İlâhî Emânet; KÂİNAT

B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com

Allah Teâlâ, yüce Zâtı’na halîfelik gibi fevkalâde mühim bir vazife tevdî buyurduğu insana; bu mes’ûliyetle mütenâsip olarak, değeri idrâk üstü seviyede ikramlar lutfetmiştir. «Eşref-i mahlûkat» olarak, «en güzel kıvamda» yaratılıp, uçsuz bucaksız kâinat ve onun içinde bir hiç mesâbesinde kalan sonsuz zenginlikte ve yine sonsuz nimetlerle donatılan dünya da müsahhar kılınmıştır. Hikmetine binâen; yaratılan bütün mevcudat, fânîdir. Bu cümleden olarak insan da fânîdir. Burada bilinmesi gereken husus; insanın, bu hususiyet dolayısıyla, lutfedilen bütün ikram ve ihsanların sahibi değil emânetçisi olduğudur. Bu muhteşem lutfun ve mes’ul kılınan mukaddes vazifenin ağırlığı Kur’ân-ı Kerim’de şöyle îkaz buyurulur:

“Biz emâneti yere, göklere ve dağlara teklif ettik de, onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zâlim, çok câhildir.” (el-Ahzâb, 72)

Nitekim insanlık «Ezel Bezmi»nde söz vermiş olmasına rağmen, insanların bir kısmı, vefâsızlıkla ahdinden caymış ve kendisine âmâde kılınan nimetlerin sahibi olduğu vehmine kapılmış, hattâ cehâlet ve zulümde zıvanadan çıkarak -hâşâ- ilâhlık cüretine bile kalkışmıştır.

Allah Teâlâ’nın idrâk ötesi muhteşem bir tanzimle, fevkalâde hassas dengeler üzerinde yaratmış olduğu dünyamız; O -celle celâlühû- adına, barış ve adâletle idare etmek vazifesiyle mes’ul kılınan insan tarafından; doymak bilmez iştihâlar ve ihtiraslar uğruna her gün biraz daha yaşanılamaz hâle getirilmektedir. Dünyada hâkimiyeti ele geçiren sömürgeci ülkeler; bütün insanlığın hayrı için var edilen tabiî kaynakları, servetleri sadece kendi menfaatleri için kullanmak uğruna, insanlığı kan ve ateşler içinde can çekişmeye mahkûm etmişlerdir.

Dünyamızın bugün getirildiği noktada, umumî vaziyet fevkalâde vahimdir. Tabiî ve sun‘î âfetler, ülkelerde uzun zamandır gündemin üst sıralarında yer alıyor. Kuraklık, seller, hortumlar, depremlerle yaşanan fâcialar, susuzluk, haftalarca hattâ aylarca söndürülemeyen orman yangınları, zaten içtimâî bozukluklar sebebiyle huzursuz olan cemiyetleri fevkalâde tedirgin ediyor. Âfetlerin insanın zaaflarıyla yakından alâkası olması, meselenin en vahim yönü. Bu cümleden olarak; vâkıa, âyet-i kerîmede (el-Ahzâb, 72) işaret buyurulan «câhil ve zâlim» vasıflarının bir tezâhürü meyânında görülebilir. Nefsine râm olanın ihtirası mevzuunda, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“İnsanoğlunun bir vâdi dolusu altını olsa, bir vâdi daha ister. Onun gözünü topraktan başka bir şey doyurmaz…” (Buhârî, Rikāk, 10) buyurur. Bir atasözümüzdeki; “Deveyi hamuduyla yutmak” tabiri de, bu hâlet-i rûhiyeye işaret içindir.

Uzun bir zamandan beri, alâkalı mütehassıslar; ülkemizin âdeta can damarını teşkil eden Marmara Bölgesi’nde ağır bir deprem beklendiğini belirtiyorlar. Bu muhtemel hâdise; bir sarsıntı olmadan binâlar ve istinad duvarları kendi kendine çökerken; mîâdını doldurmuş, sağlam zemine yapılmamış, çürük yapıdan dolayı yenilenmesi gereken pek çok binanın bulunduğu, ihtiyaç hâlinde toplanılacak yeterli yeşil alanlardan mahrum bölgemizde bir kâbus gibi bekleniyor. Sağanak yağışların sele dönmesi ve kazanç hırsıyla kadîm dere yatakları iskâna açıldığı için, buraları süpürüp götürmesine, önemli derecede can ve mal kayıplarına yol açmasına sık sık şâhit olunuyor. Buna rağmen bir müddet sonra; aynı yerlerin tekrar meskûn saha hâline gelerek, yeni âfetlere mâruz kalınması, ancak cehâlet ve zulümle açıklanabilir. Kezâ ormanların, hem millî servet hem de tenezzüh sahaları olmalarının yanında, toprağı korumak, heyelânları önlemek, selleri engellemek… gibi fevkalâde önemli faydaları varken; basit ihmal, umursamazlık, hele birçoğunun kundaklanması da bu neviden marîz tezâhürlerdir.

Kâinâtın esrârı başlangıçtan beri insanı meşgul etmiş; daha ilk çağlarda toprak, hava, su ve ateşin dört esas madde olduğu kabul edilmiştir. İnsanın yaratılmasında ham madde olan, onu bağrına basmaya, yedirip içirmeye vesile kılınan toprak, sadece insan için değil canlı hayatı için de fevkalâde önemi hâizdir. Tabiatta, bir santimetre kalınlığındaki toprağın, cinsine göre, birkaç asır ile birkaç bin senede meydana gelmiş olması, onun ne kadar değerli ve korunmasının ne kadar önemli olduğunun bir işaretidir. Ancak böylesine değerli bir varlığın öneminin yeteri kadar farkında olmayarak hoyratça heder edildiği de bir vâkıadır. Bu cümleden olarak bitki örtüsünün tahribi ile ortaya çıkan erozyon, yanlış sulama usûllerinin yol açtığı çoraklaşma, tarım arazilerinin iskâna açılması, meskûn sahaların asfalt ve betonla kaplanması… gibi hesap edilmeden yapılan işlemler, insanlığı bekleyen açlık tehlikesini gittikçe yaklaştırmaktadır.

Suyun aşırı kullanılması ve çeşitli yollarla israfı sebebiyle, önümüzdeki yıllarda kuraklık ve susuzluğun çok daha önemli hâle geleceği belirtiliyor. ABD’de, çevre mütehassıslarının katkılarıyla hazırlanan bir raporda, bu hususla alâkalı endişe verici îkazlar var. Buna göre:

“Akdeniz çanağındaki küresel ısınmadan en fazla etkilenen ülke Türkiye. Tedbir alınmazsa Türkiye’nin su kaynakları hızla kuruyacak ve çölleşme başlayacak. Akdeniz, daha yüksek küresel ısınma seviyelerinde, gittikçe daha kurak ve sıcak hâle gelecek. Bölge ülkelerince gerekli tedbirler alınmadığı takdirde, topraklarının geniş bir bölümü hayat için elverişsiz hâle gelecektir…”* Ayrıca suların muhtelif kaynaklı atık maddelerle gittikçe kirlenmesi de, diğer bir tehlike olarak önem kazanıyor.

Alâkalı ilmî çevreler, sanayi ve şehirleşmeye bağlı olarak, bir asırdır atmosfere salınan sera gazlarının, sera etkisiyle dünya ölçeğindeki ortalama sıcaklıkları artırmasıyla meydana gelen iklim değişikliğinin dünyanın geleceğini tehdit eden bir tehlike olduğunu belirtiyor. Mevcut durumun devamı neticesinde; dünyayı, tabiî âfetlerin mûtad hâle gelmesi, zirâî üretimin gerilemesi, ekolojik dengenin bozulması, kutuplardaki buzulların erimesiyle denizlerin yükselerek karaları basması… gibi felâketlerin beklediği ifade ediliyor. Bir kısım ülkelerin gayretleriyle, her yıl atmosfere salınan milyarlarca ton karbondioksit gazının tedrîcen düşürülmesi için sözleşmeler hazırlanmasına rağmen, bilhassa mes’ûliyeti en fazla olan sömürgeci devletler bundan kaçındıkları için, müsbet bir netîce alınamıyor…

Tabii kaynakların ölçüsüz ihtiraslar uğruna alabildiğine istismârı ve sömürülmesi tabiî dengeleri altüst etmiş; birçok canlı türü yok olmuş, canlı hayatının devamı için elverişli vasat bozulmuş, dünya ve atmosfer büyük bir çöplüğe dönüşmüştür. Kur’ân-ı Kerim’de;

“İnsanların kendi elleriyle işledikleri yüzünden, karada ve denizde fesat çıkar; Allah da belki dönerler diye, yaptıklarının bir kısmını böylece kendilerine tattırır.” (er-Rûm, 41) ifadesiyle bu hususa da işaret buyurulur.

İnsana ihsan buyurulan nimetler; onun istediği gibi tasarrufta bulunacağı kendi malı olmayıp, ilâhî bir emânettir. Kula düşen, bu emânetlere riâyet etmek, onu lutfeden Allah Teâlâ’nın rızâsı istikametinde ihtimamla kullanmaktır. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in; «bir ağacın dallarına vurarak yaprak toplayan bir şahsı, ağacı incitmeden bunu yapması için îkaz etmesi» bu hassâsiyete işaret eden nebevî bir örnektir. Anadolu’muzun gönül sultanlarından Yûnus Emre bu fazîleti;

Yaratılanı severiz Yaratan’dan ötürü!

diye terennüm etmiştir.

Mâzîdeki şanlı medeniyetimiz, mahlûkata Hâlık’ın nazarı ile bakma şiârı sebebiyle «rahmet medeniyeti», bunun müesseseleşmesi sebebiyle de «vakıf medeniyeti» olarak vasfedilmiştir. Ancak şanlı medeniyetimizin son altın halkası olan Osmanlı’nın tarih sahnesinden çekilmesinden sonra, gücü ele geçiren ve gidişâta hâkim olan sömürgeciler; insanın «câhil ve zâlim» yönünün temsili ile, her şeyi ölçüsüz ve sınırsız bir şekilde istismâr ederek, sömürerek günümüzdeki vahâmetin fâili olmuşlardır. Bu vahim vetîrenin durdurulabilmesi için de cehâlet ve zulüm yerine, tabiata rahmet nazarı ile bakma fazîletinin ikāmesinden başka bir çıkış yolu yoktur.

____________________

*https://e360.yale.edu/features/as-the-climate-bakes-turkey-faces-a-future-without-water
https://supolitikalaridernegi.org/2021/10/03/amerikadan-ciddi-uyari-turkiye-susuz-bir-gelecege-ve-collesmeye-gidiyor/