ÖMÜR TAKVİMİNİN SON YAPRAĞI DÜŞMEDEN

Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

Zaman, su misali hızla akıp gidiyor. Farkına bile varmadan; saatler, günler, haftalar, aylar ve yıllar geçiyor. Yeni yılın takvimini duvara astığımız gün, daha dün gibi hatırımızda. Ama baktığımızda koca bir yılı tüketmiş ve yeni yılın kapısına dayanmış vaziyetteyiz. Geriye dönüp, geçen bu zamanın muhasebesini yaptığımız zaman, yâdımıza çok fazla müsbet amelin gelmeyişi, yüreğimizi burkuyor.

İnsanoğlu; yeryüzünde bulunan birçok şeyi, çok kıymetli olsa dahî ya para ile veya başka kıymetli mallar ile satın alıp, belli bir dönem sahip olabiliyor. Lâkin bir şey var ki, yeryüzündeki bütün hazineleri toplasanız da satın alınamıyor. Bu kıymetli hazine; geri alınması, durdurulması veya devredilmesi mümkün olmayan zaman hazinesidir.

İnsanın yeryüzündeki imtihanı, bir zaman ve mekân üzerinde deverân ediyor. Kendisine tahsis edilen mekânda, yine kendisine hususî olarak belirlenmiş bir zaman diliminde, bu imtihan gerçekleşiyor. Her insan, doğarken kendisine has bir ömür takvimi ile dünyaya geliyor. Dünyaya geldiği an, aslında ölüme ve âhirete doğru da bir adım atmış oluyor. İnsan; her ne kadar dünyaya yaşamak için geldiğini zannetse de aslında öbür âleme geçmek, yani ölmek için dünyaya gelmekte.

İnsan ömrü, sayılı günlerden ibaret. Bu sayı öylesine hassas bir ölçüyle takdir edilmiş ki ne eksik ne fazla, vakti geldiğinde kendisine verilen mühlet bitiyor ve ebedî âlemdeki mekânına doğru yolculuk başlıyor. Ömrümüz, ucu ve sonu belli olmayan bir makaraya benziyor. Bu makaraya sarılı ip, bir yerde kopuk ama biz bunu bilmiyoruz.

Ne diyordu şair:

Bir tel kopar, âhenk ebediyyen kesilir. (Yahya Kemal)

Biz de o ipin kopacağı güne doğru, hızla yol alıyoruz. Bize takdir edilen ömür takvimimizden, her gün bir yaprak koparak, ölümün soğuk rüzgârları ile meçhule doğru kaybolup gidiyor.

Allah Teâlâ zamanı yaratmış ve onu insanın istifadesine sunmuş. Onu en verimli şekilde kullanması için bölümlere ayırmış, geceyi ve gündüzü yaratarak ilâhî bir denge oluşturmuştur. Bölümlere ayrılan bu zaman dilimleri; insan için hem kendi hem de maiyetindekilerin rızkını temin için ayrılan çalışma saatleri, sürekli çalışabilmesi ve gerekli enerjiyi kazanabilmesi için istirahat saatleri ve insanın gün içinde yaptığı her şeyin muhasebesini yaptığı, kendisini hesaba çekerek mâneviyâtını beslediği ibâdet saatleridir. İnsan; hayatını bu düzene göre programlar ve uygulamaya gayret ederse, kendisine verilen zamanın kıymetini idrak etmiş olur.

Geçinebilme telâşı, dünyalık meşgaleler, ayrıca nefsin hevâ ve hevesine düşkün olması, insana dünyaya geliş gayesini unutturuyor. Hâlbuki, bitmez tükenmez bir hazine diye ifade edilen kanaati kuşanmış olsak, hem bize verilen bu hazinenin kıymetini bilmiş, hem de kendimizi ve imkânlarımızı hebâ etmemiş olacağız.

İnsan; kendisine verilen birçok nimetin kadrini kıymetini bilmediği gibi, zaman nimetinin de kıymetini tam mânâsı ile idrak edemiyor. İnsanın zamanı kullanmadaki bu gafletini Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle ifade ediyor.

“İki nimet vardır ki insanların çoğu bunların değerinden habersizdirler. Bunlar sağlık ve boş zamandır.” (Buhârî, Rikāk, 1, VII, 170; Tirmizî, Zühd, 1. V, 551)

Zaman dünyadaki en kıymetli şey. Çünkü zamanın her ânı, sadece bir sefere mahsus kullanılıyor. Onu durdurmak ve geri almak, yaratılmış hiçbir mahlûkatın haddine değil. Her an bir kere yaşanıyor ve geri dönmemek üzere geçip, gidiyor. Akıllı olan insan; kendisine sayılı olarak verilen bu imkânı zâyî etmeden her gününü, her saatini, her dakikasını ve her ânını Allah Teâlâ’dan râzı olacağı ameller ile süslerse, o nisbette kendisine ihsan edilen bu eşsiz nimetin kadrini bilmiş olacaktır.

İnsan; nasıl ki dünyalık nimetlerden eline geçen herhangi bir madeni veya kıymetli eşyayı en ince detayına kadar muhafaza ediyor, onun her gramından istifade etmeye çalışıyorsa, bu eşsiz hazinenin de onlar kadar ehemmiyetini bilmek ve ona göre davranmak mecburiyetindedir.

«Bizden önceki insanlar, kendilerine ihsan edilen bu nimetin kadrini nasıl idrak etmişler?» diye baktığımız zaman, bu insanların boş ve mâlâyânî işlerden sakındığı ve gecelerini ihyâ ederek, bu vaktin bereketi ile bugün birkaç insan ömrüne sığmayacak eserler verdiklerine ve ömürlerinin bereketlendiğini müşâhede etmemiz mümkündür.

Bu hususta bir mütefekkirimiz şöyle diyor:

“Geceyi ihyâ etmek; aslında, o gecenin zenginliğiyle kendimizi ihyâ etmemiz demektir. Bunun yolu da tefekkürdür, tefekkürlü-şuurlu ibâdetlerdir. Bunu yaptığımız zaman; vakitlerimiz, ömürlerimiz bereketlenir. Gaflete vaktimiz kalmaz, bütün hayırlı işler ve hedefler için bol bol vakit buluruz.”

«Bunu biz nasıl başarabiliriz?» diye biraz dert edecek olursak, Allah Teâlâ’nın Kur’ân-ı Kerim’de;

“Kurtuluşa ermek için; namazları ve diğer ibâdetleri tam bir tevâzu ve teslîmiyet ile edâ ederek, boş, faydasız söz ve işlerden yüz çevirerek, zekâtı ve iyilikleri artırmak sûretiyle nefisleri temizleyerek, iffetlerimizi ve mahremiyetimizi titizlikle muhafaza ederek, yalnızca bize helâl olan şeylerle yetinmek ve bize emânet olarak verilen her türlü emâneti koruyarak verdiğimiz sözü tastamam yerine getirerek…” (el-Mü’minûn, 1-8) diye bize yol gösterdiğini görmemiz mümkün.

Dünyada bulunan bütün takvim yapraklarının bir sonu var ve bu takvimler dünya ile sınırlı. Ebedî sürecek âhiret hayatında ise ne takvimler ne de zaman bir şey ifade etmeyecek. Mevlâ Teâlâ; verdiği her nimetin hakkıyla kadrini bilmeyi, o nimetler ile rızâsına ulaşmayı ve takvimdeki son yaprak düşmeden îmân ile bu dünyadan göçmeyi nasip etsin. Âmîn…