Rasûlullah ve Ashâbının KUBÂ’ GÜNLERİ -1-

Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr

Kubâ’, Mekke yolu üzerinde Medine’ye 8-9 kilometre1 mesafede bulunan bir köydür.2 Kuyuları ve hurma bahçeleriyle meşhur ve verimli bir vahada kurulmuş olan bu güzel köy, adını buradaki su kuyusundan almıştır.3 Köyde diğer evlerin dışında, az sayıda utum4 denen yüksek evler de vardı.5

Peygamberimiz -aleyhisselâm-; Nübüvvetin on dördüncü yılı, Rebîulevvel ayının on ikisinde (Eylül 622) Pazartesi günü, kaba kuşlukta, güneşin yeryüzünü ciddî şekilde ısıtıp yakmaya başladığı sırada, Kubâ’ köyüne vardı.6 Hicret yılı da, bu tarihten itibaren başlıyordu.

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın tâlimatıyla sahâbe-i kiram, Mekke’den Medine’ye hicret etmişlerdi. Bir kısmı Kubâ’, bir kısmı da Medine merkezde karşılanıp, misafir edilmişlerdi. Sahâbîlerin hicretinden sonra hem muhâcirler ve hem de ensar, Mekke yolunu gözlemişlerdi. Rasûlullah -aleyhisselâm- da hicret edip; sâlimen gelince, ancak rahat bir nefes almışlardı.

Muhâcirler ile ensar, hepsi beraber O’nu büyük bir coşkuyla karşılamışlardı. Rasûlullah -aleyhisselâm- da; bu coşkulu kalabalık arasında kısa bir müddet oturup, hasbihâl ettikten sonra, Kubâ’ merkezinde Evs’in bir kolu olan, Amr bin Avfoğulları kabîlesinden Hazret-i Kulsûm bin Hıdm’ın evine davet edilmişti.7

Rasûlullah -aleyhisselâm-; -kutlu yolculuk olan hicret- yol arkadaşları Hazret-i Ebûbekir ve Hazret-i Âmir bin Füheyre ile birlikte, Hazret-i Kulsûm’ün evine misafir oldu.

Hazret-i Kulsûm bin Hıdm, şerefli misafirlerini evinin en güzel yerinde ağırladı. Kıymetli misafirler daha henüz oturur oturmaz; işlerini çekip çeviren Necîh adlı adamına dönüp, yaş hurma ikram etmesini istedi.

Necîh de; Ümmü Cirzân diye anılan hurma cinsinden, üzerinde yaş ve olgun hurmaları bulunan, taze yapraklı bir hurma salkımını getirip önlerine koydu.

Rasûlullah -aleyhisselâm-, önlerine konan bu güzel ikrâma bakarak sordu:

–Nedir bu ey Kulsûm?

–Ümmü Cirzân hurmasıdır yâ Rasûlâllah! Buralarda bu hurma çok meşhurdur.

–Ey Allâh’ım! Ümmü Cirzân hurmasını bereketlendir.8

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın bu güzel duâsını alan Hazret-i Kulsûm çok memnun oldu. Onların en büyük ikramı buydu çünkü.

Kubâ’ sâkinlerine ilk ikram Allah’tan gelmişti. Onları ilk önce İslâm ile şereflendirmiş, sonra da Peygamberler Peygamberi’ni oraya hicret ettirerek, bu büyük Peygamber’i misafir etme ikramını bahşetmişti. Bütün bunların yanında bir de, Rasûlullah -aleyhisselâm-’a sahâbî olma ikramı ile onları zirveye çıkarmıştı.

Onların da Rasûlullah -aleyhisselâm-’a ilk ikramları Ümmü Cirzân hurması olmuştu. Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın ise onlara ilk ikramı duâ olmuştu. Kubâ’ daha ilk günden, ikram üstüne ikram yaşamıştı yani.

Bir insan; nereye giderse gitsin, midesi ile gider. Yani yemeye, içmeye muhtaçtır. Aynı şekilde kalbi ile de gider. Yani ibâbet etmeye muhtaçtır. Daha doğrusu, can taşıdığı sürece ibâbet ile mükelleftir.

Mekke’den Medine’ye hicret edip gelen muhâcir sahâbîler olsun, Medineli olan ensar sahâbîler olsun, hepsi ibâdet ile mükelleftiler. Bu mükellefiyetlerinin başında da namaz ibâdeti geliyordu.

Kubâ’ ve çevresinde oturanların cemaatle namaz kılmaları için; Amr bin Avfoğulları,9 kendilerine ait olan hurma kurutma yerini güzelce temizlemiş ve orayı mescid olarak kullanmaya başlamışlardı.

Hazret-i Sâlim Mevlâ Huzeyfe,10 burada cemaate imamlık yapıyordu. Kurrâ olan Hazret-i Sâlim, kendisi gibi sahâbî arkadaşlarının ısrarı üzerine bu vazifeyi üstlenmişti. Bu mukaddes vazifeyi; Rasûlullah -aleyhisselâm- gelinceye kadar, büyük bir îtinâ ile sürdürmüştü.

Rasûlullah -aleyhisselâm- teşrif edince, Hazret-i Sâlim mukaddes vazifeyi asıl sahibine bırakarak, O’nun imâmetinde cemaat olmaya döndü.

Ashâb-ı kiram; hiçbir zaman ve hiçbir yerde, problem ne olursa olsun, namazsız bir tek gün bile geçirmemişlerdi.

Mükellef olanlar, mükellefiyetlerini mükellef bir şekilde yerine getiriyorlardı.

Rasûlullah -aleyhisselâm-; her ne olursa olsun, zamanı boşa harcamazdı. Sahâbîleri de böyle yetiştirmiş, yetiştirmeye de devam ediyordu. Karşılanıp misafir olarak kaldığı Hazret-i Kulsûm bin Hıdm’ın evinde ilk sohbetini yapmıştı. Ancak hem burada kalıp ve hem de sohbeti de sürekli burada yapmayı uygun görmüyordu.

Kubâ’ müslümanlarının her biri, bu şerefli misafir ile şereflenmek için birbirleriyle yarışıyorlardı:

–Allah evlerinize bereket, sizlere de afiyetler versin. Ben burada kalayım.11 Ancak sohbetleri daha ziyade Sa‘d bin Hayseme’nin evinde yaparız.12

Sa‘d bin Hayseme Sana kurban olsun yâ Rasûlâllah! Bize şeref verirsin.

Hazret-i Sa‘d bin Hayseme, böyle bir şerefle şerefleneceği için çok sevindi. Sahâbîlerin hepsi gibi, o da Rasûlullah -aleyhisselâm-’ı misafir ederiz diye, evini hazırlamıştı, onun da her şeyi hazırdı.

Hazret-i Sa‘d; ikisi de sahâbe olan, Hazret-i Hayseme bin el-Hâris ile Hazret-i Hind bint-i Evs bin Adiyy’in oğlu olup, aile efrâdı gibi, o da Evs kabîlesinin ileri gelenlerinden biridir. Hicret esnasında bekâr olup, evi de çok müsaitti. Hicret esnasında ailelerini getiremeyen bazı sahâbîler, onun evinde kalıyorlardı. Bu yüzden onun evine «bekârlar evi» deniyordu.13

Rasûlullah -aleyhisselâm-, sohbetlerin çoğunu bu evde yapıyordu. Hazret-i Sa‘d; evine gelen bu kıymetli misafirlerini ve tabiî ki sohbet arkadaşlarını, her seferinde büyük bir sevinçle karşılıyordu. Değişen durumlara göre bazen sohbetten önce, bazen de sohbetten sonra, ikram faslına geçiyordu. Yani bu evde hem mânevî gıdâ alıyorlardı ve hem de maddî gıdâ.14

Sohbet evinde, sohbetler çok güzel gidiyordu…

Peygamberimiz -aleyhisselâm-; sevgili ashâbının etrafında büyük bir muhabbetle dört döndüklerini görünce, çok memnun oldu. Her biri işin bir ucundan tutmuş, hizmet yarışına girmişlerdi. Kubâ’ya geleli çok olmasa da, bunca ziyaretçileri arasında göremeyince, görmek isteyip de göremediği o meşhur sahâbeyi sordu:

–Es‘ad bin Zürâre’yi göremiyorum, Es‘ad nerede?15

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın bu sorusu üzerine yerlerinden kalkan; Hazret-i Sa‘d bin Hayseme, Hazret-i Mübeşşir bin Abdulmünzir ve Hazret-i Rifaâ bin Abdulmünzir, çok düşündürücü bir cevap verdiler:

–Es‘ad buraya gelemez yâ Rasûlâllah!

Bu soğuk cevap, muhabbetten kaynayan yüreklere buz tesiri yaptı! Üçü birden böyle söyleyince, herkes endişeyle birbirine bakmaya başladı!

Es‘ad bin Zürâre, Bu‘âs günü16 bizden bir zâtı öldürmüştü! Aramızda kan dâvâsı var! Bundan dolayı onun buraya gelmesi imkânsızdır!

Böyle bir cevap beklemeyen Peygamber Efendimiz, başka bir şey sormadan sustu! Örnek, her yerde örnekti çünkü.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

___________________________________________________________________

1 Temel kaynaklarımız bunu 6 mil olarak verir. Sonraki bazı kaynaklar da 3 ya da 5 kilometre olarak verirler. Ancak 5-9 kilometre olduğu daha çok kabul gören görüştür.

2 Hicret esnasında küçük bir köy iken, zamanla büyüyerek, şehrin de genişlemesiyle Medine’nin bir mahallesi hâline gelmiştir. Kaynaklarımızın; Kubâ’ ile Medine arasındaki mesafeyi, gittikçe azalan ölçülerde vermeleri bu yüzdendir. Bazı seyyahların ona «büyük şehir» demesinden, «Kubâ’»nın kısa sürede çok geliştiği anlaşılmaktadır. İbn-i Cübeyr, er-Rihle, s. 174-175.

3 Yâkût el-Hamevî, Mu‘cemu’l-Buldân, c. 4, s. 301. Rasûlullah –aleyhisselâm–’ın; «Cennet pınarlarından bir pınar» diyerek övdüğü «Gars» ve Hazret-i Osman döneminde Rasûlullâh’ın yüzüğünün düşürüldüğü «Eris» kuyuları buradadır. İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 505.

4 Taş duvar, taş yapı, köşk, kasr anlamlarına gelmektedir.

5 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 494; İbn-i Şebbe, Târîhu’l-Medîneti’l-Münevvere, c. 1, s. 40-50; İbn-i Cübeyr, er-Rihle, s. 174-175.

6 Süheylî, Ravdu’l-Unûf, c. 4, s. 253; Ebu’l-Ferec İbnu’l-Cevzî, el-Vefâ bi Ahvâli’l-Mustafâ, c. 1, s. 250; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, c. 2, s. 106; İbn-i Seyyidu’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser, c. 1, s. 186; Zehebî, el-İber, c. 1, s. 333.

7 Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 2, s. 249; İbn-i Hazm, Cevâimu’s-Sîre, s. 93; Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, el-Vefâ bi Ahvâli’l-Mustafâ, c. 1, s. 192; Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 197; Mustafa Âsım KÖKSAL, İslâm Tarihi, c. 2, s. 374.

8 İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 3, s. 623-624.

9 İbn-i Şebbe, Târîhu’l-Medîneti’l-Münevvere, c. 1, s. 68; İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, 169, 182-183; Halîfe bin Hayyât, et-Târîh, s. 29, 75, 191; Kalkaşendî, Nihâyetü’l-Ereb, s. 259; Semhûdî, Vefâü’l-Vefâ’ bi Ahbâri Dâri’l-Mustafâ, c. 1, s. 256.

10 Vâkıdî, el-Megāzî, c. 1, s. 245, c. 3, s. 1021; İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 226, c. 2, s. 45; İbn-i Kuteybe, el-Maârif, s. 155-156; Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 3, s. 288, 291-292; Hâkim, el-Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, c. 3, s. 225-227.

11 İbn-i Hazm, Cevâmiu’s-Sîre, s. 93; Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, el-Vefâ bi Ahvâli’l-Mustafâ, c. 1, s. 192; Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 197.

12 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 138; İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 223.

13 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 138; İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 223; Mustafa Âsım KÖKSAL, İslâm Tarihi, c. 3, s. 13.

14 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 444; İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 233, c. 2, s. 280, c. 3, s. 44-47; İbn-i Abdilberr, el-İsti’âb fî Mârifeti’l-Ashâb, c. 2, s. 588-589; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 2, s. 346-347; İbn-i Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 3, s. 55-56.

15 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 137-138.

16 Medineli Evs ve Hazrec kabîleleri arasında 120 yıl devam eden savaşların umumî adıdır. Bu‘âs Savaşı’nın en sonuncusu, hicretten beş veya altı yıl önce (617) cereyan eden ve «Yevmü Bu‘âs» yani «Bu‘âs Günü» diye bilinen ve çok kan dökülen bir savaştır. Bu büyük savaşta, her iki kabîlenin ileri gelenlerinden pek çok kimse hayatını kaybetmişti.