İNSANLIK, GÖZÜNÜ FEZÂYA DİKTİ!

Ömer Sâmi HIDIR samihidir@gmail.com

İnsan fıtratında merak hissiyâtı var. Bu sebeple insan, devamlı bir araştırma ve öğrenme iştiyâkı içerisinde. Allah Teâla’nın fezâya verdiği eşsiz ihtişam ve muazzam derinlik de asırlardır gözleri üzerine çekmekte…

Hayran kalınan tablolardan kat be kat güzel olmasının yanında, müthiş bir mekanizmaya sahip olması bizi hayrete düşürüyor. İlâhî kudreti heyecanla temâşâ ediyoruz…

Bir de bu muhteşem âlemi daha detaylı öğrenmek isteyen, öğrendikçe daha fazla merak eden insanlar var. Galileo bunlardan biri. Elindeki çift mercekli dürbün ile yıllarca fezâyı inceledi.

Bu incelemeler esnasında enteresan bir gözlemi olur:

Bir yıldız ve etrafında sanki ipe dizilmiş gibi üç nokta hâlinde parlak cisimler gördü. Bunu hemen defterine kaydetti. Ertesi gün tekrar o yıldıza baktı ve çevresindeki üç noktanın sırayı bozup aynı mesafede fakat farklı yerlerde olduğunu gördü. Uzun bir müddet bu gözleme devam eden Galileo netice olarak gök cisimlerinin merkez bir yıldız etrafında döndüğü hükmüne vardı. Sabırla yapılan gözlemler, insan ufkunda yeni kapılar açacaktı…

Gökyüzünü çıplak gözle seyrettiğimizde 5000 kadar yıldız görebiliriz. Bu bizim göz merceğimizin çapı ve görebildiğimiz ışık tayfı aralığı ile sınırlanır. Çünkü gözümüz kızılötesi ve morötesi ışık dalgalarını göremez. Gökyüzündeki yıldızlar ise dünyadaki kum tanelerinden fazladır. Daha derin bir bakış için rasathâneler kurulur.

Rasathâneler büyük aynalara sahiptir. Bu büyük aynalar daha fazla ışığı mercekte toplar. Dünyanın yüksek ve ışıksız yerlerine kurulan bu gözlemevleri, hâlen birçok araştırma için kullanılmaktadır. Fakat atmosfer katmanları, gözlemlerde bir perde tesiri yapar. En basitinden, hava bulutlu olduğunda gözlem yapılamaz. Bizi zararlı ışınlardan muhafaza için var olan bu ilâhî perdeyi açıp daha net görüntülere ulaşmak için farklı bir fikir doğar:

Teleskopu atmosferin dışına göndermek!

Dünyanın bir uydusu gibi atmosferin dışında fakat bir merkez ile devamlı irtibat hâlinde gözlem yapan büyük bir teleskop fezâya gönderilir. 1990 yılında atılan bu adım ile merceği 2,4 metre çapında olan Hubble teleskopu gözlem yapmaya başlar.

İlk görüntüler küçük bir hatadan dolayı bulanıktır, fakat sorumlular, yörüngede süzülen teleskopa gidip gerekli düzeltmeleri yaparlar.

Bugüne kadar binlerce çalışmaya imza atan bu teleskop, bildiklerimizin aslında ne kadar az olduğunu bize göstermiştir. Meselâ o zamana kadar gök cisimlerini sabit duran kütleler zannediyorduk. Fakat;

Kâinat devamlı genişlemekte…

Ne var ki, sabit hızla ilerleyen bir genişleme de değil, hızlanarak genişlemekte. Bildiğimiz fizik kanunları bize «bir iş yapılacaksa, bu iş için bir enerjinin» var olması gerektiğini söyler. Bizi dehşete düşüren ise kâinâtın genişlemesine sebep olan enerjinin nereden geldiğini hâlen bilmediğimiz!

Araştırmacılar kaynağı tespit edilemeyen bu enerjiye «karanlık enerji» diyor. Hesaplarımız bize bu enerjinin bizim gördüğümüz kâinatın %74’ünde var olduğunu söylüyor. Ama en ufak bir ipucuna sahip değiliz!

Kâinâtın genişlediği, Hubble teleskopunun yaptığı gözlemler neticesinde ispatlandı.

Gezegenleri merkezdeki yıldızın çevresinde, yörüngede tutan kuvvet, kütle çekim kuvvetidir. Yapılan bazı gözlemlerde merkezden çok uzak noktalarda bile gezegenlerin merkeze bağlı hareket ettikleri görüldü. Bu bağ; merkez kuvvet ile îzah edilemiyor, bu çekime sebep olan bir kütlenin var olması gerektiği sonucu ortaya çıkıyor buna da «karanlık madde» ismi verilmiş. Hesaplara göre gözlemlediğimiz kâinâtın %27’si işte bu karanlık maddeden meydana gelmekte. Bu netice de Hubble teleskopunun ulaştığı bilgilerden.

Bu teleskop, araştırmacıların zihnî dünyalarında büyük değişimlere sebep oldu fakat bir eksiği vardı:

KIZILÖTESİ BAKIŞ

Hubble, görünür ışığa yani insan gözünün gördüğü ışık frekansına ayarlı idi. Belli bir uzaklığı görebiliyorduk, fakat oradaki gaz ve toz bulutunun içini göremiyorduk. Ayrıca gelen ışınlar, mesafe uzadıkça zayıflıyor ve kızıla kayıyordu. Daha uzakları net bir şekilde görebilmemiz için, kızılötesi dalga boyunda gözlem yapan bir cihaza ihtiyacımız vardı.

Bunun yanında teleskopun çapı ne kadar büyük olursa, topladığı ışık daha fazla olacaktı. Bu sebeple 25 Aralık 2021 tarihinde yeni bir teleskop gönderildi. James Webb ismi verilen bu teleskop binlerce kişinin emeği ve 30 yıllık bir çalışma neticesinde son şeklini aldı. Kendinden önceki gökyüzü teleskopuna göre çok daha yüksek bir teknolojiye sahip. Altı buçuk metre çapında bir aynası var. Bu ayna, petek formunda parçalardan oluşuyor. Kenarları katlanıp rokete sığacak hâle getirildi. Şimdi bir taraftan menziline ilerliyor, diğer taraftan son şeklini alana kadar kendi kendini hazırlıyor. Güneşten gelen ısıdan korunmak için 5 katlı bir koruma kalkanı olacak. Tenis sahası kadar olacak bu kalkan yolda iken açılmakta.

Şu an menziline ulaşmak üzere olan Webb teleskopu, Hubble’dan yüz kat daha hassas bir cihaza sahip; öyle ki dünya üzerine kurulu olsa idi aydaki bir arının hareketiyle oluşan ısıyı bile termal kamerası ile algılayabilirdi!

Bu teleskobun Orta Kızılötesi Cihazı (Miri) için Profesör Gillian Wright şunları söyledi;

“Yıldızların ve gezegenlerin çok tozlu bölgelerde oluştuğunu biliyoruz. Onların nasıl oluştuğuna dair daha fazla araştırma yapmak istiyorsak, Miri’nin rolü kritik.”

GEÇMİŞE BAKMAK

Işık hızı saniyede yaklaşık olarak 300.000 kilometredir.1 Bu hız o kadar yüksektir ki, ışık bu hızla bir saniye içerisinde dünyanın çevresini sekiz defa dönebilir. Bu bize göre çok yüksek bir hızdır, fakat fezâ âlemine çıkınca işler biraz değişir. Yıldızlar bizden çok uzaktadır ve onların saçtığı ışığın bize ulaşması hayret verici süreler almaktadır.

Güneş bizim kendi yıldızımızdır. Güneş ile aramızda yaklaşık 150 milyon kilometre2 mesafe bulunmaktadır. Bu mesafeden güneş ışıklarının bize ulaşması sekiz dakika sürmektedir. Yani biz her zaman güneşin olduğu hâline değil, sekiz dakika önceki hâline bakmaktayız.

Güneşten sonraki en yakın yıldız olan Proxima Centauri’yi ele alalım. Biz teleskopla bu yıldıza baktığımızda, aslında onun yaklaşık dört yıl önceki hâlini görmüş oluyoruz, yani zamanda dört yıl öncesine bakıyoruz. Biraz daha uzaklaşalım:

Bizim içerisinde bulunduğumuz galaksinin ismi Samanyolu. Bize en yakın galaksi olan Andromeda bize iki buçuk milyon ışık yılı uzaklıkta. Yani ondan gelen görüntüler onun iki buçuk milyon yıl öncesindeki hâlini gösteren görüntülerdir. Görüldüğü üzere mesafeler uzadıkça, zamanda geriye doğru bakmış gibi oluyoruz.

Bu teleskopla ise 13,7 milyar yıl öncesinden çıkan fakat zayıfladığı için bizim göremediğimiz ışınları kızılötesi cihazla yakalamak hedefleniyor. Böylece o zamanki yıldızların izlerine ulaşıp geçmişte neler olduğu araştırılacak. 2022’nin başlarında ilk görüntülerin gelmesi beklenen Webb teleskopu ile yeni pencereler açılması bekleniyor.

Mühim olan;

O pencereden ilâhî sanatı seyredebilmek…

Sonsuz kudretin yansımasını görebilmek…

Gönül gözü ile bakıp kulluğumuzu idrâk edebilmek…

________________

1 Işık tam olarak saniyede 299.792 kilometre yol almaktadır.

2 Güneş ile dünya arasındaki mesafe 149.597 milyon kilometredir.