MESNEVÎ -8-

Z. Özlem ABAY o.abay@hotmail.com

«SENİN CANINDA BİR CAN VARDIR.»*

Beden candan (ruhtan); ruh da bedenden gizli değildir. / Ancak hiç kimseye cânı (rûhu) görmeye izin yoktur.

İnsanın bedeni; gözle görülebilen, cismi bulunan bir varlıktır. Ruh ise latîf, gözle görülmez bir varlıktır. Beden, halk âleminden; ruh, emir âlemindendir.

Halk âlemi; yaratılan (şeylerin) varlıkların gözle görülebildiği, sesinin işitilebildiği âlemdir.

Emir âlemi ise; Allâh’ın emirlerini yerine getirmek için kendisinin yönetme özelliğine ait «melekût âlemi» denilen âlemdir.

“Her şeyin mülkü (melekûtü) elinde olan Allâh’ın şânı ne yücedir. Siz de O’na döneceksiniz.” (Yâsîn, 83)

Yeri, göğü ve -kıyâmete kadar- arasında yaşayanları ve insanları yaratan Allah, yaratmaya da devam etmektedir. Yaratmaya sadece; «Ol!» demesi yeter. Her şeyin mülkü, tasarrufu O’na aittir. Melekût ve mülk âlemi O’nundur. Bir gün; «Bana dönün!» dediğinde itirazsız, kayıtsız şartsız O’nun huzûruna döneceğiz. Aynen; «Ol!» emrinde olduğu gibi; «Dön!» emrine de karşı çıkacak hiçbir güç mevcut değildir.

«Olduğumuz» gibi «öleceğiz», «öldüğümüz» gibi «dirileceğiz» ve O’nun huzûruna çıkacağız.

Halîfetullah özelliğine sahip olan insanın; yeryüzünde Allah adına, O’nun dînini kāim kılma vazifesi vardır. Bunun için yönetmeye önce kendinden başlar. Beden, kendine verilen vazifeleri yapan cisimdir. İdaresini ise ruh yapmaktadır. Aynanın sırrı gibi gözükmez. Lâkin varlığı bilinir. Allah bizim görmemizi murâd etseydi, mutlaka görürdük. Çünkü ruh da beden gibi yaratılmış bir mahlûktur. Lâkin görmeye izin yoktur. Bedenin devamını sağlayan ruhtur. Ruh bedenden ayrıldıktan sonra, beden toprağa karışmakta, ruh yaşamaya devam etmektedir. Bu dünyada amellerimizle sadece bâkî hayatımızı inşâ etmiyoruz, bâkî bedenimizi de ihyâ etmeye gayret ediyoruz.

Mahmud Sâmi Efendi Hazretleri, evlâtlarına hep;

“–Kabre insan olarak girmeye bakın evlâdım.” demiştir. (Yani insan olarak dirilmek istiyorsanız, insana yakışır amellerde bulunun.) Tîn Sûresi’nde Rabbimiz;

“Muhakkak Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik.” (et-Tîn, 4-5) buyurmaktadır. Allah, insanı; âyet-i kerîmelerde buyurulduğu üzere, en güzel şekilde yaratmıştır. Bu güzellik bir kıssada şöyle anlatılır:

“Bir hükümdar, bulutsuz bir gecede hanımına;

«–Eğer şu aydan daha güzel değilsen, benden boş ol!» der. O zamanın âlimleri bu söz gereği kadının sultandan boş düştüğüne fetvâ verirler. Ancak Yahya bin Eksem bu boşanmanın gerçekleşmediğini söyler.

Kendisine;

«–Sen şeyhlerine aykırı davranıyorsun.» dediklerinde, Yahya;

«–Fetvâ vermek ilimle olur. Bu fetvâyı ben vermiyorum. Bizden daha âlim olan Allah veriyor. Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de;

‘Biz insanı en güzel şekilde yarattık.’ buyuruyor. Şu hâlde insan yaratıkların en güzelidir. İnsandan daha güzel bir şey yoktur. Dolayısıyla sultan bu sözüyle hanımını boşamış olmaz.» diye cevap verir.” (Rûhu’l-Beyân, c. 23, 470-1)

Bu açıklamadan da anlaşılacağı üzere Allah, insanı her yönden en güzel şekilde yaratmıştır. İnsanoğlu celâl, cemal ve kemâlin zuhûr etmiş olduğu noktadır. Lâkin bu kadar güzel olan insanoğlu, aşağıların aşağısına yani esfel-i sâfilîne (hayvanlardan da aşağıya) düşebilir.

İnsanın en güzel hâlini en çirkin şeye çeviren tek şey var; «o da inkâr.» İnsanın şerefi, izzeti, yüceliği halîfetullah olması, Allâh’a îmân edip O’na tam bir teslîmiyetle bağlanmasında saklıdır. Âyetin devamında buyurulur:

“Fakat îmân edip sâlih amel işleyenler için eksilmeyen devamlı bir amel vardır.” (et-Tîn, 6)

Âyet-i kerîmede Allah Teâlâ kuluna bir vaatte bulunuyor. Îmân edip sâlih amel işlediğinde; huzûruna yine insan gibi çıkabileceğini ve yaşlanıp hastalandığında veya öldüğünde amel defterinin açık kalacağını müjdeliyor.

Bugün rûhu göremiyoruz. Görmemize Rabbimiz izin vermedi. Lâkin yarın âhiret gününde, ruhlarımız amellerimizden vücut bulan cismimizde olacaklar. O gün eller, ayaklar konuşacak; insan suskun kalacak. Bugün rûhu görmek isteyip, onun hakkında sual soranlara Kur’ân-ı Kerim şöyle cevap vermektedir:

“Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki:

«–Ruh, Rabbim’in emrindedir. Size bu konuda ancak az bir bilgi verilmiştir.»” (el-İsrâ, 85)

Bu âlemde insan, meleklerle hayvanlar arasında orta yerdedir.

•Meleklerin aklı vardır, nefsi yoktur.

•Hayvanların nefsi vardır, aklı yoktur.

➢İnsanın hem aklı hem de nefsi vardır. İnsan melekteki aklı, hayvandaki nefsi kendisinde cem etmiştir. Allâh’ın halîfe olarak yarattığı varlıktır.

İnsanın içinde Musa da vardır, Firavun da. Ruh itibarıyla Musalık, nefs itibarıyla Firavunluk çarpışıp durur. Bu çarpışma, ölene kadar devam eder. İnsana düşen; bu savaşta, rûhun galip çıkmasını sağlamaktır. Bu şekilde nefsine muhalefet ederek ruh Musa’sı galip gelir ve Allâh’a kulluk yapılma gayreti çoğalır. Bu, sabır ve mücâhede gerektirir. Melekte ve hayvanlarda sabrı gerektiren bir durum veya olay yoktur. Sabır insana ait bir özelliktir. Âyet-i kerîmede şöyle buyurulur:

“Onlar öyle kimseler ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir; kendilerine isabet eden musîbete sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah için) infâk ederler.” (el-Hac, 35)

Sabrın bir insanda yerleşebilmesi için, Allah sevgisinin kalpte yer alması gerekmektedir. Çünkü sabır; metânet ve direnç gücüdür. Bunu da bir kaynaktan alması gerekir. Mü’minlerin bu dayanağı Allah’tır. Çünkü kalplerinde öyle güçlü bir Yaratıcı sevgisi vardır ki; belâların, musîbetlerin imtihan olduğunu bilirler. Rablerine olan iştiyakları aşk şiddetindedir. Kur’ân-ı Kerim’de bu, şu âyet-i kerîme ile ifade edilmiştir:

“Îmân edenlerin Allâh’a olan sevgileri aşırı ve yüksek seviyede bir sevgidir.” (el-Bakara, 165)

Bu aşırı sevgiyi tasavvuf erbâbı, aşk olarak adlandırmıştır. Mevlânâ Hazretleri ve bütün tasavvuf ehlinin gayreti de insanda bu sevgiyi uyandırabilmektir. Çünkü bu sevgi; insanda ilâhî bir kuvvet, nûr olur. Kişi; kulluk hayatını, Rabbinin istediği şekilde yaşayabilme gücünü hisseder. Hayat, başlı başına bir sabırdır. İbâdette devam etmeye sabır, günahlardan sakınmaya sabır, belâ ve musîbetlere sabır, hâsılı Yaradan’ın bizden istediği kulluk hayatı sabırla örülüdür. Bu da ancak aşk ile olabilir. Kişi bu aşkla ve sabırla, namaz ile Rabbinden yardım ve mağfiret diler. Rûhun bu anlamda tezâhürü, akıllı bir insan olarak davranışlarına dökülmüş hâlidir. Kişi; anlık bir sevgi kıvılcımı ile değil, bütün bir ömrünü Rabbinin istediği şekildeki kulluk kıvâmında yaşaması aşktır.

Peygamber Efendimiz de bizim gibi insandı ve üzerinde ağır bir tebliğ sorumluluğu vardı. İnanmayanların yaptığı davranışlar, hakaretler onu üzüyordu. Yine de O, insanların hidâyete ulaşması için var gücüyle tebliğ ediyordu. Gönlü elbette mahzun oluyordu, teselli bulmak istiyordu. İşte bu teselli Cenâb-ı Allah’tan geliyordu:

“(Rasûlüm!) Onların dediklerine sabret! Güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini hamd ile tesbih et.” (Kāf, 39)

Efendimiz bu âyet-i kerîmelerle ashâbını teselli ediyor, acılarını dindiriyordu. Çünkü bütün zorlukları kolay kılan tek dayanak, Allâh’a sarılmaktır. Mü’minlere saâdet yolunu açan Allah, Habîbi’ne de müjde niteliğinde âyetleri ile sesleniyordu:

“(Ey Habîbim!) Sakın Allâh’ın peygamberlerine vereceği sözden cayacağını sanma! Şüphesiz ki Allah, izzet ve intikam sahibidir.” (İbrâhîm, 47)

Varlık Nûru her dâim sabrın zirvesinde, Rabbimiz’e ilticâ hâlinde olmuştur. Hastalıklar, musîbetler misafirdir. Gönderenin hatrına, sabırla ve namazla gönderenden yardım dileme günlerindeyiz. Rabbim; sabredip kulluğuna devam edenleri, elbette aydınlık günlere kavuşturacaktır. Üzerimizdeki musîbetin bir an önce kalkması için sabır ve namazla, istiğfarla Allah’tan yardım dilemeliyiz. Âyet-i kerîmede şöyle buyurulur:

“(Ey Rasûlüm!) De ki: Hak geldi, bâtıl yıkılıp gitti. Zaten bâtıl yıkılmaya mahkûmdur.” (el-İsrâ, 81)

Bâtılın yıkılacağı, musîbetlerin üzerimizden kalkacağı günlerin ümidi ve duâsı ile. Sözlerimize Mevlânâ Hazretleri’nin bir rubâîsi ile son verelim:

Senin canında bir can vardır, sen o cânı ara.

Senin teninin dağında çok kıymetli bir inci bulunmaktadır.

Sen o incinin madenini ara, ey Hak yolunda yürüyüp giden Sûfî!

Eğer arayabiliyorsan onu kendinde ara, kendi dışında arama. (Mevlânâ Hazretleri, Dîvân-ı Kebîr)

______________________

* Mevlânâ Hazretleri.