NÛR İLE KARANLIĞIN MÜCADELESİ

Ali ÖZBEK aliozbek1997@outlook.com

İslâm; geldiği ilk günden beri insanları hayra, iyiliğe ve güzel ahlâka davet eden bir dindir. İnsanların kendi aralarında oluşturdukları sun‘î sınırları, üstünlükleri ortadan kaldırıp, yerine îmâna ve amele dayalı üstünlüğü esas almıştır. (Bkz. el-Hucurât, 49/13) Bu durum, sahip olduğu makam ve mevkîyi sun‘î sınırlara ve üstünlüklere borçlu olan kimseler için sıkıntı oluşturmuştur. Bundan dolayıdır ki İslâm ile savaşmaktan ve mücadele etmekten geri durmamışlardır. Dün, «Kutlu Nûr»un sahibinin «Nûr»undan mahrum olmuş karanlık yüzlü Ebû Cehiller olduğu gibi bugün de aynı şekilde bu «Nur»dan rahatsız olanlar ve «Nûr»u söndürmeye çalışanlar vardır ve her zaman var olacaktır. Bu karanlık yüzlü adamlar; «Nûr»u söndürebilmek için her türlü yola başvurarak siyâsî, kültürel, ekonomik, sosyal yani hayatın her alanını kuşatan bir mücadele sürdürmektedirler.

Burada müslüman olarak her birimize düşen vazife; «Kutlu Nebî»nin «Nur»lu yolunu yol edinmek ve bu «Nûr»un şahsımızı, ailemizi, toplumumuzu ve bütün dünyayı aydınlatması için mücadele etmektir. Peki bu nasıl olacak?

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

اِنْ تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْۘ وَاِنْ تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُوا بِهَاۜ وَاِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا لَا يَضُرُّكُمْ كَيْدُهُمْ شَيْـًٔاۜ اِنَّ اللّٰهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ۟

“Size bir iyilik dokunursa, bu onları üzer.

Başınıza bir kötülük gelse, ona sevinirler.

Eğer siz sabırlı olur, Allâh’a karşı gelmekten sakınırsanız onların hileleri size hiçbir zarar vermez.

Çünkü Allah onların işlediklerini kuşatmıştır.” (Âl-i İmrân, 3/120)

Burada ilk olarak dikkatimizi çeken şey; yüzleri ve gönülleri kararmış nasipsizlerin müslümanların iyiliğini istememeleridir. Nitekim müslümanlar sevindiği zaman onlar üzülür, üzüldükleri zaman ise sevinirler.

İkinci olarak ise, «Nûr»un ve karanlığın savaşında «Nûr»un yanında yer alanların azıklarına işaret edilmektedir:

Sabır ve Takvâ.

Bu iki azık, bir müslümanın olmazsa olmazıdır.

Sabır; kulun kulluğunda sabır gösterip sebât etmesi, hem de başına gelen musîbetlere; «Bu Rabbim’dendir.» deyip, rızâ göstermesidir.

Takvâ ise; kulun haddini bilmesi, Rabbini kırmaması ve O’nun rızâsına muhalif olacak her türlü davranıştan uzak durmasıdır. Eğer böyle olursa; kul, sabrı ve takvâyı azık edinirse ne olur? Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

بَلٰٓىۙ اِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا وَيَاْتُوكُمْ مِنْ فَوْرِهِمْ هٰذَا يُمْدِدْكُمْ رَبُّكُمْ بِخَمْسَةِ اٰلَافٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُسَوِّم۪ينَ

“Evet, sabrettiğiniz ve Allâh’a karşı gelmekten sakındığınız takdirde; onlar ansızın üzerinize gelseler bile Rabbiniz nişanlı (işaretli) beş bin melekle size yardım eder.”(Âl-i İmrân, 3/125)

O zaman, kulun dayanıp tevekkül ettiği Âlemlerin Rabbi; kulunu, yalnız bırakmaz ve görünmez orduları ile ona yardım eder. Siyâsî, ekonomik, sosyal, kültürel saldırılar karşısında kuluna doğru ile yanlışı ayırt edecek, hak ile bâtılı ayıracak bir firâset nasip eder.

«Kutlu Nûr»un ve Rabbimiz’in Zikr-i Hakîm’inde «Aydınlatıcı Kandil» (Bkz. el-Ahzâb, 33/46) olarak tarif ettiği Efendimiz -aleyhisselâm-’ın izini takip edenler olarak söyleyeceğimiz son söz şudur:

اِنْ يَنْصُرْكُمُ اللّٰهُ فَلَا غَالِبَ لَكُمْۚ وَاِنْ يَخْذُلْكُمْ فَمَنْ ذَا الَّذ۪ي يَنْصُرُكُمْ مِنْ بَعْدِه۪ۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ

“Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size kim yardım edebilir? Mü’minler, ancak Allâh’a tevekkül etsinler.” (Âl-i İmrân, 3/160)