HIZIR (A.S.)’DAN ÖĞRENDİ

Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

İslâm âlimi ve mutasavvıf Abdülkerim Kuşeyrî, 986 yılında Horasan’da doğdu. İlme kabiliyetliydi. Doğduğu yer olan Üstüvâ’da Arapça ve edebiyat öğrendi. İlerleyen yıllarda Nişâbur’a giderek ilim tahsiline devam etti. Fıkıh, kelâm ve hadis okudu. Ebû Ali Dekkāk’a intisâb etti. Tasavvuf yolunda ilerledi.

En meşhur eseri «er-Risâle»dir.

İmam Kuşeyrî, 30 Aralık 1072’de Nîşâbur’da vefat etti. Kabri, mürşidi ve kayınpederi Ebû Ali ed-Dekkāk’ın medresesinin hazîresindedir.

*

Kendisi anlatıyor:

Babamdan yetim kaldım. Akranlarım ilim tahsili için başka diyarlara gidiyorlardı. Rıhle yani ilim yolculuğu yapıyorlardı. Ben de anama gidip;

“–Anacığım, arkadaşlarım tahsile gidiyorlar, bana müsaade et. Ben de ilim tahsil edeyim, câhil kalmayayım.” diye müsaade istediğimde;

“–Oğlum, senden başka evimin kapısını açacak kimsem yok. Beni bir başıma bırakma!” deyip ağladı. Ben de;

“–Anacığım cehâletin ne kadar kötü olduğunu bilmez misin? Benim okumaya çok hevesim var. Allah için müsaade et…” diyerek onu nâçar bırakıp müsaadesini aldım.

Arkadaşlarla yola koyulduk. Şehrin az dışına çıktığımızda abdest bozmak için bir kuytuya vardım. Fakat üstüm kirlendi. Arkadaşlara;

“–Siz gidin, ben yakınken eve dönüp üstümü değiştirip size yetişirim.” dedim. Onlar yola devam ettiler. Ben eve döndüm. Eve geldiğimde anamın yüksek sesle ağladığını işittim. Benim firâkıma dayanamamış, ağlıyordu. İçeri girdim;

“–Anneciğim! Üzülme! Tahsilden vazgeçtim. Gitmeyeceğim! Seni yalnız bırakmayacağım!” dediğimde;

“–Olur mu evlâdım! Ben bu mes’ûliyeti nasıl yüklenirim?!. Git, tahsil et. Ben anayım; ağlamaktan ve duâ etmekten başka elimden ne gelir? Gözyaşlarıma bakma; o yaşlar, senin hasretinle yanan kalbimin ateşini söndürüyor. Durma, git, tahsil eyle!..” dediyse de ben gitmekten vazgeçtim;

“–Sil gözünün yaşını benim garip anam!” diye gönlünü aldım. Bana duâlar edip;

“–Allah sana ilmini nasip eylesin. Beni garip bırakmadığın gibi, sen de dünya ve âhirette garip kalmayasın!..” dedi. Gönlü şâd oldu.

Ertesi gün evimizin kapısı çaldı. Kapıyı açtığımda, nur yüzlü bir zâtın beklemekte olduğunu gördüm ve kimi aradığını sordum. Adımı söyleyerek beni aradığını söyledi. Beni tanıyordu, fakat ben onu tanımıyordum;

“–Siz kimsiniz?” dedim.

“–Anneni yalnız bırakmadığın ve onu hasrette koymadığın için Cenâb-ı Hak; seni okutup yetiştirmek üzere, Hızır kulunu yolladı.” dedi. Ellerine sarıldım. Hızır -aleyhisselâm-’ın elini öpüp, kendisinden üç senede bütün ilimleri tahsil ettim.

«YERYÜZÜNDE BULUNAN HERKES FÂNÎDİR»

Halîfe Harun Reşid, Mart 766’da Rey’de doğdu. Sarayda tahsil gördü. Gençlik yıllarında Bizans’a karşı düzenlenen seferlere iştirak etti. 786’da Abbâsî Devleti’nin başına geçti. Ordusunu güçlendirdi. Bizans’ın üzerine düzenlenen seferleri devam ettirdi.

Harun Reşid, 24 Mart 809’da Tûs şehrinde vefat etti. Kabri, Tûs’dadır.

*

Harun Reşid ölüm yatağında iken kardeşlerine;

“–Defnedileceğim kabri görmek istiyorum.” dedi. Kardeşleri onu kabre kadar götürdüler. Harun Reşid, kabre bakarak ağladı. Sonra çevresindeki insanlara yönelerek;

“Malım bana fayda vermedi; bütün gücüm, saltanatım yok olup gitti.” (el-Hâkka, 28-29) âyetlerini okudu ve başını semâya kaldırıp ağlayarak şunları söyledi:

“–Ey mülkü yok olmayan Allâh’ım! Mülkü yok olup gidene merhamet et!

Ey müslümanlar! Sizler de şunu bilin ki; gece ne kadar uzun olursa olsun, fecrin doğması kaçınılmazdır. Ömür de ne kadar uzun olursa olsun, kabre girmek kaçınılmazdır.

Ey Allâh’ım! Dünyada ve âhirette bize merhamet et.”

 

FİRÂSET ve BASÎRET, OSMANLI ELÇİLERİNİN TEMEL VASFIYDI

Sultan II. Bâyezid Han, 1448’de Dimetoka’da doğdu. 1454’te sancak beyi olarak Amasya’ya gitti. Babası Fatih Sultan Mehmed’in ânî vefatı üzerine süratle İstanbul’a geldi ve 1481’de tahta çıktı. Ne var ki kardeşi Cem Sultan’ın da saltanatta hak iddia etmesi, toprakları bölüşmeyi teklif etmesi ve kendi saltanatını ilân etmesi ciddî bir iç karışıklığa sebep oldu. II. Bâyezid, karışıklığa son vermek için kardeşi Cem Sultan’ın üzerine yürüdü. Gayr-i müslimlerin eline düşen Cem Sultan, Padişah’a karşı koz olarak kullanıldı.

II. Bâyezid, dış siyasette sulh politikası izledi. İç işlerde de birçok hayırlı hizmet yaparak saltanatını yüz akıyla devretti.

Şiir sahasında «Adlî» mahlâsıyla yazdığı şiirlerini küçük hacimli bir dîvanda topladı. Hüsn-i hat sanatında kabiliyetliydi. İlme kıymet veren, hayır-hasenâta düşkün Sultan, halk tarafından «Velî» nisbesiyle anıldı.

II. Bâyezid Han, 21 Mayıs 1512 tarihinde vefat etti. Kabri, Bâyezid Camii yanındaki türbesindedir.

*

Şah İsmail, Anadolu toprakları içinde bulunan Şiî propagandacılarla isyanlar çıkarmak sûretiyle Osmanlı Devleti’ni yıpratmayı hedef edinmişti. Kısmen de başarılı olmuyor değildi. Hattâ Şah İsmail, Dulkadiroğulları üzerine sefer yaparken Osmanlı toprağını kullanmak zorunda kalmıştı. Bu mecburiyetin, başına bir iş açmaması için Osmanlı padişahı II. Bâyezîd’e özür maksatlı bir elçi göndermişti. Lâkin gönderdiği elçi öyle şâşaalı, gösterişli ve süslü giyinmişti ki; II. Bâyezid, elini öpmek isteyen bu elçiye dizini öptürmüştü. Yani bir tür; «Haddinizi bilin!» mesajı vermişti. Daha sonra buna karşılık İran Safevî merkezine giden Osmanlı elçisine Şah İsmail, bir misilleme hazırlamıştı. Karşısında bekleyen elçinin oturabileceği hiçbir şey bırakmamış, huzûra alınmadan ne varsa kaldırtmıştı. Ortada üzerine oturulacak bir kilim dahî bırakılmamıştı. Güya elçi ayakta bekletilerek elçinin nezdinde Osmanlı hakarete uğratılmış olacaktı. Osmanlı’nın seçtiği elçiler öyle basit kimseler değildi. Vaziyetin nereye çekildiğini hemen idrâk eden Osmanlı elçisi, üzerindeki süslü kaftanını çıkarıp dürmüş ve altına alarak Şah İsmail’in önünde oturmuştur. Söyleyeceklerini söylemiş, iletilecek olan neyse onu iletmiştir. Devletin vakarını kendi canı pahasına korumayı şahsına vazife bilen bu elçinin rûhu şâd olsun. Elçi; mesajı iletip işini bitirdikten sonra üzerine oturmuş olduğu kaftanını almadan orayı terk etmiş. Şah İsmail’in adamları kaftanını almalarını söyleyince müthiş bir cevapla Osmanlı azametini salona emânet bırakıp yoluna devam etmiştir:

“–O kaftan size hediyem olsun. Zira benden sonra gelecek olan elçi ayakta durmak zorunda kalmasın!” (Gülümseten Nükteler, Âdem SUAT, s. 71, 72)

 

SADÂKATLİ BİR ZEVCE: MÜŞFİKA KADINEFENDİ

Hânedan’dan Müşfika KAYASOY, 1867’de Hopa’da doğdu. Babası Abaza Beylerinden Ağır Mahmud Bey, Osmanlı-Rus Harbi’nde şehid oldu. Bunun üzerine annesi onu yetiştirmesi için Pertevniyal Vâlide Sultan’a verdi. Sarayda yetişen yetim kız 1886’da II. Abdülhamid Han’a zevce oldu. Sultan, «Destizer» olan ismini Kur’ân’dan tefe‘ül ederek «Müşfika» ismiyle değiştirdi. Müşfika Hanım; sarayda sırasıyla üçüncü ikbal, ikinci ikbal ve baş ikbal oldu. Müşfika Kadınefendi; Abdülhamid Han tahttan indirildikten sonra, vefatına kadar Sultan’ın yanından hiç ayrılmadı. Sultan’ın vefatından sonra 43 sene daha yaşayan Müşfika Kadınefendi, 16 Temmuz 1961’de İstanbul’da vefat etti. Kabri, Beşiktaş Yahya Efendi Dergâhı hazîresindedir.

*

Osmanlı Hânedânı 1924’te sürgüne gönderildi. Bununla birlikte eşleri hayatta olmayan padişah ve şehzade hanımlarının Türkiye’de kalmalarına müsaade edildi. Müşfika Kadınefendi de bu sayede Türkiye’de kaldı. Fakat tek çocuğu olan kızı Ayşe Sultan, hânedânın diğer mensupları ile beraber sürgüne gitmek zorunda kaldı. Müşfika Kadınefendi; Beşiktaş’ta, Serencebey Yokuşu’nda hazineye ait bir konağın müştemilâtı olan ahşap bir eve yerleşti. Ona sürgündeki kızı Ayşe Sultan’ın yanına gitmesi noktasında ısrar ettiler. O ise;

“–Efendimiz hayatta olsa idi, memleket dışına çıkmamı istemezdi.” diyerek bu teklifi reddetti. Müşfika Kadınefendi, Serencebey Yokuşu’ndaki ahşap evde geçirdiği 37 sene boyunca dışarıya sadece birkaç defa çıktı.

Bir gün bir gazeteci Müşfika Kadınefendi’ye;

“–Hiç sokağa çıkmadan evde nasıl vakit geçiriyorsunuz?” şeklindeki bir sual sordu. Müşfika Kadınefendi, gazetecinin bu suâline;

“–Namaz kılıyorum, Kur’ân okuyorum, efendime duâ ediyorum evlâdım.” cevabını verdi.