İKTİSAT, ADÂLET ve BUHRAN…

H. Kübra ERGİN hkubraergin571@gmail.com

Dünyanın gündeminde koronavirüsle mücadele devam ederken halkın gündemine bir de hayat pahalılığı eklendi. Başta gıdâ ürünleri olmak üzere halkın ihtiyacı olan emtiaların fiyatlarında büyük artış görülüyor. Fiyat artışlarının birçok sebebi var elbette. Enerji ve hammadde maliyetlerinin yükselmesi, kuraklık, küresel ısınma gibi sebepler kadar; koronavirüs sonrası dünya genelinde yaşanan ekonomik daralma ve yüksek enflâsyonun da etkili olduğu belirtiliyor.

Bizler müslüman olduğumuza göre, her hâdiseye ibret nazarıyla bakmamız ve çareyi de yine Allâh’ın emir ve nehiylerinde aramamız gerekir. Her şeyden önce unutulmamalıdır ki, rızık Allâh’ın elindedir ve dilediği gibi verir. Bazen rızkı genişleterek, bazen de daraltarak kullarını imtihana çeker.

Allah Teâlâ bir âyet-i kerîmede buyuruyor ki:

“Kullarından dilediğine rızkı genişleten, dilediğine de daraltan Allah’tır.” (es-Sebe’, 39)

Gerçekten de bazen kuraklık ve benzeri bazı faktörlerle üretimin azaldığını görebiliyoruz. Bazen de savaşlar sebebiyle enerji maliyetleri yükselebiliyor. Yahut şu anda yaşadığımız gibi, salgın hastalıkla mücadelenin getirdiği maliyetler ve ekonomik daralma, iş dünyasını birçok açıdan etkiliyor.

Bunlar hâdiselerin zâhirî yönü; bir de daha köklü ve daha mânevî esaslı meseleler var ki, onlar çözülmedikçe geçici tedbirler çare olmayacaktır.

Biraz tefekkür ettiğimiz zaman, ekonomik buhranların sebepleri arasında da Allâh’ın emir ve yasaklarına riâyet etmemenin olduğunu görüyoruz. Rabbimiz buyuruyor ki:

“Size gelen her belâ ve musîbet, kendi günahlarınızın cezasıdır. Bununla beraber Allah birçoğunu da affederek sizi musîbete maruz bırakmaz.” (eş-Şûrâ, 30)

Meselâ, Cenâb-ı Hak fâizi yasaklamıştır. Ancak zamanımızda fâiz ülkemiz de dâhil bütün dünyada çok yaygın hâle gelmiştir. Ekonomi haberleri, her zaman fâiz oranlarıyla başlamaktadır.

Fâiz; borç almak zorunda kalmış olan kişilerin sırtına fazladan bir yük yüklemek demek, bu yönüyle zaten insânî değil. Bunun yanında fâizli kredilere yönelmenin altında; hırs, arzularına düşkünlük ve acelecilik gibi faktörler de var. Kimileri işini büyütmek için, kimileri daha lüks evde oturmak için, kimileri para biriktirmeye sabredemeyip istediği otomobili hemen alabilmek için bankalardan kredi almakta, ama bazen aldıkları kredileri ödeyememekte. Bu da fert plânında iflâslar, işten çıkarmalar, intiharlar, boşanmalar gibi fâcialara yol açmakta.

Finans sistemine yansıması ise; iflâsların zincirleme hâle gelmesi, batık kredilerin artmasına bağlı olarak likidite sıkışıklığı yaşanmasıdır. Bunun reel ekonomiye yansıması da ekonomik daralma ve hattâ krizdir.

Bir toplumda fâiz yaygınlaşırsa, hem ekonomik hem de mânevî krizler kaçınılmazdır. Daha evvelki ümmetler de fâiz sebebiyle doğru yoldan sapmışlardı.

Rabbimiz buna işaretle buyuruyor ki:

“Yahudilerin zulümleri sebebiyle, bir de çok kimseyi Allah yolundan çevirmeleri, men edildikleri hâlde fâizi almaları ve haksız (yollar) ile insanların mallarını yemeleri yüzünden, kendilerine (daha önce) helâl kılınmış bulunan temiz ve iyi şeyleri onlara haram kıldık…” (en-Nisâ, 160, 161)

Ekonomik buhranlar, globalleşme sebebiyle ülkeden ülkeye de sirâyet eder. Dünya ekonomisinin lokomotifi durumunda olan büyük ülkelerin finans alanlarında yaşanan krizler, birçok ülkenin ekonomisini etkiler. Özellikle de kırılgan ekonomileri…

Dünya ekonomisinden etkilenmemek mümkün değilse de daha az etkilenmek için alınabilecek tedbirler vardır. Bu tedbirlerin başında israftan vazgeçmek, bilhassa ithalâtı azaltmak geliyor. Çünkü bir ülkede ihracat ve ithalât faaliyetlerindeki dengenin bozulmasıyla dış ticaret açığı ortaya çıkınca; cârî açığı kapatabilmek için dövize ihtiyaç duyulur. Bu durumda millî para değer kaybeder ve bu da enflâsyona sebep olur.

Her neyi israf ediyor olursak olalım, millî paramızın değerinin düşmesine sebep olmuş oluyoruz. Çünkü üretilen, nakledilen, satışa arz edilen her metâ; tüketilen enerji demek. Biz de enerji ihtiyacının çoğunu ithalât ile sağlayan bir ülkeyiz. Bunun yanında bazı hammaddeler, üretim için gerekli teknoloji, patent ücretleri ve benzeri için de dışarıya ödeme yapıyoruz.

Zamanımızda israf âdeta hayatın bir parçası hâline gelmiş, hiç farkına bile varmadığımız israflar yapılıyor. Bu kadar pahalılık olmasına rağmen, hâlâ gıdâ maddelerinin üçte birinin çöpe gittiği bildiriliyor. Hâlbuki insan, bolluk içinde olsa dahî israf etme hakkına sahip değildir.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“Akmakta olan bir nehirde abdest alırken bile…” israf etmeye hakkımız olmadığını bildiriyor. (İbn-i Mâce, Tahâret, 48)

Nehrin suyu abdest almakla tükenmez, kirlenmez, herhangi bir zarar olmaz. Ama onun dahî israf edilmesi uygun görülmemiştir; çünkü insanın nefsini israfa alıştırmaması, buna hakkı olduğunu zannetmemesi esastır.

Bir toplumda küçük bir kesimin, küçük bir şeyleri israf etmesi bile birçok zarara yol açar. Çünkü gereksiz yere yapılan alışverişlerde, tüketimlerde daima hammadde, enerji ve emek israfı vardır. Bunlarla gerekli yerlere yatırım yapılırsa ekonomi güçlenir, gereksiz yere harcanırsa ekonomi zayıflar ve kırılganlaşır.

Bir ülkede gereksiz yere tüketim sebebiyle pahalılık artınca, satışlar iç piyasaya yönelir. Bu durumda o ülkede ihracat câzip olmaktan çıkar hattâ ithalât câzip hâle gelir. Çok ithalât yapan, az ihracat yapan bir ülkede cârî açık artar ve o ülkenin parasının değeri düşer. Yani zincirleme bir şekilde, israf; bereketsizliğe, pahalılığa ve yoksullaşmaya sebep olan bir musîbettir.

Allah Zülcelâl kulları için birçok nimetler yaratmıştır. Bunlar insanların ihtiyacına yeterlidir. Fakat bir kısım insanların; haksız yollarla kazanç sağlayıp israf ederek diğerlerinin hakkını gasp etmesiyle, dünyanın düzeni bozulur. Hattâ mazlumların âhıyla çeşitli felâketler, sıkıntılar ve kayıplar da yaşanır.

Bir kişinin yaptığı israfta; hiç tanımadığı, bilmediği nice kişilere karşı zulüm vardır. Meselâ; ihtiyacı olmadığı hâlde zevk için, mobilyasını değiştiren kişiler, o mobilyaların üretiminde kullanılan maddelerin pahalılaşmasına sebep olur. Bu sefer ihtiyacı olduğu için satın alacak olan kişiler, meselâ evlenmek isteyen gençler, o malları daha pahalıya almak zorunda kalır.

Allah Teâlâ’nın koyduğu bir kanun vardır. Allah -azze ve celle- bütün yarattığı mahlûkatın rızkını da yaratmayı üzerine almıştır. Ama insanların kurduğu zulüm düzenleri, rızkın muhtaç olana ulaşmasını engelleyebilmektedir.

Bugün dünyanın manzarası, çok büyük bir adâletsizliği ortaya koymaktadır. Dünyanın en zengin kesimi; azgınlık, israf ve günahlar içinde yaşamaktadır. Çok büyük yığınlar ise; temiz içme suyundan, yeterli gıdâdan, sağlık ve eğitim hizmetlerinden mahrum yaşamaktadır.

Biz müslümanlar kesinlikle inanmalıyız ki, her alanda olduğu gibi ekonomik alanda da tek çare İslâm’a sarılmaktadır.

Kur’ân-ı Kerîm’e baktığımız zaman, haksız kazanç yollarını yasaklayan pek çok âyet-i kerîme görüyoruz. Rabbimiz;

“Ey îmân edenler! Karşılıklı rızâ ya dayanan ticaret dışında, mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin.” (en-Nisâ, 29) buyurarak her türlü yolsuzluğu, haksızlığı yasaklıyor.

Rabbimiz; dünya malına karşı aşırı düşkünlüğü yasaklayıp, ihtiyaç sahiplerine yardım etmeyi emrediyor. Buyuruyor ki:

“Hayır! Doğrusu siz yetime ikrâm etmiyorsunuz, yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Haram-helâl demeden mîrâsı yiyorsunuz. Malı aşırı biçimde seviyorsunuz.” (el-Fecr, 17-20)

Âyet-i kerîmelerde;

“Eğer böyle yapmaya devam ederseniz hem dünya hem âhirette felâketle karşılaşırsınız.” diye îkaz buyuruyor. Dünyada karşılaşılacak felâketlerden biri de pahalılık ve bereketsizliktir.

İnsanların paraya karşı aşırı tamah etmelerinin bir sebebi de, Allâh’a tevekkül etmek yerine paraya güvenmeleridir. Parayı helâl-haram demeden kazanıp, biriktirip, infâk etmeyen kişiler; Allâh’a ibâdetten, zikirden yüz çevirmiş, mâneviyat fakiri kimselerdir. Hâlbuki kalbi mânevî yönden fakir olan kişinin, hiçbir zaman gözü doymaz. Biriktirdiği mal da onu korktuğu şeylerden muhafaza edemez.

Allah Zülcelâl bir insana geçim darlığı vermek isterse, bir şekilde rızkını daraltır. Rabbimiz buyuruyor ki:

“Her kim de Ben’im zikrimden (Kur’ân’ımdan) yüz çevirirse, mutlaka ona dar bir geçim vardır.” (Tâhâ, 124)

Buna mukabil bir kişi Allâh’a tevekkül ederek helâlden kazanır, az da olsa kazancıyla yetinirse; Allah Zülcelâl bereket verir, işlerini yoluna koyar. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyuruyor ki:

“Kimin derdi âhiret ise, Allah onun gönlünü zengin kılar. Dağınık vaziyetini bir araya getirip toplar. Dünya ona boyun eğerek gelir. Kimin derdi dünya ise, Allah onun fakirliğini iki gözünün arasına bırakır. İşlerini dağınık hâle getirir. Kendisi için takdir edilen şeyler dışında dünyadan ona bir şey gelmez.” (Tirmizî, Kıyâmet, 30/2465)

Kısacası eğer toplumun büyük çoğunluğu; helâlden kazanır, ölçülü harcar, verilmesi gereken zekâtını verir, Allâh’ın nimetlerine şükrederse Allah Zülcelâl daha fazlasını verir.

Rabbimiz buyuruyor ki:

“Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azâbım çok şiddetlidir.” (İbrahîm, 7)

Rabbimiz Teâlâ, bizleri hakkıyla şükreden kullarından eylesin. Âmîn…