GÖBEKLİTEPE

Dr. Naif ÖZKUL

Rahmetli Yavuz BAHADIROĞLU, bir yazısında;

“Ne zaman bir tarih kitabı karıştırsam karşıma mağara adamları çıkar.” demişti. Aynıyla benim çocukluğumda da saçı başı dağınık, yarı çıplak, elinde ucu taştan sivriltilmiş mızrakla çizimi yapılmış yahut resmedilmiş ilkel, vahşî insan tipi hayalimde kalmıştı. Bu kurgudaki şablon, ülke çocuklarının İslâm inancını zedelemekteydi.

Esasen ilk insan ilâhî bir yaratılışın mahsûlü olup, insanlık Hazret-i Âdem ve Hazret-i Havvâ Vâlidemiz’le başlamıştır. Cenâb-ı Hak ona bilmediklerini öğretmiştir. Eşref-i mahlûkat / mahlûkatın en şereflisi olarak mükerrem kılmıştır. Ardından da Cenâb-ı Hak, nice peygamberler ve suhuflar / kitaplar göndererek insanlığı irşâd etmiştir. Âyet-i kerîmede buyurulduğu gibi:

“Allah, Nûh’a buyurduğu şeyleri size de din olarak buyurmuştur. Sana vahyettik; İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya da buyurduk ki:

«Dîne bağlı kalın, onda ayrılığa düşmeyin!»…” (eş-Şûrâ, 13)

Maalesef yakın tarihte eğitim dünyasına hâkim olan batılılaşma ve yabancılaşma sebebiyle, bizim zamanımızdaki tarih ve yurttaşlık kitaplarımızda bu gerçekten bahsedilmemekteydi. Çağdaşlaşmak adına din karşıtlığı yapılıyor, tevhid inancını ortadan kaldırmak gibi bir sû-i niyet ile hareket ediliyordu.

Kötü niyetli evrimci, ateist ve pozitivistler; sadece ülkemizde değil bütün dünyada Allah ve peygamber inancını taşıyan semâvî dinleri hedef almış, batıda kilise inancını bitirmiş, halkı ateizme sürüklemiştir.

İslâm’a gelince; semâvî dinlerin en sonuncusu, tahriften korunmuş âlemşümul dînimiz, güçlü bir îman ve inanç yapısıyla bu cereyanlara yol vermemiştir elhamdülillâh.

Peki bahsettiğimiz bu tarih kitaplarında karşımıza çıkan o vahşî, suratı kasten maymuna benzetilerek çizilen, zihnî melekeleri pek gelişmemiş insan kurgusu niçindir?

İddia şuydu:

İnsanlık -hâşâ- evrimle tesadüfen var olmuştu. Zihnî melekelerini de evrimleşerek zamanla kazanmıştı. Milâttan önce 3500 civarında yazının bulunmasıyla tarih başlatıldı. Bundan öncesine tarih öncesi dendi. Tarih öncesi dönem; «Paleolitik Dönem / Eski Taş Devri» «Neolitik Dönem / Yeni Taş Devri» gibi isimlerle adlandırıldı.

Yontma taş, cilâlı taş devri insanı bu kurguya göre, barınak yapmayı bilmiyordu. Hayvanları evcilleştirmemişti. Tarıma başlamamıştı. Tabiî olarak yerleşik hayata geçmemişti. Avcılık yaparak iptidâî bir hayat sürüyordu. Daha sonra ziraati öğrenen insan, yavaş yavaş yerleşik hayata geçecekti. Buna «Tarım İnkılâbı» dediler. Ancak bundan sonra toplu yaşamanın gerektirdiği birtakım kaidelere olan ihtiyaçla -hâşâ- dînin îcat edildiği iddia edildi. Pozitivist, materyalist, Darwinist dünya görüşü; çizdikleri bu şablona nesilleri inandırmaya çalışıyordu.

Fakat arkeolojik gerçekler bu oyunu bozdu!

Urfa yakınlarında keşfedilen Göbeklitepe günümüzden 12.000 sene öncesine tarihlendi. UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesine girdi. Mısır piramitleri bile 5.000 yıllıktır. Göbeklitepe, dünyanın arkeolojik kazılarla bulunmuş en eski yapısıdır. İnşası milâttan önce 10.000 yılına tekabül eder.

Peki 12.000 sene evvelinin insanları; bulunduğu mekândan dolayı Göbeklitepe adı verilen bu muhteşem yapıyı, hangi maksatla inşâ ettiler dersiniz?

Bu yapının mâbed / tapınak olduğu kesinlik kazanmıştır. Göbeklitepe civarında 6 tane daha ibâdet alanı bulunmuştur.

Dikkat ediniz: Dünyanın bulunmuş en eski yapısının bir ibâdet merkezi olduğu ortaya çıktı.

Kur’ân-ı Kerim, Kâbe’nin yeryüzündeki ilk ev / ilk mâbed olduğunu ifade etmektedir. (Bkz. Âl-i İmrân, 96)

Tabiî ki Kâbe-i Muazzama, Hazret-i İbrahim’in inşâsından beri ayakta olduğu ve zaman zaman inşâsı yenilendiği için arkeolojinin alanına girmemektedir.

Göbeklitepe ve civarındaki yapıların bulunması; pozitivist, ateist kurgu ve iddiaların doğru olmadığını ortaya koydu. Kurgulananın tam aksine; inancın ve ibâdetin, yani dinlerin ziraatin bulunmasından, yerleşik hayata geçilmesinden de önce var olduğu ortaya çıktı.

Sonuç olarak; tarım, yerleşik hayatı getirmemiş, iddia edilenin aksine dînî mâbedlerin etrafında kalma arzusu sonucunda yerleşik hayat, tarımı getirmişti.

Artık medeniyetin temelinin, tarım değil din ve inanç olduğunu, rahatlıkla söyleyebiliriz.

Göbeklitepe 12.000 yaşında. Ancak yapıların üzerinde görülen hayvan resim figürleri incelendiğinde bunların belirli bir gelişim merhalesini geçmiş, olgun eserler olduğu görülüyor. Yani 12.000 yılın bir miktar öncesi de olmalı. Böylece ilkel taş devri insanı şablonları bu bakımdan da altüst oldu.

En önemlisi, bu devir insanlarının bir inanca sahip olmasıdır. Böylesine büyük ve şümullü bir yapı, ibâdetin onlar için vazgeçilmez önemde olduğunu ispat etmektedir.

İnanma ihtiyacı, ilk insanlardan beri fıtratımızda güçlü olarak mevcuttur. Her devirde insan, yaratıcısını bulmak ve O’na teşekkür etmek için mâbedler / tapınaklar yapmıştır.

Demek ki;

12.000 yıl öncenin insanı da; zihnî melekeleri çok gelişmemiş, yabânî, vahşî insan değildir. Bu yüzden biyolojik gelişimi, evrime bağlayan teori de iflâs etmiştir.

Göbeklitepe’de evrim teorisine darbe vuran bir başka husus daha vardır:

Bu mâbedde kayalara çizilen onlarca hayvan figürü, çeşitliliği ve bunların bugünkü hayvanlara tıpatıp benzemesi; ilkel insan tezini çürütmesi yanında, evrim teorisini de yalanlamakta ve yaratılışı göstermektedir. Gerçi evrimciler 12.000 yılı evrim nazariyesi açısından kısa bulabilirler, fakat milyon yaşında fosillerde de bugünkü hayvanların hiçbir değişim geçirmemiş örnekleri bulunmaktadır.

Evet, Göbeklitepe üzerinde çalışan tarihçiler, kültür ve dinler tarihi uzmanları; ezberlerinin bozulduğunu, son asırlarda kurgulanan birçok iddianın boşa çıktığını, tarih kitaplarının yeniden yazılması gerektiğini itiraf ediyorlar. Olan; geçtiğimiz dönemde, bu kurgulara kapılarak inancı sarsılan insanlara oldu.

Ne yazık ki!

Yazımı Kur’ân-ı Kerim’deki şu mânidar muhâvere ile bitirmek istiyorum:

“Firavun dedi ki:

«–Önceki milletlerin hâli ne olacak?»

Musa dedi ki:

«–Onlar hakkındaki bilgi, Rabbimin yanında bir kitapta bulunur. Rabbim, ne yanılır ne de unutur!»” (Tâhâ, 51-52)