«YARA»DAN «YÂR»E
YAZAR : Ali Rıza KAŞIKCI ali_rz_@hotmail.com
Yâren!
Yok mu senin de bir yâren?
Şayet yoksa bir yaran, nasıl tanıyacaksın beni? Ben nasıl seçeceğim seni binlerce sûret içinden? Sağ omzunda bir karanfil büyüklüğünde yaran yoksa ben nasıl tanıyacağım seni? Ben yarasından tanırım dostlarımı yâren. Onun için çıktım ben bu yola. Yaran yoksa merhem olamam sana. Ya da sendeki yaradan merhem yapamam yarama.
Eski çağlardan geliyorum. Tüm zamanlardan, tüm mekânlardan aşıp da geliyorum. Kendime hiç bulunmamış bir dost arıyorum. Yaralı bir dostu arıyorum yâren. Çünkü ben de öyle bir yara var ki; ancak onu o yaralı dostun gönül aynasına bakarak sarabilirim.
Semerkant, Buhârâ, Yesi, Mağrib, Bağdat, Tâif, Endülüs, İstanbul, Konya… Şehirleri kokladım. Aktarların önünden geçtim. Hekimler gördüm. Nice yaralara baktım. Hiçbir yarada kendimi ve seni bulamadım yâren. Seni çok aradım. Seni öyle çok aradım ki, hangi zamana geldiğimi de hangi zamandan geldiğimi de unuttum.
İnsanların yaralarında seni aramak da yetmedi. Seni âhû gözlü ceylânların yarasında aradım. Toprağın bağrında, nehirlerin kenarında aradım. Dağların hiç karı erimeyen soğuk yamaçlarında aradım. O kadar çok yarada seni aradım ki, asıl yaralı olanın kendim olduğunu bile unuttum.
Evet. Bu oku bir nehir kenarında su içerken yemiştim. Bu yarayı senin kirpiklerinden birisi açmıştı sîneme. Yaram sen kokuyordu. Benim yaramda senin merhemin, senin yaranda benim dermanım saklıydı.
Sen yâr ile «yâre»yi ayrı şeyler mi sandın yâren!
İkisi de aynıydı!
Biri ötekinden sadece bir harf fazlaydı.
İçinden nehir geçen şehirlerden birinde, beni beklediğini söylediler yâren. Nehirlerin kenarından sana ve şehirlerine doğru geliyorum. Kimsem yok, yokluğundan başka. Tütün tabakamda bile iğne uçları saklı. Gönül heybemde şifâlı otlar. Yanımda arayışımı taşıyorum. Arayışlar da sevdaya dâhildir umarım. “Açılın ben âşığım!” diyesim geliyor dağlara. Nehir boylarından geçip, sana geliyorum.
Söyle yâren!..
Yaranda bana da yer var mı?