RASÛLULLAH (S.A.S.)’İN HİCRETİ -16-

Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ı takip edenler genel olarak iki gruptu:

•Bunların biri O’na tâbî olup, yolunu yol edinen müslümanlar;

•Diğeri de O’na karşı gelip düşmanlık yaparak, kötü niyetle peşine takılanlar!

İşte bu kötü takipçilerden biri olan Sürâka, arkalarından yetişmişti. Onun böyle dörtnala at sürüp yalınkılıç yetişmesi karşısında, Hazret-i Ebûbekir büyük bir endişeye kapıldı. Rasûlullah -aleyhisselâm-’a bir şey olacak diye, korkudan ağlıyordu! Rasûlullah -aleyhisselâm- da, sevgili yol arkadaşına;

“Mahzun olma, Allah bizimledir.”1 buyururken, duâsını da tekrarladı;

“Ey Allâh’ım! Şuna karşı, dilediğin şeyle bize yardım et! Onun şerrini üzerimizden defet. Düşür onu atından!”2 Olanlar, o anda oldu işte!3

İyice yaklaşmış olan Sürâka; tam mızrağını Rasûlullâh’a fırlatacağı sırada, atı birden tökezleyip yere kapandı, Sürâka da üzerinden fırlayıp düştü! Düştüğü yerden çabucak kalkan Sürâka, tekrar atına binip üzerlerine sürdü! At yine tökezleyip yere kapanınca, Sürâka da üstünden tekrar düştü!4

Canı fena hâlde yandığı için çılgına dönerek, artan bir öfkeyle düştüğü yerden kalkıp, atının üzerine sıçradı. Atını tekrar üzerlerine dörtnala sürdü ki, atının iki ön ayağının ikisi birden yere batıp gömüldü! Dizlerine kadar toprağa batan atını kurtarmaya çalıştı. Fakat ne kadar uğraştıysa da atını battığı yerden kurtaramadı!5

Sürâka; çok güçlü-kuvvetli bir kahraman olup, atı da en cins Arap atlarındandı. İlk defa böyle bir şeyle karşılaşıyordu. Atını saplandığı yerden kurtarmaya çalışırken; bu sefer de hemen önünde, önce kapkara bir duman, ardından da alevleri göğe yükselen koca bir ateş çıktı! Dumanın ardından, alevler de üzerine doğru gelmeye başladı! Atını da çıkaramadığı için, çok büyük bir tehlikeye düştü! Bir anda bütün rûhunu sarıp sarmalayan büyük bir korkuyla beraber çırpınırken, bu arada insanüstü bir gücün devreye girdiğini de anlamaya başladı! O’na, inanıp yoluna baş koyduğu Allâh’ı yardım ediyordu anlaşılan! Sığınılacak başka kapı kalmamıştı artık! Korkunç nâralar atarak öldürmeye kalkıştığı Zât’a, şimdi çığlık atarcasına yalvarmaya başladı!

–el-Emân, emân! Sizden emân diliyorum, emân! Sürâka’yım ben, bana bakınız ki, sizinle konuşabileyim. Anladım ki; size, inandığınız Allâh’ınız yardım ediyor. Vallâhî, ben artık size ne eziyet edebilirim ne de benden size bir zarar gelir. Emân verin bana, emân verin! Ey Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-! Anladım ki, bu başıma gelen şey, Allah ve Rasûlü’nun işidir! Pişman oldum, duâ edin de, Allah beni şu içinde bulunduğum durumdan kurtarsın!6

Rasûlullah -aleyhisselâm-, Allâh’a duâ edince, Sürâka’nın atı silkinip kalktı. Atının yere gömülen ayaklarının izinden; göğe doğru, ateş dumanı gibi bir duman yükselip dağıldı! Bu arada önündeki kara dumanlı korkunç ateş de kayboldu!7

Bunca korkunç şeyleri bir anda yaşayan Sürâka; şaşkınlığını üzerinden atarak, peşine takıldığı Zât’a yöneldi!

–Sen’in kavmin, Sen’i öldürülmen veya esir edilip onlara götürülmen için başına yüz deve ödül koydu! Sadece ben değil, bütün herkes Sen’in peşine düştü!8

Rasûlullah -aleyhisselâm-’da, hiçbir korku ve endişe alâmeti görmeyince, bir kere daha şaşırıp kaldı. Artan şaşkınlığıyla biraz daha yaklaştı. Yaklaştıkça rengi değiştiği gibi, davranışları da değişti. Cins atı üzerinde, herkese meydan okuyan kahraman Sürâka; bir anda incelip, oldukça kibar bir beyefendiye döndü! O’nun böyle biri olduğunu bilmiyordu çünkü.

O’nun sormasına gerek bırakmadan; Mekke müşrikleri ve civar kabîlelerin, O’na ve yol arkadaşlarına neler yapmak istediklerini bir bir anlattı. Anlattığı çok korkunç şeylerdi, buna rağmen O’nda hiçbir korku ve endişe hâli görmedi. O’nun bu hâline bir defa daha hayran kalan Sürâka’nın; bir yandan da kanı kaynamaya, O’na karşı derin bir saygı duymaya başladı. O kadar ki, yol azığını ve yolda kullanabilecekleri şeyleri vermek istedi. Fakat bunu kabul etmeyen Rasûlullah -aleyhisselâm-, sadece söyle buyurdu:

–Biz, müslüman olmayandan hiçbir şey istemeyiz. Ama sen, yapabilirsen, peşimize düşenleri geri çevir!9

–Ben bunu yaparım; üzerime borç olsun ki, vallâhi ben arkamdan gelenleri başka yönlere çevirip, onların sizi takip etmelerini engelleyeceğim! Sen ne dilersen, ben onu yaparım artık!

–Senin bizden bir isteğin var mı ey Sürâka?10

–Şey, haddimi aşmış olmasam eğer, bir emannâme mümkün mü acaba? Sen’inle benim aramda bir alâmet olmak üzere bir yazı, benim için bir emannâme yazmanızı istiyorum!

Rasûlullah -aleyhisselâm-; Âmir bin Füheyre’ye dönüp, Sürâka için emannâme yazmasını emretti. Emannâme yazılıp Sürâka’ya verilince; o da kendisine verilen yazıyı, büyük bir saygıyla alıp ok torbasına itinayla yerleştirdi.11

Hâlden hâle giren Sürâka, bu sefer aklını oynatacak derecede bir müjde aldı:

–Ey Sürâka! Sen Kisrâ’nın bileziklerini koluna takınacağın; kemerini, kuşağını ve tâcını giyeceğin zaman nasıl olacaksın?12

–Krallar kralı Kisrâ bin Hürmüz’ün mü yani?

–Evet!

Şaşkınlık şokuna giren Sürâka, ne diyeceğini bilemez bir hâle geldi. Bu öyle bir müjdeli haberdi ki, bunu hayal etmek bile hayalin ötesinde bir hayaldi çünkü!13

Rasûlullah -aleyhisselâm-; bazı büyük ülkelerle beraber, Fars beldelerinin fethedileceğini haber verdiği gibi, Kisrâ’nın servetinin de sevgili ashâbının önüne ganîmet olarak geleceğini müjdeliyordu! Yüce Allâh’ın O’na böyle müjdelediğini Sürâka’ya söyledi.14

Sürâka, o âna kadar İslâm düşmanı olarak yaşamıştı. Şimdi de; günün başında Allâh’ın Rasûlü’ne harp açan Sürâka, günün sonunda O’nun silâhlı bir koruyucusu oluverdi! Gerçekten de, verdiği sözü yerine getirdi. Rasûlullah -aleyhisselâm- ve arkadaşlarının peşine düşen kimi görüyorsa, yolundan çeviriyordu. Bir yandan da kendini açığa vurmuyordu tabiî.

–Ben buraları, tâ ilerilere kadar didik didik aradım; korkarım ki, diğer tarafa gitmişler! Onlar bu tarafta yoklar çünkü.

Rasûlullah -aleyhisselâm- ve yol arkadaşları yollarına devam ederlerken, peşlerine düşenler de birer ikişer Mekke’ye dönmeye başladılar.

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ı ellerinden kaçırdıkları için küplere binen müşrikler; artık en son umutları olduğu için, Sürâka’yı beklemeye başladılar. Fakat onun da eli boş olarak döndüğünü gören Ebû Cehil ve adamları; bir yandan fena hâlde kızarken, diğer yandan onun da müslüman olmasından endişe ediyorlardı. Bunun için, bunca yıllık birlikteliklerini bir kenara atıp, onu fena halde kötülemeye ve halkın gözünden düşürmeye çalıştılar. Bütün bunlara daha fazla dayanamayan Sürâka da, mecburen karşılık verdi:

–Ey Mekkeliler! Siz benim atımın ayaklarının yere battığı zamanki hâlini bir görmüş olsaydınız, o zaman anlar ve hiç şüphe etmezdiniz ki, O delilli ve burhanlı bir Rasûl’dur! O’na kim dayanabilir? Size yaraşan; milleti O’na saldırmaya kışkırtmak değil, onlara engel olmaktır. Ben iyice kanaat getirdim ki; O’nun duyurmak ve yaymak istediği şey, muhakkak bir gün yerleşecek ve gelişecektir. Öyle ki; bütün halk O’na karşı koymayı değil, O’na uymayı ve kendisiyle barışıklık içinde bulunmayı isteyecektir!15

–Sus, sus artık ey Sürâka! Bir daha böyle konuşursan boynunu vururuz senin!

–Ne hâliniz varsa görün öyleyse!

Mekke müşrikleri öfkelerinden kudursalar da, hakikat buydu. Sürâka doğruyu söylese de, onlar anlayacak bir durumda değillerdi.

Peygamber Efendimiz, kimsenin eline düşmemişti.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

____________________________________

1 Kur’ân-ı Kerim, et-Tevbe, 9/40.
2 Ebû Nuaym el-İsfahânî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, s. 328; Beyhâkî, Delâilü’n-Nübüvve, c. 2, s. 481; Ebu’l-Ferec İbnu’l-Cevzî, el-Vefâ bi Ahvâli’l-Mustafâ, c. 1, 237.
3 İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 4, s. 366; Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, c. 1, s. 3.
4 Zührî, Megāzî, s. 102-103; Abdurrezzâk, el-Musannef, c. 5, s. 393.
5 Beyhâkî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, s. 484; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe Fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 2, s. 381.
6 Belâzûrî, Ensâbu’l-Eşrâf, c. 1, s. 263; Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, el-Vefâ bi Ahvâli’l-Mustafâ, c. 1, s. 241.
7 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 134; İbn-i Seyyidi’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser, c. 1, s. 185.
8 Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 188.
9 Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, c. 4, s. 176; Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, c. 3, s. 7.
10 Ebû Nuaym el-İsfahânî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, s. 333; Beyhâkî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, 478.
11 Zührî, Megāzî, s. 103; Zehebî, Târîhu’l-İslâm, s. 326.
12 İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, c. 2, s. 105; Halebî, İnsânü’l-Uyûn, c. 2, s. 221.
13 Süheylî, Ravdu’l-Unûf, c. 4, s. 218; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe Fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 2, s. 332.
14 Bu büyük haberî mûcize, İslâm’ın ikinci halîfesi Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- döneminde gerçekleşecekti. İran’ın fethi ile birlikte zengin ganîmetlerle beraber Kisrâ’nın bilezikleri, kemeri ve tâcı Medine’ye getirildiği zaman, Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, Sürâka’yı çağırıp, bunları ona verecekti. Sonra da;
“–Ey Sürâka, ellerini kaldırıp; «Allâhu Ekber! Hamdolsun O Allâh’a ki, bunları; ‘Ben insanların Rabbiyim!’ diyen Kisrâ’dan soyup çıkararak, Müdlic Oğulları’ndan Sürâka bedevîsine verdi!» de.”
O gün sahâbîlerle bir olan Sürâka da, gözyaşları içinde şöyle haykıracaktı:
“–Allâhu Ekber! Hamdolsun O Allâh’a ki, bunları; «Ben insanların Rabbiyim! » diyen Kisrâ’dan soyup çıkararak, Müdlic Oğulları’ndan Sürâka bedevîsine verdi!”
Böyle haykıran Hazret-i Sürâka -radıyallâhu anh-, müjde gününü hatırlayarak, sevincinden ağlamıştı! Ayrıntılar için bakınız lütfen: Beyhâkî, Delâilü’n-Nübüvve, c. 6, s. 325-326; İbn-i Abdilberr, el-İsti’âb fî Mârifeti’l-Ashâb, c. 2, s. 581; Süheylî, Ravdu’l-Unûf, c. 4, s. 217-218; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe Fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 2, s. 332; İbn-i Hacer el-Askalānî, el-İsâbe fî Mârifeti’s-Sahâbe, c. 2, s. 19; Diyarbekrî, Târîhu’l-Hamîs, c. 1, s. 333; Halebî, İnsânü’l-Uyûn, c. 2, s. 221; Mustafa Âsım KÖKSAL, İslâm Tarihi, c. 2, s. 362-368.
15 Süheylî, Ravdu’l-Unûf, c. 4, s. 217-218.