HIRS MI KANAAT Mİ?

Sami GÖKSÜN

Cihanın en üstün ve en şereflisi sıfatıyla yaratılan insan, hem dünyasını hem de âhiretini kazanmak durumundadır. Dünyası için çalıştığı gibi âhireti için de çalışacaktır. Zira dünya; âhiretin tarlası, ebedî hayatın başlangıç noktasıdır. Bu tarlayı ekebilmek, bu eşiğe emniyetle varabilmek için dünyanın da kazanılması lâzımdır.

Bu sebeple müslüman; dünya için çalışacak, ona hâkim olacak fakat dünyanın emrine, onun hâkimiyeti altına girip âhirete hazırlanmayı, Allâh’a karşı kulluk vazifelerini yapmayı ihmal etmeyecektir. Müslüman mal ve servet sahibi olmalı; mal ve servet ona sahip olmamalıdır. Kısaca dünya bir gaye değil, ebedî hayata hazırlanmak için bir vasıta olarak kullanılmalıdır.

Yüce Rabbimiz; Kur’ân-ı Kerim’de dünya ve içindekilerin aldatıcı, âhiret hayatının ise hakikî olduğu gerçeğine dikkat çekerek şöyle buyurur:

“Bu dünya hayatı, hakikatte sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir; âhiret yurduna gelince işte asıl hayat odur, keşke bunu bilselerdi!” (el-Ankebût, 64)

“Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür; kalıcı olan iyi davranışlar ise Rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı hem de ümit bağlamaya daha lâyıktır.” (el-Kehf, 46)

“Kadınlara, oğullara, yüklerle altına ve gümüş yığınlarına, iyi cins salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere olan düşkünlük isteği insanlara câzip gösterildi. Bunlar, dünya hayatının geçici birer metâından ibarettir. Asıl varılacak güzel yer, Allah katındadır.” (Âl-i İmrân, 14)

Âyet-i kerîmeler açıkça bize gösteriyor ki; dünya fânî, âhiret ise ebedîdir. İnsan; fânîye, yetecek kadar; bâkîye ise, çok ama çok çalışmalıdır. Her ikisi de dünyada kazanılır.

Bu kazançları gerçekleştirirken dünyanın öne geçip de âhiret gayretlerini baltalamasına izin vermemek adına, kanaat ve hırs meselesine çok dikkat etmeliyiz.

Kanaat; yeme, içme ve servet kazanma hususunda aşırıya kaçmamak, kısmete rızâ göstermek, orta yolu seçmektir.

Bu noktayı yanlış anlayanlar da çıkıyor. Kanaat; az ile yetinmek, tembellik ve miskinlik içine gömülmek, fakir yaşamaya çalışmak değildir. Bilâkis elimizden gelen gayreti gösterdikten sonra yüce Mevlâ’mıza tevekkül ederek hakkımıza râzı olmak, başkalarının hak ve kısmetine göz dikmeden gönül huzuru içinde yaşamaktır. Kanaat; bitmez, tükenmez bir hazine, gerçek bir zenginliktir.

Sevgili Peygamberimiz bu hususta şöyle buyururlar:

“Asıl zenginlik; malın çokluğu değil, kalp zenginliğidir.” (Buhârî, Rikāk, 15)

Durum böyle iken bir müslüman; dünya lezzetlerinin, nefsânî arzuların içine dalarak hak, hukuk demeden mal peşinde koşar, dînini, îmânını ve kulluk vazifelerini ihmal ederse hem kanaat hazinesini terk etmiş hem de kalbini maddî ihtiraslarla öldürmüş olur. Bu ise bir müslüman için, yürekler acısı bir durumdur.

Kanaatin zıddı olan hırs ise, bir şeye gösterilen aşırı rağbet ve bağlılıktır. Geçici nimetlere gereğinden fazla bağlanmak, dünyaya hırsla sarılmak; dînimizce hoş görülmemiştir. Zira her şeyi dünya penceresinden gören, mal ve servet elde etmeye hırsla bağlanan kimse; Allâh’a karşı vazifelerini ihmal edebileceği gibi, menfaati uğruna her türlü cinayeti, haksızlığı rahatsızlık duymadan işleyebilir. Bu noktada yanlışları yaptıran, çoğu zaman hırstır.

Bu sebepledir ki Sevgili Peygamberimiz; müslümanları, mal, mülk, mevki ve servet ihtirasından şiddetle sakındırarak şöyle buyurmuşlardır:

“İhtiras ve cimrilikten sakının!

Zira hırs sizden evvelkileri helâk etmiştir.” (Müslim, Birr, 56)

“Altın ve gümüşün kulu olan kimse helâk olmuştur.” (Buhârî, Rikāk, 10)

“Allâh’ım! Muhammed ailesine, ancak yetecek kadar rızık ihsân et!” (Buhârî, Rikāk, 17; Müslim, Zühd, 18, 19)

“Rabbim Mekke ovasını benim için altın yapmayı teklif etti. Ben de şöyle dedim:

«–Hayır yâ Rabbî! Ancak bir gün doyayım, bir (veya üç) gün aç kalayım! Acıktığımda sana tazarrû ve niyazda bulunur, Sen’i zikrederim. Doyduğumda ise Sana şükür ve hamd ederim!” (Tirmizî, Zühd, 35/2362)

Böyle buyuran Peygamberimiz; dünya servetlerine kul olmayı, dünyevî kazançlara hırs göstermeyi sadece sözleriyle önlemeye çalışmamış, bizzat yaşayışıyla da bu hususta örnek olmuştur.

O ki; Arabistan Yarımadası’nın büyük bir kısmına hâkim olmuşken, istediği her şeyi temin etme imkânı varken; dünya hususunda tevâzuu, kanaatkârlığı, elde olanla yetinmeyi hiçbir zaman terk etmemiştir.

Hazret-i Âişe Vâlidemiz şöyle söyler:

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- peş peşe üç gün doyasıya yemek yememiştir. İsteseydik biz de doyabilirdik. Fakat Allah Rasûlü diğer ihtiyaç sahiplerini kendine tercih ederdi.” (Beyhakî, Şuab, III/62 [1396])

O, Allah Rasûlü ki mü’minlere şöyle nasihat eder:

“(Dünyaca) kendinizden aşağı olanları bakınız! Sizden üstün olanlara bakmayınız! Zira bu elinizdeki Allâh’ın nimetini hor görmemenize en lâyık olanıdır.” (Müslim, Zühd, 9)

“Müslüman olup da yetecek kadar malı olan ve Allâh’ın verdiğine kanaat eden kimse kurtuluşa ermiştir.” (Müslim, Zekât, 125)

O, Allah Rasûlü -sallâl­lâhu aleyhi ve sellem- ki; O’nun güzîde ashâbı da hayatlarında daima kanaat sahibi olarak yaşamışlar ve bu hususta güzel örnekler vermişlerdir. Bu sahâbelerden Basra vâlisi Utbe bin Gazvân -radıyallâhu anh- der ki:

“Ben Allah Rasûlü ile beraber bulunan yedi kişiden yedincisi olduğumu biliyorum ki, ağaç yaprağından başka yiyeceğimiz yoktu. Yaprak yemekten dudaklarımızın kenarları yara olmuştu.

Bugün ise her birimiz bir şehre vali olmuş bulunuyoruz. Ben kendimi büyük görüp de Allâh’ın yanında küçük olmaktan Allâh’a sığınırım.” (Müslim, Zühd, 14)

Ne güzel bir anlayış! Allâh’ım bizlere de nasip eyle!..

Hulâsa; Allâh’a inanmanın, yalnızca O’na güvenmenin ve Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i örnek edinmenin en güzel timsâli olan kanaat hazinesinden mahrum olmamalıyız. Hem dünyamızı hem de ebedî âlemimizi hüsrana dûçar kılacak hırsa ise hiç yaklaşmamalıyız.

Yüce Rabbimiz bizleri kanaatkâr eylesin. Hırs düşkünü olmaktan da muhafaza eylesin. Âmîn…