MESNEVÎ -16-

Z. Özlem ABAY o.abay@hotmail.com

«SONUNDA KABRE ÇIKAR BU YOLUN KIVRIMLARI.»*

Günler geçtiyse geçsin, hiç de yoktur korku, / Sen kal, ey o kimse ki senin gibi pak olanı yoktur.

Bu beyt-i şerif insân-ı kâmilin sözleridir. Cenâb-ı Hakk’ın zâtını; aklımız, idrâkimiz kavrayamaz, âciz kalır. O yarattıklarından hiçbirine benzemez. Allah -celle celâlühû- mekândan ve zamandan münezzehtir. O; Evvel, Âhir ve bâkî olandır. Bütün yaratılmışlar zaman ve mekânla sınırlıdır. Hepsinin bir ömrü vardır. Ecelleri gelince ölürler. Öldükten sonra Allah tarafından hesap günü için yeniden diriltilirler. Bu yüzden insan için, ömrü çok kıymetlidir. Bütün varlıklar vazifesini yerine getirip öldüğünde bir bitişi yaşarken, insan için yeni bir başlangıç vardır. Ebedî âlem başlamaktadır. Ebedî âlemin mükâfâtının azap mı ceza mı olacağı ise, hayatın nasıl yaşandığına bağlıdır.

Doğan her yeni gün, bize verilen bir nimettir. Bu doğan günde, insanın hangi ameli işleyeceği ise, tamamen kendi iradesine bırakılmıştır. Zaman su gibi akıp geçmektedir. Bunun için de ânı yaşamak ve ânın hakkını vermek gerekir. Tasavvufta buna;

«İbnü’l-vakt» yani vaktin çocuğu olmak denir. Merhum Mehmed Âkif mısralarında bunu şöyle dile getirir:

Geçen geçmiştir artık, ân-ı müstakbelse mübhemdir,
Hayâtından nasîbin: Bir şu geçmek isteyen demdir.

Zamanı boşa geçirmek de, mârifet zevkine varıp hayırlı amel işlemek de insanın elindedir. Mevlânâ Hazretleri buyurur ki:

“Hayatın birçok günü geçip gittiyse; olan oldu, biten bitti. Geçmişe teessüf etmenin faydası yoktur. Vakti nazar-ı dikkate almalı, kâmil bir mürşidin elini tutmalıdır. Geçen günlerin hiçe inkılâb etmesi, ehemmiyetli bir şey değildir.”

Güzel bir kul olabilmek, bu âleme güzel bir kul olarak vedâ edebilmek için, ömrü son nefese hazırlamak gerekir. Hüner son nefeste. Necip Fazıl’ın şiirinde dile getirdiği gibi:

O demde ki; perdeler kalkar, perdeler iner,
Azrâil’e; «Hoş geldin!» diyebilmekte hüner…

Âhiret hayatında mutlu olabilmenin yolu; bu fânî ömrü, amel-i sâlihlerle takvâ üzere yaşayabilmektir. Bunun için de mâzîye bakarak ümitsiz olmadan, her ânı yeni bir fırsat olarak bilmek gerekir. Buyurulmuştur:

“Kişi yaşadığı hâl üzere ölür ve öldüğü hâl üzere haşrolunur.” (Münâvî, V., 663)

Bunun çok güzel bir örneğini Osman Nûri TOPBAŞ Hocamız, Son Nefes isimli eserinde şöyle anlatır;

“Adapazarı’nda bir müezzin efendi; Musa Efendi -kuddise sirruhû-’nun bir ziyaret sohbetine, öğle namazındaki vazifesini ikmâl ettikten sonra gelmekte iken, bindiği bisikletle kendisine yanan yeşil ışıkta yolun diğer tarafına geçmektedir. Bu esnada çok hızlı gelen ve ona yanmakta olan kırmızı ışıkta duramayan bir başka araç, çok süratli olarak müezzin efendiye çarpar. Çarpmanın şiddetinden ötürü müezzin efendi havalanıp yere düşerken; son nefesinde, bu dünyaya ait son ifade olarak, hem çarpan şoför hem de yol kenarındakiler tarafından duyulmuş olan şu cümleyi sesli ve iştiyaklı bir edâ ile haykırır:

«–Sana geliyorum Rabbim!»

İşte bütün mesele, ömrü son deminde sürur ve huzurla Allâh’a götürebilmek yani herkesin korkulu rüyası olan o demde sevinç duyarak; «Rabbim Sana Geliyorum!» diyebilmektedir.” (Son Nefes, s. 16)

«SANA GELİYORUM RABBİM!»

Son nefeste Rabbimiz’e gittiğimiz şuuru ile son nefesi verebilmek için, bir ömrü bu şuurla yaşayabilmeyi Rabbim cümlemize nasip etsin. Âmîn…

Bu şuuru yakalayabilmenin yolu; «İbnü’l-vakt» olabilmekte gizlidir. Yani vakti Rabbimiz’in istediği şekilde geçirebilmek ve vaktin hakkını verebilmek gerekmektedir. Bunun için de ibâdet edilmesi gereken zamanda ibâdet, şükredilmesi gereken anda şükür ve sabır gerektiren imtihanlarda sabır dersini çalışmalıyız. Bütün bunları da âyet-i kerîmede buyurulduğu üzere;

“Nerede olursanız olun; O, sizinle beraberdir.” (el-Hadîd, 4) şuuruyla yaşamak gereklidir. Kişi nerede olursa olsun, Allah ilmi ile onu kuşatmıştır ve kimse bunun dışına çıkamaz. Hadîs-i şerifte buyurulur ki:

“Kişinin en üstün îmânı; nerede bulunursa bulunsun, Allâh’ın onunla beraber olduğunu bilmesidir.” (Kenzü’l-Ummâl, 1339)

Hazret-i Musa;

“–Ey Rabbim! Sen’i nerede bulabilirim?” diye niyâz etti. Allah Teâlâ buyurdu ki:

“–Ey Musa! Bana ulaşmaya niyet ettiğinde Bana ulaşmış bulunursun.” (Rûhu’l-Beyân, c. 20, s. 450)

Kişinin ömrünü Allah ile beraberlik şuurunda yaşaması; kalbî olarak Allah’tan gafil olmamasıdır. Bunun idrâkinde olan insan; zamanını rastgele, suyun önünde akıp giden çöp gibi ya da rüzgârın savurduğu yöne giden yaprak gibi yaşayamaz. Aksine iyisiyle kötüsüyle; yaşadığı hayatı tefekkür edip, aldığı her nefesi nimet bilerek istikbâlini inşâ eder.

Geçmişe hayıflanma, geleceğe ait kaygılar; bizi ânın hakkını vermekten alıkoyar. Bu yüzden; «Bizden şu an ne bekleniyor?» sorusunu sorarak ânın hakkını verebiliriz. Uhud Savaşı’nda bunun canlı bir örneği yaşanmıştır:

“Uhud Savaşı’na katılmak isteyen bir kişi Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e sordu:

«–Yâ Rasûlâllah! Savaşa katılayım ondan sonra mı müslüman olayım yoksa önce müslüman olup sonra mı savaşa katılayım?» Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-Efendimiz;

«–Önce müslüman ol, sonra savaşa katıl!» buyurdu. (Buhârî, Cihâd, 13)

Üsayrim ismindeki bu sahâbe; müslüman oldu, savaşa katıldı, şehid düştü. Ebû Hüreyre’nin bu zâtı kastederek;

«–Hiç namaz kılmadan cennete giren var mı, varsa kimdir?» diye sorulsa; «Bu kişiyi gösteririz.» dediği nakledilir. Hiç namaz kılmadı; çünkü namaz vakti geçmedi üzerinden. Müslüman oldu, savaşa katıldı, şehid oldu, doğruca cennete gitti.” (Müsned, IV, 293; Amr b. Sabit, TDVİA)

SON NEFES!

Kişinin hayatının son demi; âkıbetini göreceği son an; kendi gerçeğini idrâk edeceği son vakit… Bu demde hayatın her ânı bir film şeridi gibi geçer gözün önünden. Âhiret hâlimizin tercümanı, son kelimelerimiz olur. Ölümü bir hüsran olmaktan kurtarıp, vuslatın en nâdîde hâli olabilmesi için; kâinattaki zikre bizim de zikrimizle ve amelimizle katılmamız gerekir. Allah’tan gafil olarak;

“Rabbim Sana geliyorum!” diyebilmek mümkün değildir.

Rabbim; son nefesimizi buğusuz, berrak bir îmân ile verebilmeyi cümlemize nasip etsin. Âmîn…

Güzel bir kul olarak bu hayata vedâ edebilmek ve ebedî hayata uyanabilmek duâ ve niyazıyla yazımıza Necip Fazıl’dan mısralarla son verelim:

Yağız atlı süvari, koştur atını koştur,
Sonunda kabre çıkar, bu yolun kıvrımları.
______________________________
* Necip Fazıl KISAKÜREK