BERABERLİK SIRRI

Yunus Sami EŞMELİ yunussamiesmeli@hotmail.com

Ramazân-ı şerîfi lâyıkıyla ihyâ edenler; pek çok nimetlere nâil oldular ve ebedî lütuflar kazandılar.

Ondan istifâde edemeyenler ise; şiddetli mahrumiyetlere dûçâr oldular.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurur:

“Cebrâîl -aleyhisselâm- bana göründü ve;

«–Ramazân’a erişip de günahları affedilmeyen kimse rahmetten uzak olsun!» dedi.

Ben de;

«–Âmîn!» dedim…” (Hâkim, IV, 170/7256; Tirmizî, Deavât, 100/3545)

Bu mahrumiyete düşmemek için;

Mânevî bakımdan çok özel lütuflara ve kazançlara ulaşmanın imkânı Ramazân-ı şerîfi, daha büyük bir dikkat ve titizlikle değerlendirmeliyiz. İbâdetlerle geçirmeliyiz. Bu aya dâhil olan her günü, ahlâkımızı daha da güzelleştirmek ve kendimize fazîletler kazandırmak adına fırsat bilmeliyiz.

Ayrıca Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- da, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Ramazan ayında, ibâdet hususunda, diğer aylarda görülmeyen bir gayret içerisinde olduğunu ifade ediyor. (Bkz. Buhârî, Fadlu Leyleti’l-Kadr, 5; Müslim, İ‘tikâf, 8)

Bakınız;

Gelmiş geçmiş bütün günahları affedilmiş biri olarak, Âlemlerin Sultânı olarak, Allah Teâlâ’nın Habîbi olarak bizzat Peygamberimiz dahî bu denli çaba gösteriyorsa; bizler de aynı istikamette gayretlerimizi had safhaya çıkarmalı değil miyiz?

Ahlâkı Kur’ân olan Peygamberimiz’in ümmeti olarak; ahlâkımızı ve yaşayışlarımızı Kur’ân’a muvâfık hâle getirmeliyiz. Her lâhza Kur’ân ile hemhâl olmalıyız. Bilhassa bu ay.

Çünkü Cenâb-ı Hak buyurur:

“Ramazan ayı; insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’ân’ın indirildiği aydır…” (el-Bakara, 185)

Bunlarla beraber gözden kaçırmamamız gereken bir nokta daha var:

Malûm bir pandemi sürecindeyiz. Yaşanan salgından mütevellit, geçen sene gibi bu sene de muhtemelen coşkulu ve dolu dolu programlar icrâ etmemiz mümkün olmayacak. Kalabalık ve saflarını sık tuttuğumuz cemaatlerle terâvihler kılamayacağız. Her camide mukabeleler tertip edemeyecek ve iftarlarımızda eş-dost, akraba ve sevdiklerimizle bir araya gelemeyeceğiz.

Yani;

Bu Ramazan da muhtemelen, birbirimizi daha çok hayra ve gayretlere teşvik etme hususunda içtimâî olarak imkânlarımız kısıtlı olacak.

Hâl böyle olunca;

Bu mübârek aydan bu sene; daha ziyâde ferdî ve şahsî motivasyonumuz nisbetinde istifâde edebileceğiz gibi duruyor.

Öyleyse yapmamız gereken;

Muhakkak irademizi ve kendi öz disiplinimizi daha da sağlamlaştırmak olmalı. Bu sayede kısıtlamaların sebep olabileceği potansiyel nefsî boşluklara karşı da tedbirli olalım.

Sarsılmaz bir irademiz olsun ki, toplumla beraberken rahatça yapabildiğimiz yahut toplu ortamların teşvikleriyle daha kolayımıza gelen güzellikleri; kendi başımıza kaldığımızda da terk etmeyelim.

Dostlarımızla terâvih için sözleştiğimiz zamanlarda yirmi rekât namazı huşû içerisinde kılabiliyorken; evde tek başımıza kaldığımızda da kılabilelim. Üşenmeyelim. Üstünkörü kılmayalım.

“–Hemen bitirip dizime/filmime/maçıma vs. devam edeyim…” gibi gafilâne cümleler kurmadan, terâvihlerimizi; evde de olsak, huşû içerisinde ve tâdîl-i erkâna muvâfık edâ edebilelim.

Mukabeleye gittiğimizde bir cüzü, vaktin nasıl geçtiğini bile anlamadan dinleyip okuyabiliyorken; yanımızda kimse yokken de iştiyakla Kur’ân’ı açıp okuyabilelim.

“–Şu işi bitirince okurum.” vs. tarzı bahanelerle sürekli ileriki bir saate erteleyerek, nihayetinde okumayı unutma yahut vakit bulamama riskine girmeyelim.

Sohbetlerde, vaazlarda veya sâir söz meclislerinde hocaefendilerin anlattıklarını huzurla dinleyebiliyorken; kalabalık ortamların sıhhat açısından riskli olmasından dolayı bu tarz ortamlara gidemediğimiz şu günlerde de hiç yoktan elimize kitaplar, dergiler alıp; hikmetli sözler, makaleler okuyabilelim. Tamamen uzak kalmayalım. Gönlümüzü ve rûhumuzu bu mânâda aç bırakmayalım.

Bu itibarla;

Bütün bunlar ve daha fazlası için, irademizi ve öz disiplinimizi kavî kılabilmek için şu hakikatler hatırımızda her dâim diri kalmalı:

“…Nerede olursanız olun, O, sizinle beraberdir…” (el-Hadîd, 4)

“Göklerde olanları da, yerde olanları da Allâh’ın bildiğini bilmez misin?

Üç kişinin gizli bulunduğu yerde dördüncüleri mutlaka O’dur; beş kişinin gizli bulunduğu yerde altıncıları mutlaka O’dur. Bunlardan az veya çok, ne olursa olsunlar, nerede bulunurlarsa bulunsunlar, O mutlaka onlarla beraberdir.

Sonra onlara yaptıklarını kıyâmet günü haber verecektir. Allah, her şeyi hakkıyla bilir.” (el-Mücâdele, 7)

“…Biz ona (insana) şahdamarından daha yakınız.” (Kāf, 16)

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de buyurur:

“Îmânın en üstün mertebesi, nerede olursan ol, Allâh’ın seninle beraber olduğunu bilmendir.” (Heysemî, I, 60)

İşte bu şuura ulaşabildiğimiz ölçüde, Ramazân-ı şerîfi lâyıkıyla ihyâ edebiliriz.

Hattâ şöyle ki;

Sadece Ramazân’ı değil, bütün bir ömrümüzü daha faydalı hâle getirebilir ve âhireti kazanmak adına daha fazla değerlendirebiliriz.

Çünkü;

Bu şuur bizi gaflete düşmekten muhafaza eder. Bu şuur bizim mânevî bakımdan gayretlerimizde de her dâim motivemizi canlı tutar. Bu şuur kulluğumuzu da her nefes diri eyler.

Zira;

Hazret-i Peygamber’i öldürmeye kalkan Ömer’i, adâlet timsâli Hazret-i Ömer yapan bu şuurdur.

Sıradan bir çobana, kendisine emânet edilen sürüden bir tane koyunu, sahibinin izni olmadan vermesi teklifi karşısında, sahibinin rûhu bile duymayacağı hâlde;

“–Peki ya Allah nerede?” cevabını verdirten de bu şuurdur.

Hâsılı;

Kim ki, Hak ile beraberlik sırrına erişir; o, ebedî kazanır.

Rabbimiz kazananlardan eyleye!..