GÖNÜL İNSANI

Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

Hâce Musa TOPBAŞ -rahmetullâhi aleyh-, 1917’de Konya/Kadınhanı’da dünyaya geldi. Ailesiyle birlikte İstanbul’a taşındı. Mektep tahsilinden sonra dînî sahadaki tahsiline ağırlık verdi. Elmalılı Hamdi YAZIR’dan Kur’ân-ı Kerim, M. Âsım YÖRÜK’ten Arapça ve dînî bilgiler, hattat Hâmid AYTAÇ’tan hüsn-i hat dersleri aldı.

Pederinin mesleği olan ticaretle iştigal etti. Bunun yanında eğitim ve hayır hizmetlerine öncülük ederek, müstesnâ bir vakıf insan şahsiyeti sergiledi. Bu sayede kadın-erkek, yaşlı-genç, zengin-fakir birçok insanın gönlünü kazandı, hayır duâsını aldı. Sadaka-i câriye olan bu hizmetler, sevenleri tarafından artırılarak devam ettirilmektedir.

Ali Yektâ SARAÇ, Tahir OLGUN, Ömer Nasuhi BİLMEN gibi âlim ve ârif zâtların sohbetlerinde bulundu. Bir müddet Said Nursî’nin yakın hizmetinde bulundu. 1950’de tanıştığı Sultânu’l-Ârifîn M. Sâmi RAMAZANOĞLU -kuddise sirruhû-’ya 1956’da intisâb etti. 1976’da şeyhinden hilâfet aldı. 1984’te şeyhinin vefatının ardından irşad vazifesini devam ettirdi.

Hâce Musa TOPBAŞ -rahmetullâhi aleyh-, 16 Temmuz 1999’da vefat etti. Kabri, İstanbul/Sahrayıcedid kabristanındadır.

Kur’ân ve Sünnet ekseninde ve takvâ çizgisinde yaşadığı fânî hayatının son bulmasının ardından yirmi iki yıl geçmesine rağmen; ismi dillerde, sevgisi, muhabbeti gönüllerde ilk günkü tarâvetini muhafaza etmektedir.

*

Merhum İbrahim ÇAĞLAR Bey anlatmıştı:

“Vefatlarından önce zaman zaman refakatçi olmaya çalışıyorduk. Bunlardan bir gün, gecenin ilerleyen saatlerinde biraz sancıları vardı. Masaj yaparak az da olsa rahatlatmaya çalışıyorduk. Bir müddet sonra;

«–Bana güzel bir şeyler anlatın.» dedi. O an aklıma unutamadığım hâtıralar geldi:

1960’lı yıllarda her gün öğleden sonra Erenköy’e gelirlerdi. Geliş saatleri her gün aynı idi. Ben ve çevremizdeki bazı çocukluk arkadaşlarım geleceği saatleri bildiğimizden oyunu bırakır, yolunu gözlerdik. Bizlere karşı gösterdiği yakınlığı, bizi ona yöneltiyordu. Geliş saatinde arabasının yolunu keserdik. Hiç üşenmeden otomobilden iner, daima bir şeyler bulunan bagajı açar, oradan bizlere ikramlarda bulunurdu. Sonra bizleri okşar, biz de onun elini öperdik. Ve ertesi günü sabırsızlıkla beklerdik. Bunu kendilerine anlattım. Bir müddet durdu;

«–Herkese ikrâm etmek ne kadar güzel, daima ikrâm edebilsek…» dedi gözyaşları arasında. Evet, ikrâm etmek ne güzel, daima ikrâm edebilsek…”

HAKİKÎ EVLÂT MIYIM?

Türk edebiyatçısı Âmil ÇELEBİOĞLU, 20 Nisan 1934’te Karaman’da doğdu. Nesebi Mevlânâ Hazretleri’ne dayanır. 7 yaşında ailesiyle birlikte İstanbul’a taşındı. İlk, orta ve lise tahsilinin ardından İstanbul Üniversitesi’nden Türk Dili ve Edebiyatı ile Sanat Tarihi bölümlerinden mezun oldu. Konya’da, İstanbul’da, Erzurum’da vazife aldı, akademik sahada ilerledi. Yazıcıoğlu Mehmed’in meşhur eseri «Muhammediyye» üzerine tez çalışması yaptı. Hayrânî mahlâsıyla aruz ve hece vezninde şiirler kaleme aldı.

Prof. Dr. Âmil ÇELEBİOĞLU; 1990’da Hac ibâdeti için gittiği Mekke’de, tünel fâciasında meydana gelen izdihamda vefat etti. Kabri, Mekke’dedir.

Vefatının ardından akademisyen dostları tarafından manzum ve mensur birçok yazı kaleme alındı.

*

Âmil ÇELEBİOĞLU’na bir gün bir meslektaşı, soyadındaki Çelebi sözünden hareketle;

“–Üstâdım, soyunuzun Mevlânâ ile ilgisi var mı?” diye sorunca şöyle cevap vermişti:

“–Evet ama, bunun ne önemi var? Önemli olan bel evlâdı olmak değil, yol evlâdı olmak!”

SULTAN REŞAD ve ŞEYH SENÛSÎ

Otuz beşinci Osmanlı Sultanı Sultan V. Mehmed Reşad, 2 Kasım 1844’te İstanbul’da doğdu. Sultan II. Abdülhamid Han, veliaht olan kardeşi Mehmed Reşad’ı Dolmabahçe Sarayı’nda sıkı bir gözetim altında tuttu. Mehmed Reşad, bu yıllarda Arapça ve Farsça öğrendi. Mesnevî okuyarak Mevlevîliği araştırdı. Mehmed Reşad; toplumdan tecrit edilmiş bir hâlde yaşarken, 31 Mart Vak‘ası’yla Sultan II. Abdülhamid Han hal‘ edildi. 1909’da Mehmed Reşad tahta çıktı. Ulu Hakan’ı tahttan indiren İttihad ve Terakkî Cemiyeti, devletin idaresinde ve Sultan Reşad’ın üzerinde tahakkümünü sürdürdü. Çözüm bekleyen ağır devlet meseleleri; maalesef kabiliyetli, millî bir idareden ve dirâyetli bir iradeden mahrumdu. Koca devlet; Talat, Enver ve Cemal Paşa üçlüsü elinde savruldu, kendini savaşın ortasında buldu. 3 Kasım 1914’te başlayan Çanakkale Savaşı 18 Mart 1915’te îmanlı yüreklerin -Allâh’ın lutfuyla- düşman donanmasına ağır bir kayıp verdirmesi ve geri püskürtmesi neticesinde Osmanlı’nın zaferiyle neticelendi. İnce ruhlu Sultan Reşad’ın bu galibiyete yazdığı şiir meşhurdur.

Sultan Reşad, 3 Temmuz 1918’de vefat etti. Kabri, Eyüp’teki türbesindedir.

*

I. Dünya Savaşı’nda; İngilizler, İslâm dünyasını parçalayıp yutmak için çok ciddî casusluk ve propaganda faaliyetlerine girişmişlerdi. Bu çalışmalar sonucunda; Hint müslümanlarının aşırı dostluk ve bağlılıklarına mukabil, Arap dünyasında bazı çözülmeler başlamıştı. Birçok Arap liderine; Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla kurulacak devletlerden taçlar vaat edilerek, ayrılık telkin edilmekteydi.

Sultan Reşad Han; sarsılan İslâm birliğini, hilâfeti hâiz olan Türkler etrafında yeniden tesis ve takviye için Şeyh Senûsî Hazretleri’ni huzûruna kabul etti. Ondan müslüman âlemini dolaşarak, hilâfet etrafında bozulan birliği yeniden kurmasını rica etti. Gerçekten de o devirde; müslümanların en fazla sözünü dinleyeceği şahsiyet, gayet haklı bir şöhrete mâlik olan Şeyh Senûsî Hazretleri’ydi.

Şeyh Hazretleri derhâl muvâfakat ederek; Sultan’a, Türk milletine hizmete hazır bulunduğunu bildirdi. Ancak tam İslâm dünyasını dolaşmaya çıkacağı sırada, Sultan Reşad Han vefat etti. Şeyh Senûsî, Sultan Vahideddîn’in cülus merasiminde bulunmak üzere, seyahatini bir süre tehir etti. Ancak yaşanan yeni gelişmeler ile o seyahat hiç gerçekleşmedi. (Enes TÜRKOĞLU, Osmanlı Tarihinden İlginç Hikâye ve Anekdotlar, s. 220)

ÖNCE VEKİL GÖNDERDİ, ARDINDAN KENDİ GİTTİ

Kaptan-ı Deryâ Barbaros Hayreddin Paşa, Midilli’de doğdu. 1478’de doğduğu tahmin edilmektedir. Asıl adı Hızır’dır. İshak ve Oruç adında iki ağabeyi, İlyas adında bir kardeşi vardı. Ağabeyi İshak’la beraber, deniz ticaretiyle meşgul oldu. Daha sonra diğer ağabeyi Oruç Reis’le birlikte Akdeniz’de; Ceneviz, Venedik, Fransız ve İspanyol milletlerine ait ticârî ve askerî gemilere karşı üstünlük sağlayarak hâkimiyeti eline aldı. Cezayir ve Tunus’u ele geçiren Hızır Reis; o sırada Osmanlı sultanı olan Yavuz Sultan Selim’e bir elçi göndererek, zapt ettiği toprakların Osmanlı’nın eyâleti olarak kabul edilmesini istedi. Yavuz, onun bu isteğini kabul ederek «Hayreddin» ismi ve beylerbeyliği pâyesi verdi. Kanunî Sultan Süleyman zamanında da Osmanlı Devleti’nin desteğini arkasında bulan Hayreddin Paşa’nın filosundaki gemi sayısı, her sene biraz daha arttı.

Hayreddin Paşa; 1538’de, Andrea Doria kumandasındaki 600 parça gemiye karşı, emri altındaki 122 kadırga ile Preveze’de büyük bir deniz zaferi kazandı.

Barbaros Hayreddin Paşa, 5 Temmuz 1546’da vefat etti. Vasiyeti, deniz sesinin işitildiği bir yere defnolunmaktı. Bu vasiyeti, Beşiktaş sahiline defnolunarak yerine getirildi. Vefatına; «Mâte reîsü’l-bahr: Denizin reisi öldü» sözü tarih düşülmüştür.

*

Kendisi anlatır:

“–Bir defasında kazandığım büyük fetihlerin verdiği yorgunluk sebebiyle biraz da dinlenmek istedim. Bu sebeple yeni sefere kendim gitmeyip Sinan Paşa’yı yolladım. O gece rüyamda bana;

«–Ey Hayreddin! Yalan dünyada rahat yoktur. Rahat ancak cennet-i a‘lâdadır. Hemen gayret eyle; bil ki Allâh’ın yardımı seninledir!..» dediler.

Uyanınca kendi kendime;

«Bu erenlerin himmetidir. Şükürler olsun beni büyük bir hatadan kurtardılar.» deyip çok sadakalar dağıttım ve nice fakirleri doyurup giydirdim.”