HAKK’IN SEVGİSİ

Sami GÖKSÜN

İnsanlığın muhtaç olduğu en önemli iki konu olan sevgi, muhabbet ve dostluk; bugün itibarıyla daha çok ihtiyaç duyduğumuz bir noktaya gelmiştir. Dînimiz İslâm’ın temelini teşkil eden unsurlar arasında da yine bu iki husus en başı çeken mefhumlar arasında yerini almaktadır. Bu iki güzellik, hayatımızın her alanında ve her yerinde kendini göstermelidir. Özellikle milletimizin ve tarih boyunca kurdukları devletlerin en önemli vasfı, sevgi, muhabbet ve meveddet olmuştur. Bu güzel vasıflar; milletimizin yaşadığı coğrafyalarda insanlar arasında hâkim olmuş ve;

“Kardinal külâhı görmektense Osmanlı sarığı görmeyi yeğlerim.” diyen gayr-i müslim milletlere şâhit olmuşuzdur.

Bugün muhtaç olduğumuz bu mefhumların, yeniden özüne uygun bir şekilde anlatılması ve yaşanması en önemli vazifelerimizdendir. Sevgi, Allah için olursa bir kıymet ifade eder. Bu hususta sevgi; saf ve katıksız olursa, muhabbet ve meveddete dönüşür. Çünkü sevgi; arı duru, saf ve berrak olmalıdır. Zaten bu mefhumlar, Kur’ân ve Sünnet’in oluşturduğu deryânın ana unsurlarıdır. Bu mefhumları yerinde kullanma adına; öncelikle Kur’ân, Allâh’ı ve Peygamber’i sevmekten bahseder. Allâh’ın sevdiklerinden bahseder. Böylece Allâh’ın sevdiği kul olmak; en üstün ve en şerefli bir mertebe, en kıymetli ve en değerli makam ve mevkîdir. Bunu bilmenin, fert olarak her bir müslümanın kendisinin hangi hususiyetlere sahip olması ve kimleri sevmesi gerektiğine yol ve yön gösteren bir tesiri vardır. Şimdi Kur’ân’da Rabbimiz’in kullandığı bu ifadeleri, şöyle bir hazmedelim.

“Allah, muhsinleri (güzel davrananları) sever.” (el-Bakara, 195)

“Allah, tövbe eden ve temizlenenleri sever.” (el-Bakara, 223)

“Allah, müttakîleri (takvâ sahiplerini) sever.” (et-Tevbe, 4, 7)

“Allah, adâletle davrananları sever.” (el-Hucurât, 9)

“Allah, sabredenleri sever.” (Âl-i İmrân, 146)

“Allah, mütevekkilleri (Allâh’a dayanıp güvenenleri) sever.” (Âl-i İmrân, 159)

“Allah, kendi yolunda mücadele edenleri sever.” (es-Saff, 4)

Bu âyetlerin şümûlüne girmeye ne kadar muhtacız!..

Sevgiyi ifadede çok kullandığımız kelimelerden biri de meveddettir. Meveddet; yüce Rabbimiz’in el-Vedûd isminin bir yansımasıdır ve bir şeyi sevmek, onun olmasını istemektir. Nitekim Kur’ân’da şöyle buyurulur:

“O’nun varlığının ve kudretinin delillerinden biri de kendilerine ısınmanız için, size içinizden eşler yaratması, birbirinize karşı meveddet (sevgi ve şefkat) var etmesidir.” (er-Rûm, 21)

“Îmân edip, makbul ve güzel işler yapanlar için; Rahmân, insanların gönüllerinde meveddet (sevgi) yaratır.” (Meryem, 96)

Bu ilâhî kaynaktan aldığımız mânevî duyguların hayatımıza yansımalarını şöyle bir tefekkür edecek olursak, şu güzelliklere sahip olmamız gerektiğini görürüz.

Sevgi, muhabbet ve meveddet, îmânın kemâline ve Müslümanlığın güzelliğine delâlet eder. Rûhumuzun ve kalbimizin gıdâsını verir. Kalpleri sevgi dolu olanlar, Allâh’ın nimet ve bereketlerine nâil olurlar. Bu dünyada nimete ermiş olma ve sevinç içinde yaşamaya, âhiret nimetleri ve sevincine ulaştırmaya vesile olması sevgi ve muhabbetin meyvelerindendir.

Allah sevgisi; O’na hamdetmeyi, O’ndan râzı olmayı, O’na şükretmeyi, O’ndan hakkıyla korkmayı, O’ndan ummayı, O’nun zikri sayesinde nimetlere ulaşmayı ve huzur-sükûna ermeyi, O’na yakınlığı, O’nun yolunda infâkı ihtivâ eder.

Hazret-i Peygamber sevgisi; O’nun sünnetini yaşamayı ve yaşatmayı, davetine sahip çıkıp korumayı gerektirir. O’nun sevdiği kimseleri ve sevdiği şeyleri sevmeyi de îcap ettirir. Allah için din kardeşlerimizi sevmek, Allah ve Rasûlü’nün sevgisinden sayılır. Allah için birbirlerini sevenleri; Cenâb-ı Hak başka bir gölgenin olmayacağı kıyâmet gününde, Arş’ının gölgesinde gölgelendirecektir.

Kendi nefsi için sevip istediği bir şeyi, din kardeşi için de arzu etmedikçe, bir kimsenin îmânı kâmil olmaz. Bu aynı zamanda, kişinin kendini bencillik hastalığından kurtarmasıdır.

Allah ve Peygamber sevgisi, Allâh’ın yardım ve zaferinin erişmesinin önemli bir vesilesidir. Meveddet; ülfeti, dostluk ve kardeşliği, başkasına yardımcı olma ve yardım etme duygusunu artırır. İnsanları birbirine yaklaştırır, aralarındaki merhamet ve acıma duygularını yaygınlaştırır. İnsanlar arasındaki sevgi ve muhabbet bağları güçlendikçe; Allâh’ın rahmet ve merhameti, bağışlaması da mümkün bir hâl alır. Nefislerde yer etmiş olan kin ve düşmanlıklar, ortadan kalkmaya başlar. Müslüman toplumlar arasındaki düzensizlikler, ayrılık-gayrılık ve çalkantılara engel olur ve içtimâî münasebetler bir düzene girer.

Sevgi ve muhabbetin kusursuz işlediği toplumlarda, rahmet ve merhamet ortaya çıkar. Bunu en iyi uygulayan ise, Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir. Efendimiz, bütün insanlara karşı rahmet ve merhametli olmamızı birçok hadislerinde tavsiye etmektedir. Bizim insan olarak rahmet ve merhamete kavuşmamız da ancak bu sayede olur. İnsanlara merhamet edenlere, Rahmân olan Allah -celle celâlühû- merhametiyle muamelede bulunur. Bu konuda Efendimiz bir hadîs-i şeriflerinde;

“Yeryüzündekilere merhamet ediniz ki, gökyüzündeki melekler de size merhamet etsin.” (Tirmizî, Birr, 16) buyurur. Bir başka hadîs-i şerîfinde ise;

“İnsanlara merhametli olmayanlara Allah da merhametli davranmaz.” (Buhârî, Tevhid, 2)

Peygamberimiz’den müşriklere bedduâ etmesi istenince; kendisinin lânetçi olarak değil, ancak rahmet olarak gönderildiğini hatırlatmıştır. Yine Efendimiz; değil insanlara, hayvanlara dahî merhametle muamele edilmesini tavsiye ve teşvik etmiştir.

Hazret-i Peygamber Efendimiz; aşırı susuzluğu sebebiyle toprağı yalayan bir köpeğe su veren günahkâr bir kimsenin Allâh’ın bağışlamasına nâil olduğunu bildirince;

“–Yâ Rasûlâllah! Hayvanlardan dolayı da bize bir ecir ve karşılık var mı?” şeklinde soruldu. Fahr-i Kâinât Efendimiz;

“–Her canlı sebebiyle, ecir vardır.” buyurdu. (Buhârî, Müsâkāt, 9)

Hulâsa;

Sevgi, muhabbet ve meveddet duygularının yaşanır olduğu toplumlarda, rahmet ve merhametle yoğrulan bir hayat anlayışı ortaya çıkıyor. Bu güzelliğin uygulamasını da Peygamber Efendimiz’de görüyoruz.

Rabbim; bu güzel hususiyetleri, kendi hayatımız ve toplumumuza da nasip eylesin inşâallah.
Âmîn…