En Değerli Hazine; ŞİMDİKİ ZAMAN

B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com

İnsan dünya hayatının med ve cezirleri karşısında boş yere üzülür veya sevinir. Hâlbuki, hiçbirisi de kalıcı olmayıp insanın zihnini oyalayan, dünya imtihanının neticesini tayin eden geçici tezâhürlerdir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de;

“İnsan var ya, Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda ve bol nimet verdiğinde (sevinir, bunun bir imtihan olduğunu düşünmeden);

«–Rabbim bana ikrâm etti.» der.

Onu imtihan edip rızkını daralttığında ise (insan üzülür);

«–Rabbim beni önemsemedi (bana ehemmiyet vermedi)» der.” (el-Fecr, 15-16) ifadesiyle buna da işaret buyurulur.

Bu aldanmaya karşı, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; «esas hayatın âhiret hayatı olduğu» hususunu telkinle, ümmetini îkaz sadedinde bir gün;

“–Ölüp de pişmanlık duymayacak hiçbir kimse yoktur.” buyurmuşlardı. Kendisine;

“–O pişmanlık nedir yâ Rasûlâllah?” diye sorulduğunda Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“–(Ölen), muhsin (ihsan sahibi, hayır ehli, sâlih) bir kişi ise, bu hâlini daha fazla artıramamış olduğuna; şayet kötü bir kişi ise, kötülükten vazgeçerek hâlini ıslah etmediğine pişman olacaktır.” (Tirmizî, Zühd, 59/2403) buyurmuştur.

Fayda vermeyecek âhiret pişmanlığına dûçâr olmamak ve ebedî saâdeti kazanmak için, dünya insana bir sermaye olarak ihsan buyurulmuştur. Bu pişmanlığın faydasızlığı hakkında Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulur:

“Nihayet onlardan birine ölüm gelince;

«–Rabbim! Beni dünyaya geri gönderiniz ki, terk ettiğim dünyada sâlih bir amel yapayım.» der.

Hayır! Bu, sadece onun söylediği (boş) bir sözden ibarettir. Onların arkasında, tekrar dirilecekleri güne kadar (devam edecek, dönmelerine engel) bir perde (berzah) vardır.” (el-Mü’minûn, 99-100)

Yine onların uğradıkları hüsran da;

“Suçlular, Rablerinin huzûrunda boyunlarını büküp;

«–Rabbimiz! (Gerçeği) gördük ve işittik. Artık şimdi bizi (dünyaya) döndür ki, sâlih amel işleyelim. Biz artık kesin olarak inanmaktayız.» dedikleri vakit, (onları) bir görsen!” (es-Secde, 12) ifadesiyle vurgulanır.

Âhirette hüsrana uğramaktan kurtulmanın yolu için de şöyle îkaz buyurulur:

“Herkes yarın için önceden neler gönderdiğine dikkat etsin.” (el-Haşr, 18) Âhirette, artık günahları telâfî etmenin, sâlih amellerle sevapları artırmanın imkânı kalmamıştır. Bu sebeple, dünya ömrünü iyi değerlendirmekten gafil kalınmamalıdır. Bu cümleden olarak, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“Akıllı kişi nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır…” (Tirmizî, Kıyâmet, 25) diye ümmetini îkaz buyurur.

Dünyada, akıp giden zaman içinde öyle vakitler vardır ki; fırsat meyânındaki bu müstesnâ anlardan gafil kalınmayıp değerlendirilme durumuna göre zafer veya mağlûbiyete, hayra veya şerre vesile olabilir. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in Uhud Savaşı’nda, kesin tâlimâtına rağmen okçuların çoğunun yerlerinden ayrılmaları fırsatını kaçırmayan müşrik saflarındaki dâhî kumandan Halid bin Velid, İslâm ordusuna arkadan saldırarak, harbin neticesini değiştirmişti.

Kezâ, 1402 yılındaki Ankara Savaşı’nda, önceden stratejik tepelere yerleşen Osmanlı ordusu, Sultan Yıldırım Bâyezîd’in meydan savaşı ile gücünü göstermek istemesi sebebiyle, Timur ordusuna, netice alıcı baskın taarruzundan vazgeçer. Bu değerlendirilmeyen fırsat; bazı ihânetlerin de eklenmesiyle, Osmanlı Devleti’nin az daha yok olmasıyla neticelenebilecek bir mağlûbiyete ve fetret devrine yol açar.

Fırsatlar ferdî çerçevede de, kullananın tarzına ve niyetine göre, önemli semerelerin elde edilmesine vesile olabilir. Esas hayatın dünya olduğu kabulündeki birtakım çevrelerin, önlerine çıkan fırsatları nasıl sû-i istimal ederek servetlerine servet katmak için gayret ettiklerine zaman zaman şâhit olunuyor. Nitekim bazı büyük firmaların kaynaklarının, vaktiyle ortaya çıkan büyük ölçüdeki ihtiyaçların tedarikiyle sağlandığı, kamuoyunca bilinen bir husus. Son birkaç yıldır, dünyanın ve buna bağlı olarak ülkemizin maruz kaldığı salgın hastalık vasatında, kamuoyunu telâşa sevk edip, meydana getirilen sun‘î buhranları paraya çevirme gayretleri, gündemi meşgul etmişti. Piyasada fazlasıyla bulunmasına rağmen kolonya, maske ve bazı gıdâ maddelerinin karaborsaya düşürülüp, fiyatlarının beş-on misli artırılması; maâzallah, savaş gibi çok önemli bâdirelerde nelerle karşılaşılabileceği ihtimalleri üzerinde, insanları kara kara düşünmeye sevk etti. Hâlbuki böyle durumlarda îtidalli ve diğergâm olmak, içtimâî huzur için fevkalâde gerekli bir davranış tarzıdır. Kıtlık vâkî olsa bile; hamiyetli insanların gayretleri ile cemiyet, buhranları suhûletle atlatacaktır.

Nitekim ashâb-ı kiram hazerâtı zamanında, içtimâî tesânüdün en güzel örnekleri yaşanmıştır.

“Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-’ın halîfeliği döneminde bir ara Medine’de kıtlık baş göstermişti. O sırada Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-’ın Şam’dan yüz deve yükü buğday bulunan kervanı geldi. Kervanı görenler, buğday satın almak için koştular. Hattâ bir dirhemlik buğday için yedi dirhem teklif ettiler. Hazret-i Osman -radıyallâhu anh- ise;

«–Hayır! Sizden daha fazla veren var, ona satacağım.» dedi. Ashâb-ı kiram, mahzun bir şekilde ayrılıp halîfe Hazret-i Ebûbekir’in yanına vardılar ve durumu kendisine şikâyet ettiler. Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-, bu hâdisedeki nükteyi sezerek;

«–Osman hakkında hemen kötü düşünmeyiniz!.. O, Rasûlullâh’ın damadı ve Me’vâ cennetinde arkadaşıdır. Herhâlde siz onun sözünü yanlış anladınız.» dedi ve beraberce Hazret-i Osman’a gittiler. Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-;

«–Yâ Osman! Ashâb-ı kiram senin bir sözüne üzülmüştür.» deyince Hazret-i Osman;

«–Evet, ey Rasûlullâh’ın halîfesi! Bunlar bire yedi veriyor, hâlbuki onlardan daha hayırlı olan, bire yedi yüz veriyor. Biz buğdayı bire yedi yüz vererek alana verdik.» buyurdu. Sonra da yüz deve yükü buğdayı Allah rızâsı için Medine fukarâsına dağıttı. Yüz deveyi de kurban etti…”1

Akıp giden hayatın ölçüsü olan zaman üç hâli ile mütalâa edilebilir; geçmiş, şimdiki ve gelecek zaman. Âhiret sermayesi olan ömrün değerlendirilmesi bahis mevzuu olduğunda; geçmiş zamanın bir hükmü kalmadığı, gelecek zamanın ise yaşanıp yaşanamayacağı, kavuşulsa bile hangi şartlarda bulunulacağı bilinemeyeceği için hesapta yer almaz. İnsan için yaşadığı zaman, içinde bulunduğu an önemlidir; istediği şekilde onu değerlendirebilir. Bu hususla alâkalı olarak Mevlânâ Hazretleri şöyle buyurur:

“Şu içinde bulunduğun tek anlık ömrünü fırsat bil ve onunla meşgul ol. Ne geçmişe üzül ne gelecekten kork.” Mesele de bu değerlendirmenin, fayda vermeyecek «keşke»lerle, pişmanlıklarla dövünmeye yol açmaması, en verimli şekilde yapılabilmesidir. Nitekim, Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- bu mevzuda;

“Dört şey asla geri gelmez; söylenen söz, atılan ok, geçmiş hayat ve kaçırılmış fırsat.” diye îkaz buyurur.

“Rivâyete göre Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e ümmetinin ömrü gösterilmişti. Efendimiz, bunu önceki insanların ömrüne nisbetle çok kısa buldu. Ümmetinin bunlar kadar sâlih amel işlemekten mahrum kalacağını düşündü. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, O’na ve ümmetine, bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi’ni lutfetti.” (Muvattâ, Îtikâf, 15)2

Nitekim on Kadir Gecesi’ni idrak eden mü’min 830 sene ibâdet etmiş gibi olur. Bu, ne büyük bir ihsan. Hazret-i Ali -kerramallâhu vechehû- bu ilâhî müjde ile alâkalı olarak;

“Rabbimiz, ümmet-i Muhammed’e azap vermek isteseydi, onlara Ramazân-ı Şerîf’i ve içindeki Kadir Gecesi’ni vermezdi.” buyuruyor.

“Bazı âlimler, ihyâsı müstehap olan geceler on dörttür demişlerdir;

•Muharrem ayının birinci gecesi,

•Âşûrâ gecesi,

•Receb ayının birinci gecesi,

•Receb’in ilk cuma gecesi (Regāib gecesi),

•Receb’in yirmi yedinci gecesi (Mîrac gecesi),

•Şaban’ın on beşinci gecesi (Berat gecesi),

•Arefe gecesi,

•Ramazan ve kurban bayramı geceleri,

•Ramazân’ın 21.-27. geceleri…” (Gunye, 1/179)

Bütün mübârek vakitler; mü’minin hayatında, en güzel şekilde değerlendirilecek ikramiyeler mesâbesinde, ilâhî fırsatlardır.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; âhiret sermayesi demek olan dünyada gaflete düşülmemesi, fırsatların değerlendirilmesi hususunda şöyle îkaz buyurur:

“Beş şey gelmeden önce beş şeyi ganîmet bil:

•İhtiyarlığından önce gençliğini,

•Hastalanmadan önce sıhhatini,

•Fakirliğinden önce zenginliğini,

•Meşgul zamanlarından önce boş vakitlerini ve

•Ölümünden önce hayatını!” (Buhârî, Rikāk, 3)

Hesap gününde pişmanlıklarla dolu hüsranlara dûçâr olmamak ve hem dünya hem âhiret saâdetini kazanmak için; yaşanılan ânı heder etmeyip, bu minvalde en verimli bir şekilde değerlendirmek zarureti vardır. Hadîs-i şerifte;

“Yapılan işler niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır…” (Müslim, İmâret, 155) buyurulur.

Her an Allah Teâlâ’nın rızâsı üzere sâlih kulluk niyetinde olarak; devamlı sâlih amel sevâbı kazanmak ne güzel bir davranıştır.

_____________________________

1 İslâm ve İhsan, 5/4/2021.

2 Prof. Dr. Ömer ÇELİK, Kur’ân-ı Kerim, el-Kadr, 97.