BİZE EMÂNET CANLAR

Dr. Ahmet Hamdi YILDIRIM

Cenâb-ı Hak; biz insanları, Zâtını tanıyıp, O’na kulluk edelim diye yarattı. Sâir varlıkları ise, bu mârifetullah ve kulluk imtihanında bizlere hizmet için yarattı.

Bu hizmet çeşit çeşit…

Kimisi güneş gibi uzaktan ısı ve ışık verip hayata vesile olarak hizmet ediyor.

Kimisi çiçekler gibi tefekkür ettirerek, cemâli düşündürerek hizmet ediyor.

Kimisi sebzeler ve meyveler gibi rızkımıza vesile oluyor.

Hayvanların da türlü türlü nimetlerinden istifade ediyoruz. Asırlarca bizi taşıdılar, eşyalarımızı taşıdılar, arabalarımızı çektiler. Cenâb-ı Hak muhtelif âyet-i kerîmelerde bu nimeti hatırlatıyor.

Kimi hayvanların; etinden, sütünden, yününden, kılından, tüyünden, her şeyinden istifade ediyoruz. Kümes hayvanlarının yumurtasından; koyunun, keçinin, ineğin sütünden istifade ediyoruz. Arının balından istifade ediyoruz.

Bülbüller, kanaryalar güzel sesleriyle; ceylânlar, kuğular, güzel yaratılışlarıyla bizim tefekkürümüze hizmet ediyorlar. Hattâ yırtıcı, vahşî hayvanlar bile bize azamet-i ilâhiyyeyi seyrettiriyor, ibrete vesile oluyor.

Hayvanlar âlemi bizler için yaratılmış. Adı üzerinde her biri birer âlem.

•Rabbimiz, Rabbü’l-Âlemîn / Âlemlerin Rabbi.

•Peygamberimiz, Âlemlere Rahmet, her birine rahmet vesilesi.

Bu âlemler evet bize hizmet için yaratıldı. Lâkin aynı zamanda birer nimet olarak bize emânet edildi.

TEMEL ÖLÇÜLER

•Meşrû ölçüde, yani şerîatın izin verdiği kadarıyla onlardan istifade ederiz. Şerîatımız eti yenilebilecek hayvanları belirleyip bize helâl kılmış.

•Bu istifadeyi sağlarken, ihtiyaç ve zarûretler ölçüsünde hareket ederiz. Keyif ve zevk ile değil.

•Hayvanlara eziyet etmemiz, asla câiz olmaz. Hiçbir cana sebepsiz yere kıyılamaz.

•Ancak eziyet verici, zarar verici mahlûkatı bertaraf etmek ise câiz, hattâ lâzım olur.

Bu temel ölçüler, dînimizin fıtrî ve gerçekçi yönünü de gösteriyor. Bu temel değerler olmayınca, beşeriyet ifrat ve tefrite düşebiliyor.

Tefrite düşmek yani; “Nasıl olsa hayvandır!” diyerek onlara eziyet etmek, sadistçe davranmaktır. Dînimiz buna asla izin vermez.

Nitekim Efendimiz -aleyhisselâm-; hayvanlara aşırı yük yüklenmesini, onların aç veya susuz bırakılmalarını, hayvanlara şiddet uygulanmasını kesin ifadelerle yasaklamaktadır.

HAYVAN DÖVÜŞTÜRMEK

“Zarara uğratılmak da zarar vermek de yok!”

Bu prensip, sadece insanlar arasında değil mahlûkat için de geçerli.

Masum hayvanların bir zevk için, bir iddia için dövüştürülüp birbirlerine eziyet vermelerine, birbirlerine acı çektirmelerine yol açmak barbarca bir davranıştır. Bir müslümanın aklından, hayalinden bile geçmeyecek bir davranıştır. Bırakın böyle bir fiili yapmayı, bir müslümanın böyle bir ortamda bulunması dahî câiz değildir. Böyle bir program televizyonda gösterilecek olsa, böyle bir programı seyretmesi câiz değildir. Çünkü böyle bir fiilin olduğu yere Allâh’ın lâneti inmektedir. Yani haksız yere, tamamen insanların sadist zevkleri için; hayvan dövüştürmek, boğa güreşi yapmak, hayvanlara mızrak atmak, ok atmak, onların acı çekmelerini seyretmek… Bu tamamen insanlık dışı, barbarca, sadistçe bir davranış. Bunu yapmak lânetli bir fiil olduğu gibi; bunu seyretmek, bundan zevk almak bunu insanlar neşelensinler, mutlu olsunlar diye haber yapmak da câiz değildir. Bu tür davranışların bir insanlık suçu olarak tescil edilmesi gerekir. Hayvanlara karşı işlenmiş çok ağır bir suç olarak kabul edilmesi gerekir.

Anadolu’da çok hassas olunan iki hak vardır:

•Gayrimüslim hakkı.

•Hayvan hakkı.

Gayr-i müslim hakkından korkulur. Çünkü âhirette hesaplaşma var. Bir gayr-i müslimin sende hakkı var ise, senden ne isteyecek? Büyük bir mesele.

Hayvan haklarına da çok dikkat edilir ve onlar dilsiz diye tabir edilir. Yani o hayvan bu dünyada şikâyet etme hakkına sahip değil. Hangi mahkemeye müracaat edecek? İşte onun müracaatı doğrudan ilâhî mahkemeye gider!

Efendimiz -aleyhisselâm-’ın mûcizelerinden biri de hayvanlarla konuşmasıydı. Efendimiz’e müracaat eden, gözyaşı döken, sahibini şikâyet eden hayvanlar vardı. Ama bugün için böyle bir imkân yok. Allâh’ın yarattığı bu masum varlıklara karşı şiddet kullanmak, gereksiz yere onların hayatlarına kastetmek olamaz. Bu tür davranışlar müslüman toplumunda asla görülmemelidir.

Sadık ALBAYRAK Hocamızın bir kitabı vardı «Sömürüye Karşı İslâm» diye. Oradan bir cümle hatırlıyorum;

“Osmanlı’da merkepler bile 8 saatten fazla çalıştırılmazdı.”

Yani hayvan çalıştırmanın da ecdâdımızda bir yönetmeliği vardı. Gelişigüzel «hayvandır» diye; istediğin kadar yük yükleyemezsin, çalıştıramazsın. Dolayısıyla İslâm bir merhamet dînidir. Bu merhametin her şeyde tecellî etmesi gerekir.

Peygamberimiz’den bu hususta çok sayıda misal gelmiştir:

Bir anne köpeğin rahatsız edilmemesi için ordunun güzergâhını değiştirmesi, yakılmış karınca yuvası görünce çok üzülüp îkaz buyurması, yuvadan alınan kuş yavrularını iade ettirmesi, kediye zulmeden kadının cehennemlik olduğunu, bir köpeğe su veren günahkâr kadının cennetlik olduğunu bildirmesi… Nice misaller…

AVLANMAK?

Yemek için avlanmak dînimizde mubahtır. Harem bölgesi dışında kara avı ve deniz avı helâl kılınmıştır. Eti yenmeyen hayvanların da derisi vb. istifade edilen bir yönü varsa, avlanmak câiz olur.

Fakat vahşî batılıların yaptığı gibi; sırf sadizm için, zevk için gidip aslan, kaplan gibi hiçbir ihtiyaç duymadığı hayvanları avlamak insafla bağdaşmaz.

Hele bugün insanlığın nüfusu artıyor. Sanayileşme, ormanların ziraat arazisi hâline getirilmesi, çevre kirliliği derken hayvanların soyları tükeniyor. Bu vaziyetteyken gidip bir de nesli tükenen canlıları avlamak o mahlûkatın hilkat gayesine muhalif davranmak olur.

Av hususunda bir noktadan sonra, merhamet ölçüleri de devreye girer. Bilhassa mevsimleri dışında avlanıldığında, yavruları annesiz bırakma tehlikesi vardır. Günümüzde besi hayvancılığı varken; kasaptan-marketten eti, tavuğu kolayca ve daha ucuza mal olacak şekilde alabiliyorken; insanlığın gıdâ sebebiyle avlanması ihtiyacı büyük nisbette ortadan kalkmıştır. Geriye spor ve zevk için av ihtimali kalıyor ki, bu hassas gönülleri rahatsız etmektedir.

BİR CANLIYI ÖLDÜRMEK

Efendimiz -aleyhisselâm-; boş yere hayvanların hedef tahtasına konulmasını, onlara hedef alınarak ok ve silâh doğrultulmasını yasaklıyor.

Bu meyanda cihan padişahı Kanunî Sultan Süleyman, saraydaki bahçede bulunan ağaçları karıncalar sarmış; bununla ilgili Ebussuud Efendi’ye fetvâ sorar. Şiir üslûbuyla der ki:

Dırahta ger ziyan etse karınca,
Günâhı var mıdır ânı kırınca?

“Ağaçlara karıncalar zarar verse o karıncaları kırmak, telef etmek câiz olur mu?”

Dönemin şeyhülislâmı olan Ebussuud Efendi, Kanunî Sultan Süleyman’ın şerîat ile bağdaşmayan kararlarına her zaman karşı çıktığı gibi burada da diyor ki:

Yarın Hakk’ın dîvânına varınca,
Süleyman’dan hakkın alır karınca.

Yani hayvanların kendi tabiî ortamlarında, bulundukları yerlerde, hür bir şekilde yaşamalarına imkân sağlamak bizim vazifemiz.

Fakat insanların gıdâlarına büyük ölçüde zarar veren hayvanların ise öldürülmesine izin verilmiş.

Tarlaya zarar veren yaban hınzırlarını vurmak gibi faaliyetler ise, zarar ve eziyet vereni bertaraf etmek yönüyle câizdir.

Bunlarda da mümkün mertebe öldürmek yerine uzak tutucu teknolojiler kullanmalı; çit çekmeli, korkuluk vb. yollar tercih edilmelidir.

Şehirlerde hastalık yayan sivrisinek; tarlalara zarar veren fare, haşerat, süne, kımıl vb. hayvanların telef edilmesi, ilâçlanması da yine; “Eziyet veren öldürülebilir.” prensibiyle câiz görülmüştür. Bu eziyet; «Canımı sıkıyor, gözüme çirkin göründü…» şeklinde bir eziyet değildir.

Elektrikli ışığıyla sineği çekip sonra da yakarak öldüren cihazların kullanılması ise câiz değildir. Canlı bir varlığı ateşle yakarak telef etmeyi, dînimiz yasaklamıştır.

Yine ormandaki sineği öldürmeye hakkımız yok. O kendi tabiatında yaşıyor. Biz; şehre, insana, tarlaya zarar vereni bertaraf edebiliriz ancak.

Besi hayvanlarını İslâmî usûllere göre, besmeleyle kesmemiz de gıdâ ihtiyacımız sebebiyle câiz olan cümledendir. Burada bu kesimin, en az can yakacak şekilde yerine getirilmesiyle alâkalı bütün tedbirler alınmalıdır.

Hayvanlara sözde iyi davranmak hususunda düşülen ifrat da yanlıştır. Şöyle ki:

HAYVANI, İNSANDAN
ÖNE ALMAK!

•Bazı Uzak Doğu dinleri, hayvanların etinden yararlanmak için kesilmesine büyük bir cinayet gözüyle bakıyor. İneğe tapıyor. Hayvanlar yola çıksa trafik duruyor. Bazı mâbedleri farelerle dolu. Mikrop yuvası. Zaten bâtıl akîdelerinde, insanlarla hayvanlar arasında öldükten sonra ruh göçüne (reenkarnasyon / tenâsüh) inanıyorlar.

Bunlar;

“Âdemoğullarını mükerrem kıldık!” diyen İslâm’ın kabul etmeyeceği hurâfelerdir.

•Batıda da Uzak Doğu tesiriyle çoğalan veganlar ve vejeteryanlar, hayvanlardan istifade edilmesine haksızlık olarak yaklaşıyorlar. Sadece sebzelerle beslenmeye çalışıyorlar. Böylece birtakım mühim vitamin ve proteinlerin eksikliğini yaşıyorlar.

İslâm’da insanın yetersiz beslenmek sûretiyle kendisine zarar vermesi de haramdır.

Ölçü Allâh’ın tâlimatları olursa;

➢O’nun helâl dediğine kim haram diyebilir?

➢O’nun haram dediğine kim helâl diyebilir?

Hayvanın canı can da, bitkininki can değil mi? İnsan, organik gıdâlarla beslenmek mecburiyetindedir.

•Hayvansever olduklarını ileri sürenlerin sergilediği bazı davranışlar, ülkemizde de bazen aşırılığa gidebiliyor. İnsan hayatından daha öne alınabiliyor. Saldırgan sokak köpeklerine karşı belediye ve site idareleri, eli kolu bağlı kalıyor. Bir ibâdet olan kurbana dil uzatılıyor. Bu hususta çıkarılan kanunlarda, insan hayatını ve hürriyetini ikinci sıraya atacak şekilde değerlendirmeler yapılıyor.

Hâlbuki kelb-i akur / insana saldıran, kuduz vb. köpeklerin telef edilmelerinde dînen bir mahzur olmadığı gibi lâzımdır da. Çünkü çocuğa, insana zarar veriyor.

EVDE HAYVAN BESLEMEK

Bugün sokaklarda ve orman kenarlarında aşırı derecede köpek nüfusunun birikmiş olmasının iki sebebi dile getirilmektedir:

•Evinde köpek beslemeye heveslenenlerin sonradan vazgeçerek bunları orman kenarlarına terk etmeleri.

•Sokak hayvanlarının, neredeyse sürüler hâlinde çoğalmalarını sağlayacak derecede aşırı ve yoğun bir şekilde beslenmesi.

Evde hayvan besleme hususunda İslâm’ın görüşü nedir?

Esasen her hayvan kendi tabiî hayat alanında bulundurulmalı.

Meselâ kanatlı hayvanların kafeslere hapsedilmesi, onlardan, sesinden veya görüntüsünden zevklenilmeye çalışılması doğru değil. Çünkü o hayvan, o daracık kafeste eziyet çekiyor.

Kedi gibi insanlarla ünsiyeti olan hayvanlar; eğer ortamınız müsaitse, yani bahçeli bir eviniz var ve hayvan rahatça hareket edebiliyor ise bu hayvanları da besleyebilirsiniz. Ama eğer tuvalet alışkanlığını kazanmamış, ortalığı pisleten, kötü kokuya sebebiyet veren, temizlikle ilgili sıkıntı doğuran bir hâldeyse; bu da müslümanın günlük hayatına uygun düşmez. Çünkü müslüman temizdir, müslümanın yaşadığı ortam da temiz olmalıdır. Müslüman; namaz kılan insandır, namaz için her an hazır olan insandır. Bu noktalara dikkat etmemiz gerekir.

Efendimiz -aleyhisselâm- kedi ve benzer hayvanlar için;

“Evinizde, aranızda dolaşan, sizinle beraber bulunan hayvanlardır.” ifadesini kullanıyor. (Muvattâ, Tahâret, 13)

Bu noktada hayvanın hakkına riâyet edebilecek olan, onun bakımına özen gösterebilecek olan, hayvanın hukukunu koruyabilecek olan kimseler, kedi besleyebilirler.

Fakat Efendimiz -aleyhisselâm-, köpeğin evlerde bulundurulmasını yasaklıyor. Köpek olan eve meleklerin girmeyeceğini ifade ediyor. Ancak bekçilik / koruma maksatlı veya av için tutulan köpeklerin çiftlik evlerinde bakılabileceğini beyan ediyor.

Bunun haricinde süs köpekleri vs. türünden hayvanları bir müslümanın evinde saklaması, bunlarla meşgul olması, doğru bir şey değil. Çünkü bunlar evlerimizdeki rahmet meleklerinin rahatsız olmasına sebebiyet verir. Necâsete sebebiyet verir.

Evde hayvan beslenmesiyle alâkalı bir sual de şu:

Evcilleştirilen hayvanların kısırlaştırılması câiz midir?

Allah Teâlâ, bütün canlıları bir fıtrat üzere yaratmıştır. İnsanoğlu, hayvanlar, bitkiler hep birer fıtrat üzere var edilmiştir. Binâenaleyh bu fıtratın değiştirilmesi; insan tabiatının, hayvan tabiatının bozulması men edilmiştir; hattâ ekolojik dengeye müdahale edilmesi bile yasaklanmıştır.

Binâenaleyh bir insanı hadım etmek câiz olmadığı gibi, bir hayvana da aynı muameleyi yapmak doğru ve câiz olmaz.

Bir hayvanı beslerken, ondan hizmet alırken; nasıl onun yemesine, içmesine, dinlenmesine imkân sağlamamız gerekiyorsa, onun diğer ihtiyaçlarına da imkân sağlamamız gerekir.

Besi hayvanları kesilmeden bir müddet önce; et bağlaması, etinin lezzetli olması için «burulmak» tabir edilen usûlle kısırlaştırılıyor. Bu işlem, kısa bir süreliğine; 3 ay, 6 ay, bilemediniz 1 sene zarfında kesilip tüketilmesi ve insanın hizmetine sunulması şeklinde gerçekleşiyorsa câiz olur.

Ama ihtiyaç olmayan bir alanda zevkine bu işler yapılıyorsa;

“Ben evde hayvan beslemek istiyorum. Bu hayvanlar evde ürerler, çoğalırlar. Kızışma zamanlarında gürültü yapar, etrafı kirletirler, hırçınlaşırlar. Dolayısıyla ben bunları kısırlaştırayım.” diye gidip bir kediyi, köpeği kısırlaştırmak olmaz, böyle bir hakkımız yoktur.

Diğer taraftan; «sokak hayvanlarının sayısı artmasın, şehrin başına belâ olmasın» diye sokak hayvanlarının belediye tarafından kısırlaştırılması ise, dolaylı olarak nüfuslarını kontrol maksadına mâtuf olduğu için ve itlâf edilmelerinden daha ehven olduğu için câiz görülebilir.

Hakikî hayvan sevgisi, onları tabiî ortamlarında fıtratlarına uygun şekilde yaşatmaktır. Onları apartman dairesinde, betonların arasına hapsetmek ve bir de kısırlaştırıp zavallı bir oyuncağa çevirmek doğru bir davranış değildir.

Mahlûkata şefkat nazarıyla bakıp, merhametle muamele edelim. Lâkin her şeyde olduğu gibi bu hususta da ölçümüz, şer‘î ölçüler olsun.