KANUNÎ OLANI MI TERCİH EDECEĞİZ CÂİZ OLANI MI?

Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

Yaşadığımız coğrafyada, bir süredir çeşitli felâketler peş peşe geliyor. Dünya genelinde bu felâketlerin daha büyük ve şiddetli olanları yaşanıyor; tsunamiler, yanardağ patlamaları ve şiddetli fırtınaları görmeye âşinâ hâle geliyoruz. Bu felâketlerin ve musibetlerin üst üste gelmesinin, elbette ki insanoğlunun haddini aşması ve ilâhî nizamı bozması ile yakından alâkası vardır. (Bkz. er-Rûm, 41) Lâkin mevzuyu oraya kaydırmadan, başka bir felâkete dikkat çekmek ve bu husustan bahsetmek isteriz.

Yukarıdaki saydığımız felâketlerin, bir şekilde tedavisi ve telâfisi mümkün. Devletler, bu felâketi yaşayan vatandaşları için; maddî imkânlarını seferber ederek, bir şekilde destek olarak yaralarını sarabiliyorlar. Lâkin; bizim bahsedeceğimiz felâketin öyle kolay kolay sarılacak, tedavi edilecek bir tarafı yok. Belki duyunca mübalâğa ettiğimizi düşünebilirsiniz; fakat âcizane kanaatim, bu felâketlerden daha büyük, daha şiddetli ve daha yıkıcı felâket; «Müslümanların dünyevîleşmesi ve dünyaya dair hedeflerini ve gayretlerini büyütmeleridir.»

Evvelce bir araya geldikleri zaman, müslümanların hâllerinden, ümmetin dertlerinden ve geleceğinden konuşan; mevcut sistemden dert yanıp, ona İslâm’ın alternatif yönetim modelinden örnekler sunan insanlar; artık bir araya geldikleri zaman, yeni aldıkları evlerini, arabalarını, yazlıklarını ve dünyalık hedeflerini konuşur oldu. Dün, kıt imkânlarla inançları uğruna mücadele eden, gayret eden ve bir neslin yetişmesine vesile olan insanların; bugün ellerine geçirdikleri imkânları, müslümanların lehine kullanmak, ümmet için vasıflı insan yetiştirmek gayesiyle harcamaları mümkün ve bu uğurda hareket etmeleri lâzımken; o imkânlarla kendileri için dünyalık menfaatler ve siyâsî ikbal kazanma yollarını seçer oldular. Böyle olunca, haram helâl ölçüleri kayboldu, onun yerine başka bir mefhum kondu ve; «Bu işten bizim kârımız ne olur?»a dönüştü. Böyle insanları aranızdaki hukuka dayanarak, bir kardeşlik vazifesi gereği îkaz ettiğiniz zaman aldığınız cevap ise ya; «Herkes yapıyor!»; veyahut da; «Bu bizim kanunî hakkımız kardeşim!» olabiliyor.

Memuriyeti gereği, vazife yaptığı kurumdan aldığı maaşın dışında; artık ikinci, hattâ üçüncü kazanç kapısı aramaya başladı millet. Bu durumu, ekonomik sıkıntı ile îzah etmek mümkün değil, zira ortada bir doyumsuzluğun ve aç gözlülüğün olduğu gün gibi âşikâr. Vatandaşın problemlerini çözmek için kendilerine tahsis edilen aracı, gereci ve imkânları, şahsî işleri için kullanan insanlara, bu yaptıklarının câiz olup olmadığını sorduğumuzda, aldığımız cevap; «Oraları karıştırma kardeşim, bu bizim kanunî hakkımız!» olabiliyor.

Bu mantığa uyacak olursak, meseleye; «Paranın geliş şekli, devletin kanunlarına göre legal ise bizim açımızdan bir problem yok!» diye bakmamız lâzım. Hâlbuki; bir müslümanın hayatındaki en temel düstur, kazancının helâlliği olmalıdır. Bir müslüman; kazandığı paranın ve elindeki imkânın nereden geldiğini sorgulamak ve o kazancın helâl olduğundan emin olmak zorundadır.

Bu hususta Rasûlullah -sallâl­lâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“Haramla beslenen hiçbir beden cennete giremez. Cehennem ona daha lâyıktır.” (Mişkâtü’l-Mesâbih, Büyû, 2787) buyurmaktadır.

Yine bu hususta bir mütefekkirimiz şunları söylüyor:

Gayr-i meşrû yollardan temin edilmiş bir refah; vatanın ve cemiyetin olduğu gibi, onu toplayan bedbaht zenginin de yüzünü güldürmeyecektir. Zehr-i kātil/öldürücü zehir gibi, onu toplayan kimseleri de bir gün en beklenmediği yerinden zehirleyeceğine hiç şüphe edilmez.” (Sâmiha AYVERDİ)

Malûm insanız. Hayatımızı idâme ettirirken, sürekli olarak tercihlerde bulunuruz. Doğru ve yanlış, çirkin ve güzel, faydalı veya zararlı gibi seçeneklerden idrak seviyemize göre tespit ettiğimiz herhangi birisini tercih ederiz. Hayatımızın her ânında, ya iki veya daha çok seçenekten birisini tercih etmek durumundayız. Yaptığımız tercihlerde; yaşadığımız çevre, büyüdüğümüz muhit, inancımız ve düşüncelerimiz önemli bir müessir olur.

Bugün yaşadığımız çağın en büyük projesini; «kanunî olan ile câiz olanın örtüştürülmesi» olarak tespit etmiş bir mütefekkirimiz. Hakikaten ne kadar güzel ve isabetli bir tespit yapmış. İnsanlık tarihi boyunca, bu iki mefhum ne zaman birbirine yaklaşmışsa; insanlar hem maddî hem de mânevî olarak refaha ermiş ve saâdet içerisinde yaşamıştır. Ne zaman da birbirinden uzaklaşmışsa, içtimâî hayatta bozulmalar birbirini takip etmiş ve bugün yaşadığımız düzensizlik ve kaosa sebep olmuştur.

İslâm’da şer‘î hükümlerin önemli bir kısmını, helâller ve haramlar oluşturur. İnançlarından dolayı hassâsiyet sahibi olan insanlar, hayatlarını helâl ve haram ölçülerine riâyetle idâme ettirmeye çalışırlar. Bugün yaşadığımız çevrede, karşımıza her ne kadar çok seçenek çıksa da müslüman için bu seçenekler; ya helâl veya helâle yakın veyahut haram veya harama yakın olanlar diye en aza inmiş durumdadır.

“Bir milleti yok etmek isterseniz, dilini ve mefhumlarını bozun.” diye bir kaide vardır. Milletlerin sahip oldukları bu mefhumların içini ne kadar boşaltıp onları yumuşatırsanız, o mefhumların etkisi de o kadar azalacaktır. Buna örnek olması açısından bakınız, hayatımızda haram diye bir mefhum etkisini gitgide kaybediyor. Haramların isimleri değiştirilince, müslüman bünyesinde tepkiye yol açmıyor:

•Zinâ deyince hoplayan müslüman, flört veya arkadaş deyince aynı tepkiyi vermiyor.

•Rüşvet deyince sinirlenen müslüman, komisyon deyince; «Öyle desene!» diyebiliyor.

•Hırsızlık deyince küplere binen müslüman, zimmet veya irtikâp deyince sessizliğe bürünebiliyor…

Şu anda memleketin içerisinde bulunduğu ekonomik buhranın en büyük fâili görünen fâiz, artık İslâmî kesimin birinci derecede problemi olmaktan çıktı. İsmini, kredi veya finans diye değiştirince bünyeler alıştı bu mikroba ve artık tepki vermiyor. Hattâ bu mikrop, öylesine başıboş bırakıldı ve önü açıldı ki; tatil kredileri yerini bayram kredilerine bıraktı, yakında -Allah muhafaza- hac kredisi görürsek şaşırmayalım artık.

Müslümanlar olarak; başımızı iki elimizin arasına almak ve derin düşüncelere dalarak, düştüğümüz yerden kalkmak mecburiyetindeyiz. Esnettiğimiz ve helâllerin yerine ikāme ettiğimiz her haram, hayatımızı altüst ederek hem dünyamızı hem de âhiret hayatımızı yıkıp mahvediyor.

Allah Teâlâ; bizlere, dünya hayatında insanların düzenlediği kanunlara göre değil, kendisinin belirlediği haram ve helâllere hassâsiyetiyle riâyet etme ve bu hassâsiyetle kendisinin huzûruna varma şuuru nasip etsin.

Âmîn…