ZAHMET mi, RAHMET mi?

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

Osmanlıca hâlini okumak için tıklayınız…

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

‒Tâhâ…

‒Biz, Kur’ân’ı Sana,

•Meşakkat / güçlük / sıkıntı ve zahmet çekesin diye değil,

•Ancak Allah’tan korkanlara bir öğüt / hatırlatma olsun diye (rahmet olarak) indirdik. (Tâ-Hâ, 1-3)

Demek ki;

Kur’ân-ı Kerim, bağrında Allah korkusu bulunmayanlara bir meşakkat sebebi. Fakat bağrında Allah korkusu olanlar için ise bir rahmet vesilesi.

Demek ki;

Gafillere bakıp da Kur’ân’ı meşakkat değil, ancak Allah korkusu ile yoğrulanlarla beraber rahmet çerçevesinde idrâk etmek ve öyle yaşamak gerek.

Çünkü bu yaşayış;

İnsanı Allâh’ın rızâsına götürüyor. Öbür türlü hayat ise, nefsin ve şeytanın rızâsı uğruna insanı perişan ediyor.

Öyleyse;

İlâhî ikramların coştuğu Kur’ân ikliminde insan, kendisine şöyle seslenmeli:

‒Ey gönül!

Kur’ân ile alâkalı idrak ve gayretlere Allah korkusu içinde sadece rahmet diye bak. Böyle bakarsan, Allah sana rahmet nasîb eder. Şayet onlara meşakkat diye bakarsan, rahmete uzak düşerek girdaptan girdaba savrulursun.

Düşün;

Yüce Allah, niçin Kur’ân’a da Peygamber’e de rahmet dedi? Bu yüzden rahmetlere meşakkat gözlüğüyle bakma!

Ayrıca dikkat eyle ki:

Cenâb-ı Hakk’ın yüce kitabında; «Ne güzel kul!» tabiri var. Allah, bu övgü ve takdire muhatap olan peygamberini anlatarak mü’minlerin de bu mazhariyete nâil olmalarını murad ediyor. Bunun için diller de, gönüller de;

“‒Ne güzel Mevlâ!” demeli.

“‒Ne güzel takdir etmiş!” demeli.

“‒Ne eylemişse, ne güzel eylemiş!” demeli.

“‒Ne güzel emretmiş, ne kadar doğru nehyetmiş!” demeli.

Kim bunları diyebilirse, zahmetler ortasında kalsa da, bir gonca misali rahmetle şâdân olur. Lâkin ham nefisler, rahmetler ortasında şâdân olsa dahî üzerine zahmetler yağmış gibi şikâyet ve gaflet çölü kesilirler.

Ey beşer! Sen, sayısız lutfuna mazhar olduğun yüce Allâh’a;

«‒Ne güzel Mevlâ, ne güzel dost, ne güzel vekil!» diyemezsen, O’nun emir ve yasaklarını beğenmeyip de kendi gafletini beğenip durursan, âkıbet yüce Allah, sana;

«‒Ne güzel kul!» der mi? Demez.

Unutma ki;

Bir kul, kendisini yoktan var eden ve yaşatan Allâh’ın;

•Şânına, kudret ve azametine,

•Kitabına ve onda buyurduklarına,

•Rasûlü’ne ve O’nun örnek hayatına,

«‒Ne güzel!» hakikatinden koparsa, âkıbet her türlü güzellikten mahrum olur. Artık o zavallı, kendi başına buyruk bir hayatın mahkûmiyetinde; «Ne kötü!» hüsranını yaşar.

İnsanlık tarihinde her şey insana bunu anlatmakta. İbretler meşheri olan ölümcül hastalıklar da, aslında insana bunu anlatmakta:

Kanser veya korona mikrobuna yenik düşen hücrelere bakın. Hepsi başına buyruk hâle düştüklerinden dolayı insanı ne hâle düşürüyor. O hücreler, vücut sisteminde kontrolden çıkmış, kendi keyfine göre iş gören hücreler olarak başıbozuk vaziyette sadece zarar ve felâkete sebep oluyorlar.

İnsanın nefsi de tıpkı böyle.

Onda da kontrolsüz, hesapsız ve keyfî bir hayat sevdası, nelere yol açıyor nelere. Nice ibretlere rağmen şeytan, döne döne bu telkinde bulunuyor. Neden? Çünkü nefis, kontrolsüz olunca, kanserli veya koronalı hücre gibi olmakta ve insanın aklını da, kalbini de, îmânını da, ihlâsını da devirmekte. Bu da nihayet insanı tamamıyla devirmekte.

Malûm;

Maddî kanser veya korona insanı mezara götürüyor. Fakat mânevî kanser veya korona ise, cehenneme yuvarlıyor.

Dolayısıyla;

Hak’tan kontrolsüz hâle gelmeye ve başına buyruk olmaya çalışmak, insanı, telâfisi imkânsız bir emrâza dûçâr etmektedir.

Fark etmek için takvâ lâzım.

Yoksa ne anlatılsa boş. Tecrübe mutfağında yemekler, anlatmakla pişmiyor. Pişmek, ateşe bağlı. Yani;

Bir insanın, ahsen-i takvîm mi, esfel-i sâfilîn mi olduğunu gösteren ayna, ilâhî imtihanlara mebnî. Sadırdaki îmanlar ve gayretler; dolu mu, boş mu yoksa balon mu? Allah Teâlâ imtihan iğnesini batırıyor, büyük iddiaların gerçek ispatı böylece ortaya çıkıyor.

Bu itibarla;

Esas eğitim, îmandan irfana karakter ve şahsiyetleri şişirmek değil, pişirmekten ibarettir.

Herkes, vicdanına demeli ki;

Sakın, îmânını balona döndürme! Bir iğne ucuyla patlar gider. Sakın ahlâkın balon gibi olmasın. Bir diken değse, gümleyiverir. Sakın adamlığın ve şahsiyetin balon olmasın, en lâzım anda pörsür gider. Sende ve her şeyinde daima İbrahimlik, Musalık, Muhammedîlik olsun ki, ateşler gül bahçesine, denizler yollara, çöller ravzaya dönüşsün. O vakit; «Ne güzel kul!» hitabını duyarsın.

O hitaba erenlere ne mutlu!

Bunun için her nefes; «Ne güzel Mevlâ!» diyebilenlere ne mutlu!

Yâ Rab,
Nasîb et!
Âmîn…