ZEKÂT KALBİ ve MALI TEMİZLER

Doç. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

BİR HADİS:

عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمَا، قَالَ :
فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ :
«إِنَّ اللّٰهَ لَمْ يَفْرِضِ الزَّكَاةَ، إِلَّا لِيُطَيِّبَ مَا بَقِيَ مِنْ أَمْوَالِكُم…»

İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ-’dan rivâyet edildiğine göre Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Allah, zekâtı ancak mallarınızın kalan kısmını temizlemek için farz kıldı…(Ebû Dâvûd, Zekât, 32)

BİR MESAJ:

“Zekât malını ve kalbini arındırır. Onun için bu mühim farzı hakkıyla yerine getirmeye çalış!”

“O verdiğin zekât senin kesen için bir bekçidir,
O kıldığın namaz da zekâtının çobanıdır.” (Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruhû-)

 

Zekât, lügatte temizlemek, çoğalmak ve büyümek mânâlarına gelir. Istılah olarak ise; şer‘an zengin sayılan bir müslümanın, seneden seneye malının belli bir miktarını müslüman fakirlere Allah rızâsı için temlik etmesidir.

Zekât ibâdetinin, dînî vecîbeler içerisinde mühim bir yeri vardır. Kur’ân-ı Kerim’de birçok yerde;

“Namazı dosdoğru kılın ve zekâtı verin…” şeklinde namaz ve zekât beraber zikredilmiştir. Bu mânâda namaz, dînin direği ise zekât da sosyal hayatın teminatıdır.

Bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulmuştur:

İslâm beş esas üzerine binâ edilmiştir:

•Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allâh’ın Rasûlü olduğuna şâhitlik etmek,

•Namazı dosdoğru kılmak,

•Zekât vermek,

•Kâbe’yi haccetmek ve

•Ramazan orucunu tutmak. (Müslim, Îmân, 21)

Buna göre zekât, yüce Allâh’ın bir emri olup İslâm’ın beş ana esâsından biridir.

Bu mânâda zekât îmandandır, zekât İslâm’dandır. Zekât, müslümanla müslüman olmayanı ayıran bir alâmet-i fârikadır. Nitekim bir hadîs-i şerifte geçtiği üzere Fahr-i Kâinât Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Zekât, kişinin Müslümanlığının bir delîlidir.” (İbn-i Mâce, Tahâret, 5) Yine Kur’ân-ı Kerim’de müşriklerden bahsedilirken;

“Tevbe edip namazı kılar ve zekâtı verirlerse, artık onlar sizin din kardeşlerinizdir.” (et-Tevbe, 9/11) buyurularak zekâtın, müslüman olmanın en belirgin unsurlarından biri olduğuna vurgu yapılmıştır.

Vedâ Haccı öncesinde Muâz bin Cebel ve Musa el-Eş‘arî Hazretleri’ni Yemen bölgesine göndermeye karar veren Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; onları çağırıp bazı tavsiyelerde bulunduktan sonra, Hazret-i Muâz’a dönüp şöyle nasihatte bulunmuştu:

“Sen ehl-i kitap (hıristiyan) olan bir topluluğa gidiyorsun.

•Onları önce Allah’tan başka ilâh olmadığını ve benim O’nun elçisi olduğumu kabule davet et.

•Bu konuda itaat ederlerse, onlara günde beş vakit namazın farz olduğunu haber ver.

•Buna da itaat ederlerse Allâh’ın kendilerine zekâtı farz kıldığını ve zekâtın zenginlerinden alınıp fakirlerine dağıtılacağını haber ver. Bunu da kabul ederlerse zekât al. Ancak zekât tahsil ederken, mallarının en değerlisini alma!

•Mazlum kimselerin bedduâsından da sakın. Çünkü Allah ile mazlumun duâsı arasında perde yoktur.” (Müslim, Îmân, 29)

Görüldüğü üzere bir sözünde;

“Kolaylaştırın, zorlaştırmayın! Müjdeleyin, nefret ettirmeyin!” (Buhârî, Meğâzî, 61) buyuran Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; zekât hususunda da kolaylık sağlayarak, nefret ettirmeden davranılmasını ashâbına tavsiyede bulunmuştur. Zira müslümanlar; gönüllerine hiçbir endişe ve şüphe düşmeden yüce Rabbimiz’in zekât emrine imtisâl edip, kazançlarının belli bir kısmını Allah yolunda infâk etmeli, malının zekâtını vermeli, gönül hoşluğu ile bu ibâdeti yerine getirmelidirler.

Bu bakımdan zekât, mahzâ Allah rızâsı için engin bir gönül hoşluğu ile verilmelidir.

Nitekim Abdullah bin Abbâs -radıyallâhu anhümâ-’dan nakledildiğine göre;

“Altın ve gümüşü biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azâbı müjdele!” (et-Tevbe, 9/34) âyet-i kerîmesi nâzil olduğunda bu, müslümanlara çok ağır gelmiş, artık çocukları için mal bırakamayacakları endişesine kapılmışlardı. Bunun üzerine Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-;

“–Ben (konunun aslını öğrenip) sizi rahatlatırım.” diyerek, Allah Rasûlü’nün yanına gitti ve;

“–Ey Allâh’ın Peygamberi! Bu âyet ashâbına çok ağır geldi.” dedi. Daha sonra Sevgili Peygamberimiz, onun ve ashâbının endişelerini giderecek şekilde şöyle buyurdu:

“–Allah zekâtı ancak mallarınızın kalan kısmını temizlemek için farz kıldı, mîrâsı da sizden sonrakilere kalması için farz kıldı.” (Ebû Dâvûd, Zekât, 32)

Peygamber Efendimiz’in bu sözleri karşısında Hazret-i Ömer, sevincinden tekbir getirdi.

Evet, serlevhâ hadîs-i şerîfimizde de işaret edildiği gibi zekât malı temizler, mânevî kirlerden onu arındırır. Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de Rasûlü’ne hitâben şöyle buyurmuştur:

“Onların mallarından zekât al ki, bununla onları temizleyesin ve arındırasın.” (et-Tevbe, 9/103) Yine bir hadîs-i şerifte;

“Sâlih insanlar için temiz mal ne kadar da güzeldir.” (İbn-i Hanbel, IV, 197) buyurularak zekâtı verilen malın temiz mal olduğuna işaret edilmiştir.

Günlük hayat içerisinde mü’minin; helâl, haram şüpheli, her türlü kazanç ve alışverişleri söz konusu olabiliyor. İşte mü’min, zekâtını vererek malını temizlemiş, arındırmış olur.

Zekât, malı temizleyip arındırdığı gibi kalpleri de temizleyip günahlarından arındırır. Zira Sevgili Peygamberimiz;

“Sadaka/zekât vermek, suyun ateşi söndürdüğü gibi hataları da yok eder.” (Tirmizî, Cum‘a, 79) buyurmuştur.

Şu da bir hakikat ki zekât, malı eksiltmez bilâkis bereketlendirir. Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-’tan nakledildiğine göre Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Sadaka/zekât vermek, maldan hiçbir şey eksiltmez.” (Müslim, Birr, 69)

Allah Teâlâ, Bakara Sûresi’nin 276. âyet-i kerîmesinde şöyle buyurmaktadır:

“Allah verilen sadakaları/zekâtları artırır.” (el-Bakara, 2/276)

Yine âyet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır:

“İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir fâiz, Allah katında artmaz. Allâh’ın rızâsını isteyerek verdiğiniz zekâta gelince, işte zekâtı veren o kimseler, evet onlar (sevaplarını ve mallarını) kat kat artıranlardır.” (er-Rûm, 30/39)

Nitekim Hazret-i Mevlânâ şöyle buyurmuştur:

“Zekât verilmeyince yağmur yüklü bulutlar gelmez.”

Zekât, aynı zamanda malı ebedîleştirir. Halk arasında; “Ne verirsen elinle o gider seninle.” şeklinde bir deyiş vardır. Bugün elimizle verdiğimiz zekât ve sadakalar, Allâh’ın izniyle yarın mezarımızda nûr olup karşımıza çıkacak, Sırat köprüsünde bize yoldaş olacaktır.

Zekât ibâdetinin, fert ve cemiyet açısından birçok hayır ve hikmetleri vardır. Fert açısından; en başta, kişinin içindeki mal ihtirasını bertaraf eder. Başkalarını düşünme, şefkat gösterme, dayanışma, paylaşma gibi duyguları pekiştirir.

Zekât; cimrilik, mala düşkünlük, aşırı dünya sevgisi gibi mânevî hastalıklardan mü’mini arındırır. Zekât; mal sahibini malın esâretinden kurtarır, onu gerçek hürriyetine kavuşturur.

Zekâtın alan açısından da birçok fayda ve hikmetleri vardır. Zekât; fakiri başkasının eline muhtaç olma durumundan kurtardığı gibi, başkasının malına göz dikmesinden, servet düşmanlığı yapmaktan da onu korur.

İslâm, cemiyette huzur ve sükûnun hâkim olmasını ister, İşte zekâtın fert açısından olduğu gibi cemiyet açısından da birçok faydası vardır. En başta zekât, zenginle fakir arasındaki gelir dengesizliğini az da olsa giderir. Zekât, bir nevî cemiyetin sigortası gibidir. Cemiyette sosyal dengeyi tesis eder. Bu mânâda zekât, zenginle fakir arasında uçurum oluşmasına mâni olur. Zekât, cemiyette insanlar arasında dayanışma, paylaşma, birlik ve beraberlik içinde yaşama ve kardeşlik gibi duyguların pekişmesine yardımcı olur.

Zekât, zengin müslümanların fakir müslümanlara yaptıkları bir yardım değildir. Zekât doğrudan doğruya fakirin, zenginin malında olan bir hakkıdır. Zira hakikatte bütün serveti, görebildiğimiz ve göremediğimiz bütün nimetleri lutfeden Allah -celle celâlühû-’dür. Mü’min, zekât vermekle aslında O’nun verdiğini O’nun istediği yere vermektedir.

Zira Allah Teâlâ’nın lutfettiği zenginlikten, fakirlerin hakkını vermeyenlerin cezası çok şiddetlidir. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadır:

“Allâh’ın kendilerine lutfundan verdiği nimetlerde cimrilik edenler, bunun, kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır! O kendileri için bir şerdir. Cimrilik ettikleri şey, kıyâmet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mîrâsı Allâh’ındır. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Âl-i İmrân, 3/180)

Yine Hazret-i Peygamber’in bildirdiğine göre; zekâtı verilmeyen her bir mal, kıyâmet günü ateşte kızdırılıp plâka hâline getirilecek, sahibinin yanları, alnı ve sırtı bunlarla dağlanacaktır. (Buhârî, Zekât, 3)

Bütün bu hayır ve hikmetleri kendinde ihtivâ eden zekât aynı zamanda bir şükürdür, şükür vesilesidir. Zekât malın şükrüdür. Zira şükür sadece dil ile olmaz. Mal ile de şükür olur. Mü’min, kendisine o malı lutfeden Rabbine, malının zekâtını vererek, sadaka vererek teşekkür etmiş, şükretmiş olur.

Zekât malın bir nevî sigortasıdır, teminatıdır. Zekât malı korur. Nitekim Fahr-i Kâinât Efendimiz bir sözünde şöyle buyurmuştur:

Mallarınızı zekât vererek korumaya alınız!” (Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, III, 542)

Şu da bir hakikat ki zekât, bir imtihandır. Zira kişi;

“Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır.” (et-Teğâbün, 64/15) âyet-i kerîmesi fehvâsınca, malıyla da imtihan olur.

Rabbimiz; cümlemizi, zekât imtihanından yüz akıyla çıkanlardan eylesin!

Rabbimiz; bizleri, zekât ibâdetini hakkıyla yerine getirenlerden eylesin!

Âmîn…