olmaması, öz değerlerini yaşayıp, yaşatmaya çalışması nesil emniyeti açısından çok ehemmiyetlidir.

Çocuğun öğrenme süreci, özdeşleşme ve taklitle başlar. Çocuk dünyayı anne-babasının açıkladığı biçimde görür ve algılar. Bunun yanı sıra onların tepkileriyle dünyayı ve insanlığı tanır ve öğrenir. Bütün bunları sağlayabilmek için anne-babaların çocuk yetiştirme konusunda kendilerini geliştirmeleri şarttır. Eskiden annelerimiz çocuk yetiştirme konusunda ders almamış veya kitap okumamışlardı. Ancak o zamanlarda çocuk yetiştirmek herkesin yaptığı bir işti ve çocuklar büyük aileler içerisinde yetişiyordu, akrabalar birbirlerine yakın oturuyordu. Bu yüzden çocuklarla ilgilenmek günlük, olağan işlerdendi. Fakat günümüzde çekirdek aile yapısı yaygınlaştığı gibi değer yargıları ve aileyi oluşturan âmiller çok değişmiştir. Yanı sıra kitle iletişim araçları çok gelişmiştir. Bu sebepten evlât yetiştiren anne ve babaların çok titiz ve çok hassas davranması elzemdir vesselâm.