HAYDAR AĞA’NIN KEDİSİ

Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr

Arka hamalı olan Haydar Ağa; Eminönü Yemiş İskelesi’nden aldığı yükü, Kapalı Çarşı’ya taşımak üzere yola koyulmuş.

Her zaman yaptığı gibi soluklanmak için, Sağır Han’ın önündeki «arka taşı» dedikleri yüksek taşa arkalığını koyup oturmuş.

O sırada hanın çay ocağında iş bekleyen kimi arkadaşları bir taraftan çay içiyor bir taraftan da içeride sohbet eden Çakmakçılar hamal birliğinin Kolbaşısı Memduh Ağa’yı dinliyorlarmış.

Haydar Ağa da içeriden gelen konuşmaya kulak kabartmış:

Rivâyete göre Hazret-i İsa’nın yolu; bir gün, bir mezarlığa uğramış. Kabirdeki ölülerin hâli ona gösterilmiş. Bir kabirdeki zâtın azap gördüğünü anlamış. Allah Teâlâ’ya onu diriltmesi için duâ etmiş. Adam dirilmiş. Hazret-i İsa ona, niçin azap çektiğini sormuş.

Adam;

“–Ey Allâh’ın nebîsi! Ben dünyada yük taşıyan bir hamal idim. Bir gün, bir kişi odun satın aldı ve bana odunlarını evine taşımamı söyledi. Odunları taşırken; dişimde bir yiyecek parçası kalmıştı, sırtımdaki odunlardan küçük bir kıymık koparıp kürdan gibi dişimi kurcaladım. Öldüğüm günden beri, izinsiz kullandığım bu kürdandan dolayı azap çekiyorum. Allah’tan dile ki; bu azâbı benden kaldırsın.” demiş.

Hazret-i İsa Allâh’a duâ etmiş. Allah Teâlâ;

“–Ey İsa! O hak sahibi kişi hakkını helâl etmedikçe bu kişi azaptan kurtulamaz.” buyurmuş. Bunun üzerine Hazret-i İsa; odunların sahibinin yanına gitmiş, helâllik istemiş, ondan sonra bu kişinin azâbı kaldırılmış.

Tam o sırada Haydar Ağa’nın arkalığındaki yükün içinden ki, bu yük, o sabaha karşı Semerkant diyarından gelen kadırgadan indirilen kıymetli halılardan biriymiş.

Bu halının içerisinden bir fındık faresi fırlamaz mı; bunu gören ve Sağır Han’da barınan Haydar Ağa’nın kedisi Sarman, fareyi görür görmez bir hamle yapınca, patisinin tırnağı, halının ilmeğine takılmış.

Sarman; farenin peşinden koştukça, tırnağına takılan ip sebebiyle ipek halı sökülmeye başlamış. Çaresizlik içinde olanları seyreden Haydar Ağa; ancak halının yarısı sökülünce akıl etmiş de cebindeki çakıyı çekip ipi kesmiş, ama halının yarısı sökülmüş tabiî.

Elinde yarısı sökülmüş bir ipek halı, bir taraftan kolbaşının söyledikleri… Haydar Ağa’yı bir düşüncedir almış ki sormayın gitsin…

O sırada oradan geçen esrarengiz bir yolcu ona seslenmiş:

“–Selâmün aleyküm arkadaş, ben Koca Mustafa Paşa semtine gideceğim, bana yardım eder misin?”

Fakat Haydar Ağa o kadar düşünceli ve dalgınmış ki esrarengiz yolcuyu duymamış bile.

“–Arkadaş çok perişan görünüyorsun, nedir derdin?” diye sorunca Haydar Ağa olan biteni bir çırpıda anlatmış.

“–Benim etim ne, budum ne, nasıl karşılarım ben bu halının bedelini?” diye ağlamaklı olmuş.

Esrarengiz yolcu;

“–Üzülme bir çaresi bulunur, ben Koca Mustafa Paşa semtinde Kelâmî dergâhına gidiyorum, halıyı da al, beni oraya götür!” demiş.

Kolbaşından izin alan Haydar Ağa, bu esrarengiz yolcunun peşine takılmış.

Dergâha gelince, ilk önce onlara keşkek ikram edilmiş.

Yemekten sonra, kapısı açık bir odanın önünde beklemeye başlamışlar.

Önce o esrarengiz yolcu içeri çağırılmış, bir zaman sonra da Haydar Ağa’ya seslenilmiş.

İçerideki Muhterem, Haydar Ağa’yı görünce;

“–Üzülme Ağa; o halıyı al, dergâhın müştemilâtına git, orada Sungur Ağa var, halıyı ona ver!” demiş.

Haydar Ağa denileni yapmış, müştemilâta gitmiş, Sungur Ağa’yı bulmuş, Sungur Ağa ona;

“–Sen dışarıda bekle!” demiş.

Aradan beş dakika geçmiş geçmemiş ki Sungur Ağa, Haydar Ağa’ya seslenmiş. İçeri girince Haydar Ağa’nın gözleri fal taşı gibi açılmış. Çünkü halı sanki hiç sökülmemiş gibiymiş.

Haydar Ağa, Sungur Ağa’nın ellerine sarılınca, Sungur Ağa;

“–Bana değil, seni bana gönderen Muhterem’e git!” demiş.

Bunun üzerine Haydar Ağa Muhterem’e koşmuş, Muhterem;

“–Şimdi git, her ne kadar halı eski hâline geldiyse de seni buraya getiren, bu halının sahibidir. Ondan helâllik iste, iste ki helâllik hakkı ortadan kalksın!” demiş.

Haydar Ağa hem çok şaşırmış hem de helâllik alacağı için çok sevinmiş. Hemen bahçeye koşmuş.

Bahçedeki tahta sırada oturan esrarengiz yolcuyu gören Haydar Ağa;

“–Demek ki o kadırga ile gelen halıların sahibi sen idin!” deyip ellerine sarılmış ve helâllik istemiş.

“–Helâl olsun Ağa, beni dergâha getirdiğin için sen de hakkını helal et!” demiş ve helâlleşmişler.

Tabiî o günden sonra da Haydar Ağa dergâhın kapısından ayrılmamış.

Hâsılı dostlar, Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-’tan rivâyet edildiğine göre;

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

«Kimin uhdesinde, bir din kardeşinin nefsine yahut malına tecavüzden doğan bir hak bulunursa; dinar ve dirhem bulunmayan kıyâmet günü gelmezden evvel, bugün dünyada mazlumdan o hakkı helâl etmesini istesin.

Yoksa zâlimin sâlih ameli bulunursa o amelden zâlimin zulmü miktarınca alınır da mazluma verilir.

Eğer zâlimin hasenâtı bulunmazsa, mazlumun seyyiâtından alınıp, zâlim olana yükletilir.» buyurarak helâlleşmenin ehemmiyeti ve neticesi üzerinde durmuştur.” (Tecrid-i Sarih Tercümesi, VII, 375, 376,1090 nolu Hadis)