YÛNUS’UN TÜRKÇESİ

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

Lisanda sadelik meselesi; ifrat ve tefritten uzak durarak, îtidal ile ele alınması gereken bir mevzu. Dilimizin geçmişte haddinden fazla Arapça, Farsça kelime ve bilhassa terkiplerle doldurulduğu zamanlar olmuş. Hattâ lügatlerden kelime bulup kullanacak derecede işi ifrâta götürenler de olmuş.

Buna karşılık sadeleştirme adı altında; işin tasfiyeciliğe götürülmesi, yaşayan kelimeleri budayıp yerlerine uydurma yahut mezardan kaldırma kelimelerin konulmaya çalışılması da işin diğer aşırı ve zararlı ucu olmuş.

Dilde sadelik ve öz Türkçe mevzuu açıldığında Yûnus Emre bir misal olarak getirilir. Onun sade bir dil ile milletimize seslendiği ifade edilir.

Ancak Yûnus hakkında hüküm verirken dikkatli olmak gerekir. Zira, «Dîvân»ı ve «Risâle-i Nushiyye»si elimizde olan Yûnus dışında, onun tarzına uyduğu için Yûnus’tan sayılan Âşık Yûnus ve benzeri müteâkip asırlarda yetişmiş başka mutasavvıf şairler de mevcuttur.

Yani günümüzde Yûnus’a ait bildiğimiz birçok «sade ve anlaşılır» ilâhî, aslında Bursalı Âşık Yûnus gibi sonraki Yûnuslara aittir. Bu da Yûnus çok sade bir Türkçe kullanmıştır, şeklindeki kanaate tesir eden bir unsurdur.

Yine ilâhîleri esas aldığımızda besteleyen ve söyleyenlerin seçmeciliğini hesaba katmamız gerekir. Güfteden besteye gidilirken anlaşılmayan kelimeler anlaşılır kelimelerle değiştiriliyor ve bestelenirken tabiî ki daha kolay anlaşılır beyitler öne çıkarılıyor.

Hâlbuki Yûnus Emre’nin «Dîvân»ına ve nasihatnâmesine baktığımızda; bugün kullanılmayan Türkçe asıllı birçok kelime yanında, dînî literatüre ait olan-olmayan birçok Arabî-Fârisî asıllı kelimeyi de kullandığını görmekteyiz.

En güzeli misallerle anlatmak:

Benem ol aşk bahrîsi, denizler hayran bana,
Deryâ benüm katremdür, zerreler umman bana.

Şu iki mısrada 6 tane kök itibarıyla Arabî kelime var. Deryâ Farsça asıllı. Bahrî ise Farsçadan alarak kullandığımız bir deniz kuşunun adı. Günümüzde terk edilmiş. Geriye «öz» Türkçe olarak, «deniz» kelimesi ve zamirler kaldı.

Yûnus; «katre»yi de «damla»yı da kullanıyor. «Deniz»i kullandığı gibi, «bahir, deryâ ve umman» kelimelerini de kullanmaktan çekinmiyor. «Sırdaş»ı da «râzdaş»ı da kullanıyor. «Tehî»yi de «boş»u da kullanıyor. «Sin» dediği gibi, «kabir, makbere» de diyor. «Kaygu» dediği gibi «gam, gussa, dert» de diyor. «Yön» de onun kelimesi, «cihet» de. «Karanu / karanlık» da onun söz haznesinde mevcut, «zulmet» de. «Ağu» ile de anlatıyor meramını, «zehir» ile de…

Yani onun derdi; illâ «öz» Türkçe olsun değil, Türkçe olsun. Murâdı anlatsın.

Bir beyit daha:

Anun gibi mâşûkanun haberini kim getürür?
Cebrâîl-i mürsel sığmaz anda olıcak münâcât.

Sadelik taraftarları hususen Farsça terkiplerin (tamlamaların) kullanılmasını tenkit ederler. Görüyoruz ki, Yûnus, «Cebrâil-i mürsel / gönderilen Cebrâil» gibi hiç de yaygın olmayan bir Fârisî izâfeti, kafiye ve benzeri bir zaruret görünmese de kullanıyor.

Dîvân’ında;

•«Pinhân-ı aşk, mâden-i sıdk, meyl-i fenâ, mülk-i ezel, zehr-i mâr» gibi hatırı sayılır miktarda Fârisî izâfet,

•«Bî dirîğ ü râhat, zâhir ü pinhan, merci ü meâb, cübbe vü irfân, sermest ü humâr» gibi atıf izâfetleri,

•«Tahte’s-serâ, hakka’l-yakîn, fevka’l-ulâ, mine’l-kalbi ile’l-kalb» gibi Arapça terkipler,

•«Ser-nigun, zenbûr-vâr, ber-hurdâr, bed-nâm, merg-zâr, behre-mend» gibi Farsça sıfat ve kalıp sözler bolca yer almaktadır.

Söylediklerimiz bakımından şu beyitleri; «Sade Türkçeyle Yûnus Şiirleri» olarak vasfetmek mümkün müdür?:

Ana durur buhl u haset, key mübâriz durur gayet,
Kökünü kaz yabana at, fâriğ otur ey gam-güzâr!

Bu can cismümi kāyim tutar ancak,
O can kim zâhir ü pinhân-ı aşktır.

Bu aşk elinde âciz cümle eşyâ,
Ne sır kim kamu ser-gerdân-ı aşktır.

Gel ahî ey şehriyâri, sözümüzi dinle bâri
Hezâr gevher ü dinârı, kara toprak ide bir söz.

Ağır ve halktan kopuk olmakla itham edilen dîvan edebiyatında anlaşılmayı nisbeten güçleştiren hususlardan biri de şairlerin yaptıkları telmihlerdir. Zira telmih sanatında bir kelime, bütün bir kıssayı, hâdiseyi hatırlatmak üzere zikredilir. Kulbe-i ahzan, Yûsuf-i Ken‘ân vb. bir atıf bütün bir kıssaya göndermedir.

Yûnus Emre’nin şiirlerinde de bu tür telmihlerden bolca buluyoruz.

Bir dem cehâlette kalır, hîç nesneyi bilmez olur,
Bir dem dalar hikmetlere Câlinûs u Lokmân olur.

Nefsin geçirdiği değişiklikleri anlatırken, Câlinus (Galen) adlı meşhur Yunan hekimine ve tıbbî tavsiyeleriyle meşhur Lokman Hakîm’e atıfta bulunuyor.

Şu beyitte de, türlü musîbetlere sabreden Eyyûb -aleyhisselâm-’ın sabrına, oğlu Yûsuf’u kaybettiği için yıllarca ağlayan Yâkub -aleyhisselâm-’a ve başından kıssaların en güzeli geçen Hazret-i Yûsuf’a telmihler var:

«Eyyûb»layın sabreyle, «Yâkub»layın çok ağla,
Yûsuf-sıfat sen dahi, Ken‘ân’a irişince.

Dil, yaşayan bir organizmaya benzetilir. Yûnus’un kullandığı fakat sonraki devirlerde terk edilmiş Arapça kelimeler de var.

Hâlbuki telâkkîmiz, Yûnus’tan sonra dil ve edebiyatımızın daha fazla Arapça kelimeler kazandığı yönünde.

Meselâ «ferahlamak için gezmek» mânâsındaki «teferrüç» kelimesi Dîvan’da yaklaşık 10 kere yer alıyor. Demek ki çok yaygın. Fakat sonra bu kelimenin kullanılması azalmış, neredeyse yok olmuş. Bu demektir ki sade bildiğimiz Yûnus’u da lisan, daha doğrusu zaman sadeleştirmiş.

Lisan ve zaman bunu yaparken, onun zamanında ve çevresinde yaygın kullanılan fakat daha sonra kaybolan birçok Türkçe asıllı kelimeyi de unutturmuş. Bu tasarrufundan dolayı lisânı kınamamız gerekmiyor. Çünkü incelediğimizde unutturulan kelimelerin biraz kaba ve telâffuzu tenâfür-i huruf (harflerin dizilişi kulak tırmalayıcı olmak şeklinde fasâhat kusuru) ihtivâ eden tabirler olduğunu görebiliyoruz. Meselâ şu beyit:

Niçe yatur düşübeni, yılan-çıyan üşübeni,
Sünükleri çağşabanı, çürüyüben ulanı gör.

«Üşmek», üşüşmek olarak yaşıyor. «Sünük», yerini 15’inci asırdan itibaren yine Türkçe bir kelime olan «kemik»e bırakmış. «Dağılmak ve yıpranmak» mânâlarına gelen «çağşamak ve ulanmak» da Osmanlı zarâfetinde kendine yer bulamamış ve yavaş yavaş dilden çekilmiş olmalı. Bu kelimeleri kaybettiği için Türkçe adına üzülmeli miyiz? Bizce hayır.

Bu kısa incelemede, maksadımız;

“Yûnus Emre; şiirlerinde, çok sade, hattâ öz Türkçe bir dil kullandı.” şeklindeki yaygın hükmün zannedildiği kadar kuvvetli temellere oturmadığını göstermek. Bilhassa öz Türkçeci, tasfiyeci, arı dilcilerin bu yaygın hükmü istismâr etmelerine mâni olmaktır. Tasfiyeciler;

Bîçâre bülbülem dost bahçesinde,
Varam virem haber şol yâre karşı.

Âşık Yûnus bugün gurbette kaldı
Ki aşkı söyletir dildâre karşı.

diyerek, ilâhî aşkı söyleten Yûnus’un Türkçesinden de asla râzı değildir.

Yûnus, ilâhî hakikatleri anlatmak için, kendi devrinde sokakta, dergâhta, tekkede konuşulan lisânı bütün zenginliğiyle şiirlerinde istihdam etmiştir. Onun derdi, Türkçe söylemektir. Öz Türkçe değil.