FİKİR ve ZİKİR
Zahit GENÇ genczahit@gmail.com
Eski sistem İmam Hatip Okullarının hem ders müfredâtı dolu doluydu; hem de bizleri eğiten hocalarımız bilgi olarak, görgü olarak, gönül olarak doluydu. İlim ve irfan ehliydiler. Âdâb-ı muâşereti iyi bilirlerdi. Hizmet ehli, gayret ehli insanlardı. Kendilerini İslâm dâvâsına adamış kimselerdi.
Bu özelliklerinden dolayı onlara sevgimiz ve saygımız büyüktü. Yarım asır önce bizleri okutan, eğiten bu güzel hocalarımızın yaşayanlarını hürmetle, vefât edenlerini rahmetle anıyoruz.
Bir gün Kur’ân-ı Kerim hocamız; «İslâm’ı Şuurla Yaşama» konusunu anlatıyordu. Altıncı sınıftayız. Sınıfımız 21 kişiydi. Bütün arkadaşlar imam-hatip sevdalısı. Pürdikkat hocamızı dinliyoruz. O gün; «fikir ve zikir» konusunda bir örnek verdi. O zamanlarda ilçemiz portakal bahçeleriyle tanınıyordu. Okulumuzun çevresinde de portakal bahçeleri vardı. Hocamız portakalları bize göstererek;
“–«Şu meyveler ne güzel!» derseniz bu sadece bir fikir olur. Ama; «Rabbim bu meyveleri ne güzel yaratmış!» derseniz bu zikir olur.” dedi. Açık, anlaşılır, sade, basit bir örnek. Fakat düşünen için anlamı derin ve güzel bir örnek.
Fikrin ve zikrin farkını biz bu örnekle çok güzel anlamıştık. Bir insanın duygusunu, düşüncesini, davranışını, hareketini kuru bir fikirden ibâdete dönüştüren niyet idi. Bunu anlamıştık.
Bu küçük örnek; aslında fikir dünyamıza atılan bir temel, gönül toprağına ekilen bir tohumdu. Bu örnek bize; hayata bakışı, eşyaya bakışı öğretti. Niyeti, ameli, hikmeti, ibreti öğretti. Kulluğumuzu, nefsimizi, Rabbimiz’i tefekkürü öğretti. Öğrenmeyi bilen için hakkı, hakikati öğretti. Eşyaya, tabiata boş boş bakmayı değil; hoş bakmayı, ibretle, hikmetle bakmayı öğretti.
Bu örnek bir tohumdu; gönlümüzde, zihnimizde büyüdü bir çınar oldu. O günden bugüne neye baksak; ağaca, çiçeğe, kuşa, böceğe baksak; aya, yıldıza, yağmura, buluta baksak hep bu örnek aklımıza gelir. Rabbimin kudretini, rahmetini, ikrâmını, ihsânını hatırlarız.
Ayrıca bu değerli hocalarımız, nice ibretli küçük örneklerle bizlere büyük hedefleri gösterdiler. Bazen bir karınca örneği verdiler. Kendinden büyük tohumları yuvasına götürmek için canla başla çalışan, yorulmayan, usanmayan bir karıncadan ibret alıp büyük bir âlim olan zâtı anlatarak ümit aşıladılar. Bazen sürekli düşen bir damlanın sert kayada bile bıraktığı izi anlatarak cesaret verdiler.
“Allah, işini iyi yapanları sever.” (Bkz. Âl-i İmrân, 148) âyet-i kerîmesini uygulayarak, yaşayarak gösterdiler. Her sözün, her kelimenin, her dakikanın vebâlini, hesabını bilerek daima iyi olanı, güzel olanı anlattılar. «Vakit nakittir.» deyip bir dakikayı bile boş geçirmediler.
Derslere vaktinde girme hususunda çok titiz olan bir edebiyat hocamız vardı. Derslerine bir dakika bile geç giren hocalar için çok acı ve ağır konuşurdu;
“Bizim memurun en namuslusu, mesai hırsızıdır.” derdi. Bu sözün tesiri ile birçok hocamız gayrete gelir, derslere vaktinde girerdi.
Okulumuzun öğrenci giriş kapısından girdiğimizde karşımıza çıkan ilk söz, büyük harflerle yazılmış;
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (ez-Zümer, 9) âyet-i kerîmesi idi. Bu âyet-i kerîmenin bizde uyandırdığı aşk ve vecd ile hocalarımızın rehberliğinde hep ilme yöneldik. Hakkı, hakikati öğrenmeyi hedefledik.
Hocalarımız okumanın üzerinde çok durdular; «Öğrenmek için okumak, okumak için kitap gerekli.» dediler. Kitap almaya ve okumaya teşvik ettiler;
“Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, İslâm’da Helâl ve Haram, İslâm Fıkhı ve Hukuku, İslâm İlmihâli, Tecrid-i Sarîh Sahîh-i Buhârî Tercemesi, Mültekā Fıkıh Kitabı, İslâm’da Mülkiyet Nizamı, İslâm Medeniyetinin Problemleri, Asr-ı Saâdet, Kısas-ı Enbiyâ, Türk Edebiyatı Tarihi, Safahât…” isimli kitaplar öğrencilik yıllarında aldığımız ve okuduğumuz kitaplardı.
Yusuf KAPLAN Hocamızın bu konuda güzel bir sözü var:
“Okumak bilmek değil olmaktır.” der. Yani okumaktan gaye; sadece kuru bilgi sahibi olmak değil, irfan ehli olmaktır. Bunu şöyle de ifade edebiliriz:
“Bilmek için okumalı, olmak için de inanmalı ve yaşamalıyız.”
Okumuş ama adam olamamış insanlar, sadece kuru bilgi sahibi olan insanlardır. Milletimizin bu hususta; «Okumuş ama adam olamamış.» sözü meşhurdur.
Bir insan doktor olur, vali olur, hâkim olur ama adam olamaz. Bu konuyla ilgili bilirsiniz güzel bir fıkra var:
Adamın biri oğluna;
“–Sen adam olamazsın!” dermiş. Çocuk okumuş vali olmuş. Babasını yaka paça huzûruna getirtmiş;
“–Hani sen; «Adam olamazsın!» diyordun, bak ben vali oldum!” demiş. Adam oğluna acı acı bakarak;
“–Ben sana; «Vali olamazsın!» demedim; «Adam olamazsın!» dedim. Sözümde haklı olduğumu da bu hareketinle gösterdin.” demiş.
Kimi insan nefsi için okur. O okuma «ene»sini şişirir, kibrini artırır. Kimi insan nesli için okur. İnsanlığa hizmet gayesi olur. Ömrünü vatana, millete, dîne hizmetle geçirir.
Velhâsıl her kim ne yaparsa, kendi için yapar.
Bir söz var, derler ki:
“İlim zengin için bir süs, fakirler için zenginliktir.”
Efendimiz;
“Âlimler peygamberlerin vârisleridir.” (Bkz. Ebû Dâvûd, İlim, 1) buyurmuş.
Rabbim, İslâm âleminden; İmâm-ı Âzamları, İmâm-ı Şâfiîleri, İmâm-ı Rabbânîleri, Gazâlîleri, Hâlid-i Bağdâdîleri, Abdulkādir-i Geylânîleri ve Mahmud Sâmileri eksik etmesin.
Okumayı bilmek için değil, olmak için okuyanlardan eylesin. Dâvâsı hak, yolu hak, sözü hak, yüzü ak olanlardan eylesin. Âmîn…