RASÛLULLAH (S.A.S.)’İN HİCRETİ -5-

Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr

Rasûlullah -aleyhisselâm-, Hazret-i Ebûbekir ile beraber; kimsenin görüp fark etmemesi için, onun evinin arka tarafındaki küçük çıkıştan çıkarak, Sevr Dağı istikametine doğru gizlice yürümeye başladılar.

Her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünüp ona göre plânlama yapmışlar, her türlü tedbiri en üst seviyede almışlar; gecenin karanlığında, aydınlık bir dünya ve ebedî âleme hazırlık için gidiyorlardı.

Bütün tedbirlere rağmen, sürekli yeni tedbirler ile oldukça hassas ve dikkatle hareket ediyorlardı. Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-; Rasûlullah -aleyhisselâm-’a bir şey olmasın diye, etrafında pervâne oluyordu. Bir arkasından, bir sağından, bir solundan, bir önünden yürüyor, her tarafa dikkatle bakıyordu. Onun bunca titizliğini gören Rasûlullah -aleyhisselâm-, sormadan edemedi:

–Ey Ebûbekir! Niçin böyle bir sağımdan, bir solumdan, bir önümden, bir arkamdan yürüyorsun?1

–Yâ Rasûlâllah! Her tarafta Sen’i arıyorlar! Ne zaman, nerede, hangi taraftan gelip yetişeceklerini bilmediğim için, her yönden gözetlemek durumundayım! Seni hak din ile Rasûl olarak gönderen Allâh’a yemin ederim ki; gelecek bir musîbetin, Sen’in yerine benim başıma gelmesini isterim! Yeter ki Sana bir şey olmasın ey Allâh’ın Rasûlü!2

Sevgili yol arkadaşının bu büyük fedâkârlığı ve böylesine ince düşüncesine karşılık, Rasûlullah -aleyhisselâm- duâ edip öyle bir gülümsedi ki, bu zorlu yolculukta ortalık güllük gülistanlık oldu âdeta!

Öylesine dikkatli ve o kadar sessiz hareket ediyorlardı ki, gece kuşları bile duymuyordu onları. Gecenin karanlığı; müşrik canavarlarının koyu karanlığı kadar değildi belki, ama yine de karanlık, karanlıktı!

Bunca karanlıklar altında ve karanlık düşüncelilere rağmen, kazasız belâsız Sevr Dağı’na ulaşmayı başarmışlardı. İkisi de çok yorulmuştu. Dağın eteğine gelinceye kadar, müşriklere yakalanma riski çok büyüktü. Dağa tırmanırken ise, hem bu risk artmış ve hem de çok zorlu olmuştu. Bütün her şeye rağmen Sevr Dağı’nın zirvesine ulaşmışlardı.

Her zaman olduğu gibi, Hazret-i Ebûbekir yine öne çıktı:

–Yâ Rasûlâllah! Burada biraz duruver! Ben mağaranın içine girip, orayı Sen’in için temizleyinceye kadar bekleyiver.

Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-, mağaraya girip içini temizledi. Rasûlullâh’a zarar verebilecek her şeyi giderdiği gibi, içerdeki delik deşik yerleri de elbisesinden yırtarak kapattı. Yanında getirdiği sergiyi de yere serip her şeyi hazır bir hâle getirdikten sonra, dışarı çıktı:

–Buyur artık yâ Rasûlâllah! İçeri geçelim!3

Özel korumasından ziyade, canını O’na fedâ eden davranışlarıyla, ikisi beraber mağaraya girdiler. Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın dinlenmesi için hemen O’nu oturtup, yeni emniyet tedbirleri alan Hazret-i Ebûbekir, sürekli mağaranın sağına-soluna bakıyordu.4

Mağaranın bulunduğu Sevr Dağı, Mescid-i Harâm’ın güneydoğu yönünde yaklaşık 4-5 kilometre uzaklıktaydı. Bu dağda çokça mağara vardı. Ancak hicret yolcularının sığındıkları mağara; dağın zirvesine yakın bir yerde, Mekke tarafına bakan yamacında, büyük bir kayanın altında kalan boşluk şeklinde tabiî ve küçük bir mağaraydı. Mağaranın biri batı, diğeri doğu tarafında iki girişi bulunmaktaydı. Hicret yolcularının içeri girdikleri kısım, batı yönündeki giriş; dar olup zeminden biraz yüksekteydi. Doğu yönündeki giriş ise biraz daha büyüktü.5

Mekke dönemi boyunca, Hicret hâdisesine kadar adından pek söz edilmeyen Sevr Dağı; bu kutlu yolculuğun, kutlu yolcuları sebebiyle meşhur olacaktı artık. Hem de çok meşhur! Sevr Dağı ile Sevr Mağarası, Rasûlullah -aleyhisselâm- ile Hazret-i Ebûbekir’in bu kutlu yoldaki «Hicret Barınağı» oluyordu artık.

Sevr Dağı bu yönüyle meşhur olup, sadece kaynaklara değil, iki kutlu yolcuyu bağrında misafir ettiği için, gönüllere de giriyordu. Sevr Dağı جبل ثور veya Sevr Mağarası غار ثور yahut Sevr Barınağı…

Hem öyle ki, Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, hilâfeti döneminde sahâbîlerin fazîletleri ile ilgili konuşanların;

“Ömer şöyle fazîletli, böyle üstün…” diye ifade ettiklerini duyunca, hemen araya girip o tarihî sözünü söyleyecekti:

–Vallâhi ben bilir ve derim ki: «Ebûbekir’in, Rasûlullah -aleyhisselâm- ile o gecesi, Ömer’in bütün hanedanından daha hayırlıdır! Ebûbekir’in o günü, Ömer’in bütün hanedanından daha hayırlıdır! Rasûlullah -aleyhisselâm- mağaraya gitmek için evden çıktığı zaman, Ebûbekir O’nun yanındaydı. Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın ashâbı arasında Ebûbekir’den daha fazîletlisi yoktur!6

Sevr Mağarası, kıyâmete kadar kendinden söz ettirecek o büyük hicret hâdisesinin kahramanlarından biri oluyordu…

Allah Teâlâ Hazretleri -celle celâlühû-, yolunda giden kullarıyla beraberdi. İki kutlu yolcu gelip bu mağaraya sığınınca, kudret-i ilâhî ile mağaranın önünde, orta boylarda bir ağaç yetişiverdi!7

Aynı anda mağaranın kapısına hemen bir örümcek gelip, üst üste ağ gererek, mağaranın içini görünmez etti.8

Yine bu arada iki dağ güvercini de gelip mağaranın ağzında, örümcekle ağaç arasında yuvalandı.9

İki kutlu yolcu; mağara içinde dinlenirlerken, mağaranın içinde olsalar bile, bir yandan da etrafı dinliyor, en küçük bir harekete en üst düzeyde duyarlı oluyorlardı.

Peygamber Efendimiz her türlü tedbiri almıştı.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

_________________________

1 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 130.

2 Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 2, s. 247.

3 Hâkim en-Nisâbûrî, el-Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, c. 3, s. 6-7; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, c. 2, s. 476.

4 Ebu’l-Ferec İbnu’l-Cevzî, el-Vefâ bi Ahvâli’l-Mustafâ, c. 1, s. 230; Zehebî, Târîhu’l-İslâm, s. 322.

5 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 1, s. 482-487; İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 175-179; Fâkihî, Ahbâru Mekke, c. 4, s. 79-84; Adnan DEMİRCAN, «Sevr Mağarası», DİA, c. 37, s. 5-6.

6 Muhibbüddîn et-Taberî, Riyâdu’n-Nadrâ, c. 1, s. 92; Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 180.

7 Bu ağacın Ümmü Geylân isimli bir cins olduğu belirtilir. Kastallânî, Mevâhibü’l-Ledünniyye, c. 1, s. 81.

8 İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 228; Ebû Nuaym el-İsfahânî, Delâilü’n-Nübüvve, c. 2, s. 325.

9 Süheylî, Ravdu’l-Unûf, c. 4, s. 210; Muhibbüddîn et-Taberî, Riyâdu’n-Nadrâ, c. 1, s. 94.