UTANCI UTANDIRAN TABLOLAR

Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

Bugün dünyayı sarsan hâkim devletlerin; baskıcı, yıkıcı, otoriter güçleri, bütün insanlığı tehdit etmektedir. Çıkar ve menfaat ilişkileri, baskın güçlerin kendi aralarındaki üstünlük yarışları ve bu güçlerin en son teknolojiye göre ürettikleri silâhlarını pazarlayacakları alanların bulunması maksatlı işgalleri… Bununla birlikte; ülkeleri birbirleriyle takıştırıp, her birine ayrı ayrı silâh satmaları sıradanlaştı. Ağlayanlar, acı çekenler, yurtlarını terk ederek vatansız kalanlar, ülkeleri târumâr olanlar, bu güçlerin umurlarında değil…

İslâm ülkelerini altüst ettikleri yetmedi; şimdi de kendi aralarında güç yarışı kaynaklı, sadece hegemonyalarının devamı maksatlı, aynı ırktan gelen, aslen soyları kardeş olan Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş ile nice canlar gitti, gidiyor. Savaşın çirkin ve acımasız yüzü, tüm netliğiyle gözler önünde. Ülkeler menfaat ve çıkar sebebiyle, kardeşliği ve dahî insanlığı öldürüyor. Nice masum ve mazlumların gözyaşları onları hiç ilgilendirmiyor. Onlar ancak kendi çıkarlarına bakıyorlar. Ama biz ülke olarak tüm mazlumların yanında olduğumuz gibi; Ukrayna’nın mazlumlarının da yanında olduk, yardım malzemeleri gönderdik, göçmenlere kapılarımızı kapatmadık. Hattâ dünya; savaşı körüklerken, biz devlet olarak savaşın sona ermesi için, iki ülke arası uzlaşma sağlanması adına, çeşitli diplomatik çalışmalar başlattık. Bunlar dünya barışına hep olumlu katkılardır.

Hâlbuki olacak iş mi?!. Bütün dünyanın gözü önünde hâkimiyet sahibi bir ülke işgal ediliyor, insanlar öldürülüyor, şehirler bombalanıyor ve dünyanın sözüm ona (!) diğer hâkim güçleri bu yanlışı durdurmak için hiçbir şey yapamıyor. Bu insan hakları ve demokrasi söylemleri, insanlar arası barış ve kardeşlik (hümanizm) fikirlerinin yıllardır savunucuları neredeler acaba? Bilinsin ki; Hak adına yapılmayan menfaat maksatlı savaşların, hiçbir şekilde kazananı olmaz. Yalnızca insanlık kaybeder.

Herkes dünyaya bir defa geliyor. Nedir bu haksızca icrâ edilen zulümler, ölümler, işgaller? Bitmeli artık, son bulmalı; kıvrak, akıllı diplomasiyle pek çok şey çözülmeli. Öldürerek değil; konuşarak, anlaşarak, yapıcı üslûp kullanmak, ülkeleri ve insanlarını yıkımdan kurtarabilir. Ama niyet bozuk! Niyet hâlis olsa, belki savaşlar durdurulabilir. Rusya; soydaşı olduğu Ukrayna’yı, ondan güç olarak oldukça üstün olması hasebiyle, kendi güdümüne almak istiyor. Buna diğer güçler ABD ve AB ülkeleri bir şey yapamıyor; «Dur!» diyemiyor. Ufak tefek yaptırımlar meseleyi çözmez. Gelinen şu nokta, hakikaten üzücü ve düşündürücü! Fakat bilindiği üzere biz bu tabloları daha önce de görmüştük. Bilhassa bu hâkim güçlerin müslüman ülkelerde; utancı utandıran ızdırap dolu bir şekilde gerçekleştirdiği işgaller, tezgâhlar, oyunlar ve düzenler hiç aklımızdan çıkmayacak.

Dünyayı; yaptıkları zulüm ve işkencelerle içinde yaşanmaz hâle getiren, güya barışı korumak adına envâi çeşit silâhlar üreterek insanların evlerini başlarına yıkan, çevirdikleri dümenlerle ülkeleri ekonomik darlığa sürükleyen, şehirlerin tüm tarihî kimliklerini yok eden zâlimler, gaddarlar eskiden bu yana getirdikleri kin ve nefreti olanca şiddetiyle kustular ve hepsini yine yapacak iştahtalar… Yazık; bu utancı utandıran tablolar daha ne zamana kadar devam edecek? Vicdan, merhamet, hakkāniyet, adâlet bu yapılanların neresinde?

Bu gidiş iyiye alâmet değil!.. Nasıl olsun ki? Bahsedilen kirli işleri kotaranlar; hâlâ silâh üretmeye devam ettikleri gibi hattâ daha kan akıtıcılarını, daha zehirlilerini, daha tesirlilerini îcat ediyorlar.

Gaddar ve zâlimler, kurdukları kötülük hegemonyasında; insan akıl ve hayaline sığmaz, tamamen şeytânî, çok kirli, çok berbatça işler plânlıyorlar. Karşı cenah bu işleri çözmeye çalışana kadar; «atı alan Üsküdar’ı geçmiş oluyor.» Şu devirde gerçekten çok uyanık olmak gerekiyor. Birileri bozacak, tahrip edecek; birileri düzeltecek, onarmaya çalışacak. Gün gün bâtıl bâtıllığını yaparken, Hak daima üstündür. Ancak daima Hakk’ı tutup kaldıranlar, bâkî bir günün sabahına huzurla uyanacaklardır. Kıyâmet kopana dek bu döngü böyle devam edecektir.

AVRUPA’DAKİ ACI GERÇEKLER

Avrupa insanının inandığı değerler artık iflâs etmiştir. İnsanları; fikren, zihnen, mânen doyurabilecek muhtevâdan çıkmış bulunan bugünkü Hıristiyanlık, insanların rûhî ihtiyaçlarına cevap verebilecek vasıfta değildir. Uzun süredir âdeta can çekişen Hıristiyanlık âleminin içindeki en dindar görünümde olan Katolikler dahî, sadece sözde dindarlıkta kalmışlardır. Uzun süredir kendi dinleri haricinde inanç arayışları içinde olan hıristiyanlar; Avrupa’daki müslümanlar sayesinde, İslâm’a oldukça sempatik yaklaşıyor, araştırıyor, tatmin oluyor. Neticede en mükemmel din olan İslâm’a teslim olarak müslüman oluyorlardı. Ne var ki; karşı taraftaki üst akıl, bunu fark ederek, İslâm’ın Avrupa’da yayılmasını önlemek maksatlı, İslâm’ı ve müslümanları kötüleyici bir dizi menfîlikler zinciri oluşturarak, bütün dünyaya «İslâmafobi»yi yaydılar. Uzun süre, üzerinde çok ciddî çalışılmış olan bu konu, iletişim araçlarını ve medyayı da etkili bir şekilde kullanarak maksadına ulaşmıştır. Avrupa; nihayetinde hedefine koyduğu bu yakışıksız, âdî fikri, bazı şahsiyetsiz müslümanları kullanarak maalesef başarmıştır. Bu tablo hakikaten üzücüdür.

Bu ve benzeri sâiklerle, son senelerde dînî fanatizmin en üst seviyesi olan Haçlı zihniyetini eskiden olduğu gibi yeniden dirilterek; Avrupa’daki müslümanlara, camilere, mültecî ve göçmenlere saldırdılar. Geçtiğimiz senelerde İslâm dîninin Peygamberi Hazret-i Muhammed -aleyhisselâm-’a ait karikatür kriziyle, Fransa’nın başını çektiği menfûr bir hâdise cereyan etmişti. Müslümanların mukaddeslerini aşağılayarak, İslâm’ın değerlerini önemsizleştirmeye yönelik adımlar; gerçekten müslüman-hıristiyan çatışması çıkarmayı hedefliyor. Bilhassa Fransa; kendi içinde yaşadığı ekonomik krizleri aşabilmek için, kullanışlı bir materyal olarak gördüğü müslümanları, kendi zâfiyetlerini gizleyebilmek adına, kullanmaya elverişli bir aparata dönüştürmüş durumdadır.

Ve yine batıda salgın hastalık sebebiyle yaşananlar, onların arasındaki insânî değerlerin nasıl da yozlaştığını ortaya dökmüştür. Bu insânî değer yıkımına karşın, İslâm’ın ve İslâmî değerlerin yükselişi elbette görmezden gelinemez. Nitekim; «Bu farkındalık gerçekleşmesin!» hedefiyle, insanların zihninde, İslâm’ı kötüleme algısının derhâl tekrâren hortlatılması, bu hâdisesinin neticesidir. Hattâ Avrupa’da oluşturulan terör örgütlerinin finansmanının, bizzat batılılar tarafından karşılanması konusunu artık bilmeyen yoktur. Bu oluşumda; güya sözüm ona (!) müslüman görünümlü kişiler vasıtasıyla, barış dîni olan İslâm’ı şiddet yanlısı olarak gösterme algısı yatıyor. Ve bu algıyı yaymaya çalışıyorlar. Fakat bilinmeli ki;

«Güneş balçıkla sıvanmaz.» Tertemiz İslâm’a dil uzatanların hazin âkıbetini şimdiye kadar çok gördük. Aslında bu zavallılara ancak acıyoruz. Bu güruh, ancak karakterleri dibe vurmuş nasipsizlerdir.

Geçmişten bu yana Avrupalılar; aydınlanmayı, ilmi ve teknolojik gelişmeyi hızlandıran sanayi devriminden sonra, sınırsız bir kibre ve gurura kapılarak kendilerini üstün sınıfta konumlandırmışlardı. Bugün dünyanın sözde (!) medeniyet seviyesine gelmesinin biricik âmili, onlara göre batılılardır. Bu üstünlük fikriyle, Avrupalı; kendini dünyanın efendisi, diğer insanları ise kölesi gibi gördü ve görmekte… Batılılar başka insanların dinlerini, kültürlerini, değerlerini küçümsedi, aşağıladı; hattâ yok sayan bir davranış tarzı benimsedi. Onlara göre yalnızca kendilerinin inançları önemliydi ve onların inançları en değerliydi, en kıymetliydi, başka değerler ve medeniyetler değersizdi. Bir numarada daima kendileri vardı ve bu hep böyle olmalıydı.

Avrupalı; bu üstün beyaz adam sendromu ile, bilhassa Afrika ülkelerini sömürmeyi, onları kendilerinin kölesi gibi kullanmayı meşrû gördü. Senelerce bîçare Afrikalıların sırtından para kazandı, onları boğaz tokluğuna çalıştırdı. Bu sayede Afrika ülkelerinin zengin kaynaklarını sömürdü. Bu çirkin sömürü işlerini öyle ileri boyuta getirdi ki; o bölgelerde yaşayan insanların eğitim sistemlerine, inançlarına, giyim şekillerine kadar müdahale etti. Afrika ülkelerine yapılanların safına, aslında biz de dâhiliz. Avrupalı, hemen bütün İslâm ülkelerinde de aynı politikayı yürüttü. Bu yürütülen; ezici, üzücü, dayatıcı sistem, bizi ikinci sınıf insan olarak gördüğünün deliliydi.

Avrupa’nın bu kibirli, kendini beğenmiş, yalnızca kendini medenî, diğer insanları köle gören ve dahî insanları ötekileştiren, yoz sistemi çökmeye mahkûmdur. Nitekim bugün olanlar, bu hakikatin göstergesidir. Bilinsin ki; Avrupa’da demokrasi ve hümanizm felsefesi bitmiştir, din bitmiştir, Hıristiyanlık bitiştedir, sadece kültürel merasimler kalmıştır. Hâlbuki İslâm, insanların fikir yapısını güneş gibi aydınlatmaktadır. Avrupa ve dünyada yaşanan çaresizliklere çare biziz. Global sistem sıkıntılarına çare İslâm’dır. Şahsî problemlere çare Müslümanlıktır. 21. asırda; son derece acımasızca icrâ edilen saldırıların, zulümlerin üstü kapatılamaz.

Yerlerinden, yurtlarından, vatanlarından âdeta sürülen mültecîlerin, Avrupa kapılarında karşılaştıkları insanlık dışı zulümler unutulamaz. Ama şimdi Ukraynalılara sağlanan imkânlar, gösterilen güler yüz, batının kendi insanına karşı sergilediği davranışlar; onların nasıl ikiyüzlü olduğunu ortaya koyuyor. Sarı saçlı, mavi gözlülere gösterilen muâmele ile müslüman göçmenlere takındıkları aşağılık tutum bir mi? Biz bunları unutmayacağız! Geçmişte Yugoslavya dağıldığında yaşanan bir Bosna dramımız vardı bizim. Bosna hâdisesinden sonra bir kez daha; Avrupa insanının gerçek yüzünü, sıfır noktasına inen ahlâk ve değer kaybını, yaşayarak gördük. Avrupa’nın «hümanizm» anlayışı kendine bile yetmiyor, kendini dahî ayağa kaldırmaya kâfî gelmiyor. Pandemi döneminde birbirlerinden kaçırdıkları tıbbî malzemeler, bunun en açık delilidir.

Hâlbuki iyilik ve hayır öncelense, -zulüm ve zâlimlikler olmasa- hayat daha yaşanılır kılınacak. Ve herkes dünya gemisinde, gemi delinirse zarar hepimize dokunacak. Zulme ve gadre uğrayan pek çok çaresiz, uzun süredir ızdırap ve dertten başını kurtaramadı. Gelecek meçhul, yarınlar endişe dolu. O hâlde yarınlara güvenle bakmak isteyenler; mevcut zulme, haksızlıklara, çağlayan gözyaşlarına, yıkılan yuvalara, terk edilen vatanlara kalkıp bir şeyler yapmalılar, bu elzemdir. Yaşayan herkes, yaşananlardan sorumludur. Artık her insan, bu vahşî gidişâta; «Dur!» demek için elini taşın altına koymalıdır.

Nasıl mı? Gücümüz neye yetiyorsa… Elimiz neye erişiyorsa… Dilimiz nereye ulaşıyorsa… Evet, evet bir şeyler yapmalıyız. Dünyanın böylesi soysuzların eline kalmaması için gayretler sarf etmeli, çırpınmalı, didinmeliyiz. Hiç olmadı, duâ duâ yakarışta olmalıyız. Omuz silkip geçmek olmaz. Zâlimden yana tavır takınılamaz; dünyanın neresinde olursa olsun, zulüm ve haksızlığa uğramış çaresizlere müslümanların yardım etmeleri gerekir. Hâl böyleyken, yan gelip yatmak olmaz. Kalk, toparlan, silkin, dînine, îmânına saldıranlara, müslüman ülkelerini talan edenlere karşı bir şeyler yap, oturma! Hiç olmazsa bunu en yakınına, çoluk-çocuğuna, etrafına anlat ki, millet ayakta uyumasın! Değerlerine, kimliğine, dînine, vatanına sahip çıksın! Uyan ve uyandır kardeşim!..

İslâm ülkelerinin başına âdeta «karabasan» gibi çöken ABD, Çin, Rusya, İsrail ve AB ülkeleri; kendilerine kullanışlı aparat olarak seçtikleri içimizdeki yandaş ve candaş muhalefetiyle, dışımızda yine yandaş ve candaş müslüman ülkelerle, istedikleri hezîmeti gerçekleştirebilme gayretindeler. Ama biz olanların farkındayız. Hakikaten bu acı gerçek, içimizi acıtıyor. Bu nasıl bir aymazlık! Anlaşılır değil. Üç kuruşluk menfaate insan, dînini, îmânını satar mı?.. Bu utancı utandıran perişan tabloyu gören müslümanlar; düşünüp, çözümü için kafa yormalılar. Bu korkunç tabloya duyarsız kalınamaz.

Ama peşinen söyleyelim; «Bu şarkı burada bitmez!» Müslümanların geleceğe dair çok ciddî atılımları var. Rabbim her hususta olduğu gibi müslümanların yâr ve yardımcısı olsun inşâallah.