MESNEVÎ -13-

Z. Özlem ABAY o.abay@hotmail.com

KANLI YOL

Ney, kanlı yolun sözlerinden bahseder. / Mecnûnâne aşk hikâyeleri anlatır.

Ney; kamışlıktan kesilip, içinin dağlanıp ses verir hâle gelene kadar geçirdiği süreci; içli nağmeleri ile bu kanlı yolu anlatır. İnsân-ı kâmilin, hayat merhalelerinden sabır ve takvâ ile geçtiği yol da böyledir. Neyin sesindeki insanı etkileyen hüzün, insân-ı kâmilin de bu dünyada yaşadığı ayrılık derdini anlatır.

Dertler, belâlar, zorluklar kişiyi bu dünyada daha olgun insan yapar. İnsan çile ile pişer, kemâle erer. Hayatta nefsin isteklerine karşı durmak zordur; lâkin nefsin her istediğini de vermek nefsi besler, dizginlemeyi zorlaştırır. Bunun için nefs-i emmârenin sultasından kurtulup nefs-i mutmainneye ulaşma yolu zordur. Çekilen dert ve sıkıntılar; nefsin kötü huy ve alışkanlıklardan tezkiyesine, kalbin tasfiyesine vesiledir. Bu yüzden dert ve sıkıntıları mihnet değil, minnet bilmek gerekir.

Allah’tan geldik, Allâh’a gidiyoruz. Bu yola âşıklar yolu ya da kanlı yol denir. Çünkü dert, belâ ve mücâhede ile doludur. İnsân-ı kâmil;

“Ölmeden evvel ölünüz.” tavsiyesine uyarak kendini bu yolda fedâ eylemiştir. Varlığını Rabbin iradesine teslim etmiştir. Âyet-i kerîmede buyurulduğu üzere;

“Şüphesiz ki, Allah mü’minlerden nefislerini ve mallarını cennet mukabilinde satın almıştır…” (et-Tevbe, 111)

Canımızın müşterisi Allah’tır. Karşılığında ebedî bir hayatın müjdesi vardır. rivâyete göre âyet-i kerîme «İkinci Akabe Bey‘atı»nda nâzil olmuştur.

İkinci Akabe Bey‘atı, nübüvvetin 13. yılında hac mevsiminde gerçekleşmiştir. Ensar; ikisi kadın olmak üzere 75 kişiydi. Abdullah bin Revâha -radıyallâhu anh-’ın bildirdiği üzere;

“–Rabbin ve kendin için dilediğin şartı koş!” demişti ensar. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“–Rabbim için O’na kulluk etmeniz ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamanızı; kendim için de mallarınızı ve canlarınızı neden koruyorsanız beni de onlardan korumanızı şart koşuyorum.” buyurdu. Oradakiler;

“–Bunu yaparsak bizim için ne var?” diye sordular. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de;

“–Cennet.” buyurdu. Onlar da;

“–Kazançlı bir alışverişi bozmayız, bozulmasını da istemeyiz.” dediler. (Kurtubî, el-Câmî, 7, 267)

Kanlı yol demiştik. Neden böyle bir tabir kullandık? Çünkü bu yolda; Allah’tan elest bezminde olan beraberlikten ayrılışın elemi, bu dünya hayatının derdi, kederi, belâsı ve îmân ettiğimiz bu dînin esaslarını ve Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i canımızdan çok sevmek ve canımızdan, malımızdan daha kıymetli bilmek var. Gerektiğinde de bu yolda canı fedâ etmek var.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, dünyaya gözlerini yetim olarak açtı. Küçük yaşta öksüz ve himayesiz kaldı. «Muhammedü’l-Emîn» olarak kabul edilmesine rağmen; müşriklerin ezâ, cefâ ve iftiralarına muhatap oldu. Tâif’te taşlandı. Cibrîl-i Emîn;

“–Dağlar meleği arkamda yâ Muhammed! Arzu edersen Tâif’in altını üstüne getirsin!” derken O İki Cihan Güneşi -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, şu duâyı etti:

“Allâh’ım! Güçsüz ve çaresiz kaldığımı, halk nazarında hor görüldüğümü ancak Sana arz ve şikâyet ederim. Allâh’ım eğer bana karşı gazaplı değilsen, çektiğim mihnetlere ve belâlara hiç aldırmam.”

Sevgiliden gelen her şey sevgilidir. Geleni Rabbinden bilerek yine Rabbine el açıp ilticâ ediyordu. Müşriklerin zulmü bitmiyordu. En ağır iftirayı atıyor; «Mecnun!» diyorlardı. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e tesellî, ilâhî kelâm ile Rabbimiz’den geliyordu:

“(Varsın onlar Sana; «Mecnun!» desinler…) Ama Sen Rabbinin nimeti sayesinde bilesin ki mecnun değilsin.” (el-Kalem, 2)

Buna mukabil Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e malını, canını fedâ eden mü’minler; Akabe’de bey‘at ediyorlardı. Müşriklerin arasından Varlık Nûru -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Medine’ye hicretine az bir zaman kalıyordu.

Fuzûlî der ki:

Cânı cânan dilemiş vermemek olmaz ey dil!
Ne nizâ eyleyeyim, ol ne senindir, ne benim.

diyerek canını fedâya hazır mü’minler bu yola baş koyuyordu.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in 23 yıl süren tebliğ süresi; bin bir ezâ, cefâ ve hüzünle doludur. Lâkin bu sürenin sonunda, insanlar fevc fevc İslâm’a giriyordu. Muhammedî yol, kıyâmete kadar da yaşamaya devam edecektir.

İnsan acıyla, çileyle olgunlaşır. Mevlânâ Hazretleri de neyin dilinden; insân-ı kâmilin çilesini, bu yoldaki kanlı gözyaşlarını bize anlatmaktadır. Bizi aşkla yapılacak bir kulluğa çağırmaktadır.

Biz ne zaman namaz kılmaktan ayakları şişen Peygamber’in ümmeti olmayı unuttuk!?. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; canını, malını her türlü varlığını Allah yolunda harcamış, vefat ederken bir dirhem bile mîras bırakmamışken; biz ne zaman helâl-haram demeden mal biriktiren bir ümmet olduk!?. Hayâsı ve iffetiyle örnek nesiller yetiştiren anneler, bu keşmekeşte ne zaman evlâtlarını yitirdi!?.

Mâneviyat büyüklerinin, hayatı anlamlı kılmak gibi bir çabası vardır. Çünkü bu dünyada anlamlı bir hayat yaşamak, ebedî hayatta saâdete ermek her müslümanın hedefi olmalıdır. Bunun için nefsin terbiyesi ve ölüm tefekkürü, kalbî hayatımızın ihyâsında önemlidir. Ölüm her insanın başına gelecek bir sondur. Bu sona hazırlıklı olmak ise akıllı insanın harcıdır.

Her medeniyet, her kültür; kendi insan tipini inşâ eder. Dînimiz de; Kur’ân ve Sünnet medeniyetidir. Nâkıs insandan kâmil insanı inşâ eder. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i üsve-i hasene en güzel örnek olarak bize sunar. Dergâh-ı ilâhîde makbul insan, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e en çok benzeyendir.

Hüdâyî Hazretleri’nin mısralarında olduğu gibi;

Yalancı dünyaya aldanma yahu,
Bu dernek dağılır, dîvan eğlenmez.
İki kapılı bir vîrânedir bu,
Bunda konan göçer, mihman eğlenmez.

Bedenin vatanı toprak, rûhun vatanı âlem-i ervahtır. Beden bir gün toprak olur, ruhlar Rabbine kavuşur.

Rabbimiz; Sana kavuştuğumuz günde yüzümüzü ak eyle! Yüreğimizdeki aşkınla Sana vâsıl olabilmeyi nasip eyle! Hak yolunda çekilen çilelere tahammül ve sabır gösteren Hak dostlarının hâlinden bizi hissedar eyle! Huzûruna getirileceğimiz gün bizi rezil rüsvay eyleme Rabbim! Âmîn…