Anadolu’muzun Gönül Sultanlarından; YÛNUS EMRE
B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com
13. asır tasavvuf şairi olan Yûnus Emre; cihanşümul değerlerle işlediği şiirleriyle sadece bizde değil, dünyaca da tanınmış bir sevgi âbidesi, bir gönül ehlidir. Bu münasebetledir ki, vefâtının 700. yılı dolayısıyla, UNESCO tarafından anma ve kutlama yıl dönümleri arasına alındı. Kezâ, 2021 yılı Cumhurbaşkanlığı tarafından da «Yûnus Emre ve Türkçe Yılı» olarak ilân edilmiştir. Şüphesiz; kan ve ateşler içerisinde can çekişen, her gün biraz daha yaşanamaz hâle getirilen dünyamızın; onu tanımaya, anlamaya, temessül etmeye fevkalâde ihtiyacı var. Ülkemiz; Allah Teâlâ’nın bu lutfuna, şanlı medeniyetimizin böyle bir mahsûlüne mazhar olduğu için ne kadar şükretse sezâdır.
Hayatı hakkında kesin bir bilgi olmayan Yûnus Emre’nin, çeşitli kayıtlarda 1240 yıllarında Bolu’da doğduğu, 80 sene civarında yaşadığı, Eskişehir-Sarıköy’de, bugünkü ismiyle Yûnus Emre’de vefât ettiği bilgileri vardır. Fethedilen Anadolu’nun, fâtihlerinin güttüğü dâvâ istikametinde kimlik kazanması; gazâ orduları ile beraber, kendilerini bu dâvâya adayan akın akın gelen Horasan erenlerinin ve Anadolu’dan çıkan «Yûnus Emre»lerin gayretleriyle gerçekleşmiştir. 13. asırda bir kâbus gibi çöken Moğol İstîlâsı hengâmında; bu gönül ehlinin gayretleri, kargaşa içine düşen Anadolu insanına can suyu mesâbesinde olmuş, içtimâî hayatı diri tutmuştur.
Onun dalgalı hayatı hakkında bilgiler, menkıbelerle nesilden nesile aktarılmıştır.
Gönül fethi için çıktığı seyahatlerde; Azerbaycan, Irak, Suriye ve Anadolu’yu gezerek, çeşitli kültürlere mensup insanları tanıma ve anlama imkânı bulmuştur. Onların hissiyâtına tercüman olan, sevgi ile sarmalayıp huzura kavuşturan şiirleri, aruz ve daha ziyade hece vezni ile yazılmıştır. Yer yer Arapça ve Farsçanın da tesiri görülür. O günün Türkçesi ile, bir sanat kaygısı taşımaksızın söylenen şiirleri; açık, akıcı, heyecanlı bir üslûpta, âdeta duru, berrak bir pınar gibi akar; samimî ve derin mânâlarıyla gönüllere işler.
Yûnus Emre Hazretleri, şanlı medeniyetimizin mihveri olan «Kur’ân-Sünnet» hattını takip eden bir Hak âşığı, bir gönül sultanıdır. Onun şiirleri; ferdî endişeler, sıkıntılar, nefsânî heveslerle değil; Kur’ân-Sünnet ışığında belirlenen ilâhî aşk, mâverâ, fânîlik, îman, yaratılış, âhiret, hayat, ölüm… gibi, ebedî saâdetle alâkalı bir muhtevâdadır. Bu şiirler; sonu selâmete çıkan bir hayat tarzı çerçevesinde îtikad, ahlâk, ibâdet ve muâmelâta dair bir düstur hususiyeti taşıyan Kur’ân ve onun amelî hâli olarak vasfedilebilecek «Sünnet»in nazm tarzında tefsiri mahiyetindedir.
Yûnus’un bu şiirleri; milletimiz tarafından fevkalâde beğenilmiş, ilâhîleri dilden dile aktarılarak hâfızalarda yer tutmuştur. Kendisi için «ümmî» sıfatını kullanmasına rağmen, Kur’ân-Sünnet muhtevâsına ve bu çerçevede tasavvufa olan derin vukûfiyeti fevkalâde câlib-i dikkattir. Eskişehir, Isparta, Erzurum, Afyon, Manisa, Karaman ve daha birçok yerde kabirlerinin bulunması, Anadolu halkının onu ne kadar çok sevdiğinin bir işaretidir.
Yûnus Emre’nin sonradan derlenen bir «Dîvân»ı ve mesnevî tarzında «Risâletü’n-Nushiyye: Nasihatler Kitabı» isimli iki eseri bulunmaktadır.
Halkın Yûnus Emre Hazretleri’ne olan teveccühü neticesinde, -bazılarının- adı da Yûnus olan ve onun tarzında şiir söyleyen başka şairler de çıkmış; bu sebeple, bunların şiirlerinden de «Dîvân»a karışanlar olmuştur.
Yûnus Emre Hazretleri’nin ilk meselesi, bir ömür çırpınarak aradığı Allah Teâlâ aşkıdır. Bu hasretini, yana yakıla şöyle dile getirir:
Murâdıma, maksûduma ermezsem;
Hayıf bana, yazık bana, vah bana!
Kadîr Mevlâ’m, cemâlini görmezsem;
Hayıf bana, yazık bana, vah bana!
Bir mü’minde olması gereken teslîmiyet ve rıza hâlini ise şöyle yansıtır:
Ne varlığa sevinirim,
Ne yokluğa yerinirim,
Aşkın ile avunurum;
Bana Sen’i gerek Sen’i.
Müslümanın ikinci meselesi olan, Allah Rasûlü’ne bağlılığını da;
Araya araya bulsam izini,
İzinin tozuna sürsem yüzümü,
Hak nasîb eylese görsem yüzünü;
Yâ Muhammed canım arzular Sen’i!..
diye ifade eder.
Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, dünya hayatındaki ölçüyü;
“Dünyada bir garip gibi, yabancı gibi hattâ bir yolcu gibi ol. Kendini kabir halkından biri gibi kabul et.” (Tirmizî, Zühd, 25) olarak buyurur. Bu tevâzu, Yûnus Emre’de;
Acep şu yerde var m’ola,
Şöyle garip bencileyin.
Bağrı başlı, gözü yaşlı,
Şöyle garip bencileyin.
diye ifadesini bulur.
Kâinattaki her varlığın, yüce Sahibi’nden bir işaret olduğu gerçeği Kur’ân-ı Kerim’de;
“Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allâh’ı tesbih ederler…” (el-İsrâ, 44) olarak ifade buyurulur. Bu hakikat Yûnus Emre’nin saf gönlünde;
Dağlar ile taşlar ile,
Çağırayım Mevlâm Sen’i…
Seherlerde kuşlar ile,
Çağırayım Mevlâm Sen’i…
diye çağıldar.
Fânî hayatın mânâsına dair, nefsin âdeta belini kırarcasına söylemiş olduğu;
Mal sahibi, mülk sahibi;
Hani bunun ilk sahibi?
Mal da yalan, mülk de yalan;
Var biraz da sen oyalan!
şeklindeki muhteşem ifadesi, bir atasözü kalıbıyla halkın hâfızasına yerleşmiştir.
Şanlı medeniyetimizin son halkası Osmanlı’dan sonra, İslâm âlemi bir fetret devrine dûçâr oldu. Dış mihrakların ve onların kullandığı içerideki işbirlikçileri eliyle, içtimâî yapı sarsıldı; atılan tefrika tohumları yeşerip, sevgi, saygı, müsamaha, merhamet, şefkat, fedâkârlık… gibi fazîletlerimizi ifsâd ederek dayanışmayı, birlik ve beraberliği zaafa uğrattı. Medeniyetimizin temel direği mesâbesindeki mânevî bütünlüğümüz ayrıştı; insanlarımız, çok sayıda meçhul istikametlere dağıldılar. Millet hayatındaki bu çoraklaşmanın ilâcı, Yûnus Emre Hazretleri’dir. Bu puslu vasatta; Kur’ân-Sünnet muhtevâsının bilinmesi, anlaşılması, onunla çok daha kolay ve şevk verici olacaktır. Yûnus Emre Hazretleri; çağlar ötesine rahmet ikliminin esası mahiyetinde, şu cihanşümul kaideyi beyan ediyor:
Ben gelmedim davî için,
Benim işim sevi için.
Dost’un evi gönüllerdir,
Gönüller yapmaya geldim.
Merhametin, sevginin, diğergâmlığın unutulduğu dünyamızın yeniden huzura kavuşması da, onun anlaşılmasına ve kabulüne bağlı. Birçok yabancı üniversitede bulunan «Yûnus Emre Enstitüleri»nin, bunun için bir fırsat ve vesile olmasını dileriz.