Ebedî Saâdet; HELÂL DAİRESİNDE BİR HAYAT TARZI

B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com

Gönül ehli; bütün insanların en üstünü mevkiindeki Habîbullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in mübârek şahsında; «iki cihanın, bir gönül için yaratıldığı» kabulüyle, kendilerini insanın iki cihan saâdetini temine adamışlardır. Nitekim; insan karşısında gaflette bulunmamak için, merhum Cemal ÖĞÜT Hocaefendi; «karşılaşılan herkese, Allah Teâlâ’nın halîfesi nazarıyla bakılmasını» tavsiye eder.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, mübârek şahsiyeti hususunda;

“Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi güzel yaptı.” (Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, I, 12) buyurur. Bu ilâhî terbiyenin îcâbı olan tevâzu ile de; «sadece kul olan bir peygamber olmayı» tercih etmiştir. (Ahmed, II, 231) Bu tevâzu ve hiçlik, O’nun izini takip eden bütün Hak dostlarının da şiârı olmuştur. Nitekim Mevlânâ Hazretleri bu hususla alâkalı olarak, gönlünden taşan heyecanı şöyle ifade eder:

Kul oldum, kul oldum, kul oldum! / Ben Sana kullukta iki büklüm oldum. / Kullar âzâd olunca şâd olur; / Ben Sana kul olduğumdan dolayı şâd oldum.

Avrupa’nın «Muhteşem Süleyman» diye vasfettiği, cihan padişahı Kanunî Sultan Süleyman Han da, hiçliğini;

Zâhire baksan eğerçi berr ü bahrun şâhıyam,
Bir ulu dergâhun ammâ ben gubâr-ı râhıyam.

diye, kendisini; «Hak yolunun tozu» diye vasıflandırır. Yine Sultan 3. Murad Han da bir sabah namazına kalkamaması üzerine, sâlih bir kul olarak ızdırâbını şöyle terennüm eder:

Benim, Murad kulun, suçumu affet!
Suçum bağışlayıp günâhım ref‘et!
Rasûl’ün sancağı dibinde haşret!
Uyan, ey gözlerim, gafletten uyan;
Uyan, uykusu çok, gözlerim uyan.

En değerli şeyler, en güzel vasatlarda muhafaza edilir. Bu cümleden olarak, en şerefli varlık olan ve «ezel bezmi»nde kulluk sözü veren insan da; yaşamak için bu sıfata en uygun hâli, Rabbinin râzı olacağı bir hayat tarzını seçmelidir. Kâinâtın kendisine müsahhar kılınması gibi ilâhî bir iltifata, sonsuz lütuflara mazhar olan insana düşen budur. Aksi takdirde; en nâdîde mücevherlerin, mezbeleliklere saçılması misali, akla ziyan bir davranış, basîretsizlik ve ahde vefâsızlık mukadder olur; bu da âhirette hesabı verilemeyecek bir zulümdür.

Nesneler, her hâl ü kârda, aslî değerlerini muhafaza ederler;

Yere düşmekle cevher, sâkıt olmaz kadr ü kıymetten.

mısraı da, bu hususiyeti ifade eder. Ancak, fıtraten en değerli varlık olan insan; çeşitli sebeplerle sahip olduğu hayat tarzına uygun bir keyfiyet kesbeder ki, bu; «âlâ-yı illiyyîn ile esfel-i sâfilîn» yani; «en yüksek makam ile aşağıların aşağısı» olarak vasfedilen iki zıt kutup arasında bir duraktır. Sahip olunan bu mevki de; Allah Teâlâ’nın takdiri çerçevesinde akıl ve iradenin kullanılması nisbetinde, iki yönlü olarak değişebilir.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, insanı selâmete çıkaracak istikameti şöyle işaret buyurur:

“… Helâl olanı alın, haram olanı terk edin.” (İbn-i Mâce, Ticâret, 2) Allah Teâlâ’nın rızâsına mâtuf sâlih bir kulluk, insanın O -celle celâlühû-’nun indindeki değerinin bir remzidir. Bu vasfı kazanmanın yolu da; helâl dairesinde bir hayat tarzı olup, bu sınırı aşmak; haram dairesine girip, hüsrana dûçâr kalmanın yolunu açabilir. Nitekim Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bu hususla alâkalı olarak;

“Helâl bellidir; haram da bellidir. İkisinin arasında ise, birtakım şüpheli şeyler vardır ki; insanların çoğu bunu bilmezler. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dînini ve ırzını (nâmus ve haysiyetini) korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse, harama düşmüş olur…” (Müslim, Müsâkât,107) diye, bu tehlikeyi îkaz buyuruyor.

“Güzel ahlâkı tamamlamak için gönderilen” (Muvatta’, Hüsnü’l-Huluk, 8) Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bu fazîletin şümûlünü;

“Hayırlınız, ahlâkı güzel olanınızdır.” (Buhârî, Menâkıb, 23);

“İyilik, güzel ahlâktan ibarettir…” (Müslim, Birr, 14-15)…diye îzah buyuruyor. Güzel ahlâkla temâyüz etmeyen ibâdet ve tâat, insanı sâlih bir kul olarak selâmete çıkaramaz. Nitekim, Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- bu hususu işaret meyânında;

“Bir kimsenin kıldığı namaza, tuttuğu oruca bakmayınız.

•Konuştuğunda doğru söylüyor mu?

•Kendisine bir şey emânet edildiğinde, emânete riâyet ediyor mu?

•Dünya ile meşgul olurken, helâl-haram gözetiyor mu?

Ona bakınız.” (Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, VI, 288) buyurur.

«Helâl» kelimesi, sıkça kullanıldığı gibi, sadece yeme-içmeye taalluk eden bir mefhum olmayıp, çok daha geniş bir sahaya şâmildir. Kültürümüzde yer alan; «helâli, helâl olsun, helâllik almak, helâl ona, helâlinden…» gibi deyimler, bu geniş çerçevede kullanılan ifadelerdendir. Güzel ahlâk ve onun muhtevâsındaki bütün fazîletler, helâl dairesinde bir hayat tarzı ile temâyüz eder. Öyle ki, bu; yeme-içme, kazanma, harcama, çalışma vasatı, işin nevi, iş yeri mevzuatına riâyet, muâmelât… gibi hayatı dolduran bütün tasarruf ve davranışlarla tamamlanan bir unsurlar manzûmesidir. Ağırlığı bütün mes’ûliyetlerin üzerindeki «kul hakkı» ise, bu hayatın en mühim mevzuu olup; âhirette hesabının verilebilmesi, ilâhî beyana göre, ancak hak sahibinin rızâsına bağlıdır. Nitekim; Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, ümmetine örnek olarak, vefatlarından önce şöyle helâlleşmiştir:

“Ey insanlar! Kime vurmuşsam, işte sırtım gelsin vursun! Her kimin benden alacağı varsa, işte malım, gelsin alsın! Benim yanımda en sevimliniz, hakkı varsa gelip benden onu isteyen kimsedir. Yahut helâl edendir. Ben Rabbim’in huzûruna, üzerimde kul hakkı olmadan varmak istiyorum…” (Taberî, 3:191)

Gönül ehli; «hayatın gayesinin, kesb-i kemâl edip, seyr-i Cemâl’e ermek» olduğunu ifade eder. Kemâlât ise; ancak Allah Teâlâ’nın rızâsına uygun usûlle, yani helâl dairesinde bir hayat tarzıyla kazanılabilir. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“Size iki şey bırakıyorum. Bunlara sımsıkı sarıldığınız müddetçe, asla dalâlete düşmezsiniz: Allâh’ın Kitâbı (Kur’ân-ı Kerim) ve Rasûlü’nün sünneti.” (Muvatta’, Kader, 3) buyuruyor. Bu münasebetle, insanı ebedî saâdete kavuşturacak istikametin «Kur’ân-Sünnet» hattının takibi olduğu, pek çok yanlış fırka ile kafaların fevkalâde karıştırıldığı günümüzde, hususiyle önem arz etmektedir.