ORUÇ ANA

Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr

Nûr ile doldu yine kevn ü mekân,
Geldi hoş lutf ile şehr-i Ramazân…
Zeyn olup açıldı ebvâb-ı cinân,
Geldi hoş lutf ile şehr-i Ramazân…

Mâsivâ hubbun aradan çıkagör,
Zât-ı bî-çûne Hüdâyî eregör,
Bezm-i vahdette safâlar süregör;
Geldi lutf ile mübârek Ramazân… 1

Herhâlde 10 yaşlarındaydım, anacığımla Ramazan ayı sebebiyle bir iftar faaliyetine davetliydik.

Faaliyet Eyüp Sultan semtindeki Hacı Beşir Ağa Medresesi’nde idi.

Öğle namazından sonra Üsküdar’dan Haliç motorlarına binip Eyüp’e geçtik, iskeleden yürüyerek Beşir Ağa Medresesi’ne vardık.

Ramazân’ın yaz ayına denk gelmesi sebebiyle; hanımlar ve çocuklar, Medrese’nin bahçesinde toplanmışlardı.

Bir taraftan Kur’ân-ı Kerim’ler okunuyor, günün mânâ ve ehemmiyeti etrafında vaazlar ediliyor, tesbihler çekiliyor; bir taraftan da iftara hazırlık yapılıyordu.

Çocuklar ise her zamanki gibi oyunlar oynuyorlardı ki, ben de onlardan biriydim.

Dün gibi hatırlıyorum; saklambaç oynuyorduk, saklanacak enteresan yerler bulmaya çalışıyor, koşup zıplayıp vakit geçiriyorduk, çocukluk işte…

Saklanacak yer ararken; bahçedeki bir binanın içine girdim, merdivenlerden aşağıya indim, loş bir holdü. Burada saklanacak yer yoktu, ama ileride bir kapı vardı, kapıyı açtım içerisi karanlıktı.

Elektrik düğmesi aradım ama yoktu; «İşte tam saklanacak yer!» diye düşündüm, kapıyı kapadım ve beklemeye başladım.

Tam karşı duvarda küçük bir delik vardı ve o delikten içeriye güneş ışığı sızıyordu, ışık huzmesinin yansıdığı yere oturdum.

Etrafıma bakınmaya başladım. Gözüm yavaş yavaş karanlığa alışmaya başlamıştı ki, bir de ne göreyim! Tam karşı köşede birisi oturuyor…

Tam kaçmaya yeltenirken; yumuşak, tatlı bir hanım sesi;

“–Korkma evlâdım!” dedi ve benimle konuşmaya başladı.

“–Oruç tutuyor musun evlâdım?” dedi.

“–Evet efendim!” dedim.

“–Aferin evlâdım! Bak Ramazan ayında gereği gibi oruç tutarsan, senin vücut toprağını altın ederler.”

“Senin fânî varlığını taş gibi ezerler de göğe sürme yaparlar.”

“İftar vaktinde yediğin yemek lokmasının her biri, birer mânâ incisi olur.”

“Ramazan’da; yemekte, içmekte, kötü söz söylemekte, kötü iş işlemekte sabırlı olduğun için, bu sabır, senin mânevî görüşünü artırır, gönlünün gözünü açar.”2

«Nasıl hatırlıyorsun bu lâfları?» diyeceksiniz… Geçenlerde elime Mevlânâ Hazretleri’nin Dîvân-ı Kebîr’i geçti, onu okurken benzer lâfları gördükçe o hanım teyzenin bana söyledikleri aklıma gelmeye başladı…

Neyse tekrar karanlık odaya dönelim…

Hanım teyze anlatmaya devam ediyordu:

“Oruç anası keremlerde bulundu, çocuklarına geldi, kavuştu.”

“Çocuğum! Fırsatı kaçırma, oruç ananı sıkıca tut, bırakma!”

“Oruç anasının güzel yüzünü seyret! Onun lütuf sütünü em! Onun yurdunu yurt edin! Orucun kapısında otur!”

“Rızâ çölüne bak, Allâh’ın ilkbaharını seyret! Oruç nergisleri ile dolu olan can cennetini müşâhede et!”

“Ey gonca! Sen çok güçsüzsün. Gelişmemişsin. İpte oynayan bahar cambazı gibi sıçra, oruç çemberinden geç!”

“Ey gül! Kanlara batmışsın, hâl böyle iken, neden gönlün hoş, neden gülüp duruyorsun? Yoksa Halîl’in evlâdı mısın ki, oruç hançerinden hoşlanıyorsun?”

“Neden ekmeğe âşıksın? Bahar mevsiminde gençleşen dünyayı seyret! Oruç harmanından can buğdayı satın al!”3

Evet, hanım teyze bana Mevlânâ Hazretleri’nin Dîvân-ı Kebîr’inde okuduğum bu sözleri sarf ediyordu. Tam olarak aynısı olmasa da bana şu anda bunları çağrıştırıyordu.

Daha sonra bana doğru eğilerek elime bir tesbih verdi…

Ve birden bağırtılar, çağırtılar, gürültüler içerisinde odaya birileri girdi. Bunlar oranın sorumlusu olan hanımlar ve annemdi.

Beni bulamayınca telâşlanmışlardı.

Meğerse orası dergâhın çilehânesi yani halvet odası imiş.

Ben o kadar koşturmacanın ve oruçlu olmanın verdiği rehâvet ile oyunu unutup oracıkta uyuyuvermişim.

Hemen karşı köşeye bakıp o hanım teyzeyi aradım, ama orada oturan kimse yoktu.

Etrafımdakilere anlatmaya çalıştım;

“–Burada bir hanım teyze vardı…” diye ama;

“–Sen uyuyakalınca rüya gördün herhâlde, burada kimsecikler yok işte!” dediler.

“–Peki, bu ne!” deyip elimdeki tesbihi gösterince;

“–Tesbih…” dediler.

“–İşte bana bu tesbihi o hanım teyze verdi!” dedim.

“–Tabiî… Tabiî…” dediler. O sırada ezan okunmaya başladı ve hep beraber iftar etmeye çıktık.

O tesbihi hâlâ saklarım. Orada unutulmuş bir tesbih miydi, o hanım teyze ben uyurken oradan ayrılmış mıydı bilinmez, zaten ne demiş şair Ahmed Hâşim:

“Şiirde mânâ aramak; geceyi şenlendiren bülbülü, eti için avlamaya benzer.”

Eğer yolunuz düşer de Hacı Beşir Ağa Medresesi’ne uğrarsanız o halvet odasını görmeyi ihmal etmeyin.

____________________________________________________________________________

1 Aziz Mahmud Hüdâyî -kuddise sirruhû-

2 Dîvân-ı Kebir’den Seçmeler, c. IV, rubâî no: 368.

3 Dîvân-ı Kebir’den Seçmeler, c. III, gazel no: 1175.