KURTULUŞ YOLU

Yunus Sami EŞMELİ yunussamiesmeli@hotmail.com

Dört kişi Hasan-ı Basrî Hazretleri’ni ziyarete geldi. Her biri kendi mâruzâtını dile getirdi. Biri kuraklıktan, biri fakirlikten, biri tarlasının verimsizliğinden, biri de çocuğunun olmayışından bahsetti. Maksatları Hazret’ten himmet talep etmekti.

Büyük velî ise kendisine gelen bu dört şahsa da sadece;

“–Allah’tan bağışlanma dileyin.” diyerek istiğfârı tavsiye etti. Yanındakiler sordular:

“–Efendim, bu kimselerin dert ve sıkıntıları farklı farklı idi. Lâkin siz hepsine aynı şeyi tavsiye ettiniz. Bu nasıl iştir?”

Hasan-ı Basrî Hazretleri, onlara şu âyet-i kerîmeyi okuyarak cevap verdi:

“Rabbinizden mağfiret dileyin! Çünkü O çok bağışlayıcıdır.

(Mağfiret dileyin ki😉

•Üzerinize gökten bol bol yağmur yağdırsın,

•Mallarınızı ve evlâtlarınızı çoğaltsın,

•Size bağlar, bahçeler ihsân etsin,

•Sizin için ırmaklar akıtsın!” (Nûh, 10-12)1

Nitekim;

Her şey Allah Teâlâ’nın emri ve kudreti altındadır. Kâinatın yaratıcısı O olduğu gibi, yegâne idarecisi de yine O’dur. Zira buyurur:

“Her şeyin hazineleri yalnız Bizim katımızdadır. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz.” (el-Hicr, 21)

O hâlde;

“Ancak Rabbine yönel ve yalvar!” (el-İnşirâh, 8) emr-i ilâhîsi istikametinde; hayatı, ancak Allâh’a yönelerek yaşamalı! O’nunla beraberliğin sırrına ermeli. O’nun takdirine teslim olmalı. O’na sığınmalı. O’ndan istemeli. O’na yalvarmalı.

Çünkü Süleyman Çelebi’nin de dediği gibi:

«Ol!» dedi bir kerre, vâr oldu cihân,
«Olma!» derse mahvolur, ol dem hemân.

Yani dünya üzerinde pek çok farklı felsefeler üretilse de insanlar farklı teorilerle kandırılabilseler de yegâne hüküm yalnızca yüce Allâh’ın. O ne takdir ederse o gerçekleşir. İşte bu yüzden her nefeste O’na yönelmek şart!

Bu yönelişi de; «Âyînesi iştir kişinin, lâfa bakılmaz!» sözü kabîlinden sadece dil ile basit söyleyişlerde bırakmadan, icraatıyla ve ispatıyla gerçekleştirmek elzem.

Peki nedir bunun icraat ve ispatı?

Yüce Allâh’ın sevmediği alanlardan kaçmak ve rızâsına muvâfık bir yaşayış tarzını hayatımızda vazgeçilmez kılmak. İşte icraatı ve ispatı böyle olan bir yöneliş, makbul bir yöneliştir.

Bakınız;

Muhtelif âyet-i kerîmelerin sonunda «يُحِبُّ لَا » ifadesi geçer. Buralarda Rabbimiz, tabir-i câizse, sevmediği zümreleri ilân edip, âdeta; «Onlardan olmayın!» diye bizleri îkaz etmekte. Şayet kâmil mânâda Rabbimiz’e yönelmek istiyorsak, işte bu topluluklardan olmamak için âzamî dikkat ve gayret sarf etmeliyiz. Hak katında sevilmeyenlerin kimler olduklarını her dâim hatırımızda diri tutmalıyız. Onlar:

•Zulmedenler. (Bkz. Âl-i İmrân, 57)

•Bozgunculuk edenler. (Bkz. el-Mâide, 64)

•Haddi aşanlar/aşırı gidenler. (Bkz. el-Mâide, 87)

•Şımaranlar. (Bkz. el-Kasas, 76)

•İsraf edenler. (Bkz. el-En‘âm, 141)

Unutmamalı ki;

Bunlardan kaçarak Hakk’a yönelmek, bizi Hakk’ın rızâsına muvâfık bir yaşayış tarzına doğru da yönlendirecektir. Çünkü;

«Âlemde her şey zıddıyla kāimdir.» Bu kimselerden olmamak için onların yaptıklarının zıddıyla iştigal etmek gerekir. Yani; zulmetmemek için adâletli olmak îcâb eder. Bozgunculuk yapmamak için muslih olmak îcâb eder. Haddi aşmamak için haddi, hududu bilmek îcâb eder. Şımarmamak için vakûr olmak, edepli ve terbiyeli olmak îcâb eder. İsraf etmemek için muktesid olmak îcâb eder.

Bu şekilde yaşayarak Hakk’a yönelen de Hak ile beraberliğin sırrına nâil olur. Basîret sahibi olur. Başına gelen her hâdisede mevzûlara Hakk’ın nûruyla bakar. Her dem murâd-ı ilâhî ve rızâ-yı ilâhî istikametinde hareket eder. Hasan-ı Basrî Hazretleri’nin kendisine gelen dört farklı kişiye istiğfârı tavsiye etmesi de, işte bu hâlin bir tezâhürüdür.

Bu idrakle;

Bizler de gelişen her yeni durumda istiğfâra sarılmalıyız. Bilhassa musîbetler karşısında. Bilhassa içerisinde bulunduğumuz şu günlerde.

Çünkü;

Bir yılı arkamızda bırakıp yeni bir yıla başladığımız ve muhasebelerin en çok yapıldığı şu günlerde, geçen yılı değerlendirdiğimizde; toplum olarak gündem itibarıyla epey yoğun bir yıl geçirdiğimizi görüyoruz.

Virüs salgını, depremler, orman yangınları, kadın cinayetleri… Toplumumuzun önde ve örnek isimlerinden kayıplarımız… Bir de barajlarımızdaki doluluk oranları ile kapımıza dayanan kuraklık tehlikesi.

Hepsi bedelleri ağır vaziyetler. Zira salgından mütevellit bir yıl içerisinde; ülkemizde binlerce, bütün dünyada ise iki milyona yakın insan hayatını kaybetti. Depremlerde niceleri enkaz altında kaldı. Niceleri can verdi. Niceleri ancak günler sonra kurtarılabildi. Yangınlarda hektar hektar orman yok oldu. Pek çok hayvan telef oldu.

Öte yandan, barajlarımızdaki su da son on yılın en düşük seviyesine kadar düştü. Meselâ İstanbul için; toplam barajların doluluk oranı, henüz iki-üç yıl öncesinde yani 2018 yılında, ortalama % 77,29 iken 2020 yılının aralık ayında % 20’lerde görüldü. Yine İstanbul barajlarında, 2018 yılı için ortalama toplam 671 milyon metreküp su varken bu miktar geçtiğimiz ay içerisinde 180 milyon metreküplere kadar azaldı.2

Bütün bunların neticesinde Hakk’a yönelmekten başka çaremiz var mı? Yok.

Öyleyse;

Bozgunculuk edenlerden olmamak adına muslih olma vakti! Islah etme vakti! Allâh’a yönelişimizin idrâkiyle, yeryüzünde bu musîbetlere sebep olan her hususu düzeltme vakti!

İsraf edenlerden olmamak adına muktesid olma vakti! Har vurup harman savurmadan malımızı iktisatlı bir şekilde kullanma vakti! Nehirde abdest alırken bile suyu israf etmemizi istemeyen bir Peygamber’in ümmeti olduğumuzu, gönüllerde diriltme vakti! Bir ekmek kırıntısına dahî hürmet etme vakti! Sonunda yemeye yer kalmayıp çöpe atılan yemeklerin olduğu tıka basa yenilen masaları, terk etme vakti! «Halil İbrahim Sofrası» dediğimiz bereket kültürünü devam ettirme vakti!

Musîbetlere günahlar, isyankârlıklar ve ahlâksızlıklar gibi bâtınî ârızaların sebep olduğu kadar; zâhirî yanlışların da sebep olduğunu bilerek, hepsini telâfi etmek adına azimle çalışma vakti!

“(Ey insanoğlu!) Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır, ne kötülük dokunursa da kendindendir.” (en-Nisâ, 79) âyet-i kerîmesinden yola çıkarak düşünme vakti! Çünkü böyle düşününce; başımıza gelen felâketler için «imtihan» deyip sıyrılmak yerine,  aslında kendimizin de pek çok hatası olduğunu fark edebiliyoruz.

Bir defasında haberlerde okumuştum:

Dönemin Türkiye Fırıncılar Konfederasyonu Başkanı, günde 4 milyon 900 bin adet ekmeğin israf edildiğini açıklamıştı.3 Hattâ bu miktarın şu an 6 milyona çıktığını söyleyen araştırmalar da mevcut.

Diğer yandan;

Saniyede 1 damla su, yılda 6 ton su israfına sebep olurmuş. Abdest alırken, el yıkarken veya diş fırçalarken nicelerimiz suyu boşa akıtıyoruz. Yapılan araştırmalarda yılda tonlarca suyun israf edildiği ve boşa akıtıldığı görülüyor.

Hâl böyle olunca kıtlık veya kuraklık kaçınılmaz olmaz mı?

İşte bu sebeple, bunlar ve daha sayamadığımız bir sürü kusurlarımız da varken; icraat ve ispatlarını yerine getirerek Hakk’a yönelmekten ve istiğfardan başka çaremiz yok.

Çünkü;

Bu hassâsiyete sahip olmayanlar azâba dûçâr oldular! Âyet-i kerîmelerde bizzat Allah Teâlâ anlatıyor:

“İsrâiloğulları’nı nesillere göre on iki topluluğa ayırdık. Halkı kendisinden su istediğinde Musa’ya; «Asânı taşa vur!» diye vahyettik. Taştan on iki göze fışkırdı. Her kabîle, içeceği yeri belledi. Üzerlerine de buluttan gölgelik yaptık; onlara kudret helvasıyla bıldırcın eti indirdik; «Size verdiğimiz rızıkların temizlerinden yiyin!» (dedik.) Onlar (nankörlükleriyle) bize değil fakat kendilerine kötülük ediyorlardı.

Onlara; «Şu şehre yerleşin; orada dilediğiniz gibi yiyip için ve af dileyin; kapıdan eğilerek girin ki hatalarınızı bağışlayalım. İyilik yapanlara ileride ihsanlarımızı daha da artıracağız.» denildi.

Sonra içlerinden hakkı çiğneyenler, sözü değiştirip kendilerine söylenenden başka bir şekle soktular. Biz de hakkı çiğnedikleri için üzerlerine gökten bir azap gönderdik.” (el-A‘râf, 160-162)

Hakkı çiğneyenlerin sonu böyle hüsran ile biterken, hakka yönelenler kurtuluşa erdiler:

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ın halîfeliğinin altıncı yılıydı. Bir kıtlık meydana geldi. Devir yağmurların yağmadığı ve toprağın kül hâline geldiği bir devre döndü. Öyle ki artık ölümler vukû buluyordu.

Bu kıtlığa dayanamayanlar Halîfe Ömer’e gelip, onun yağmur duâsına çıkmasını teklif ettiler. İnsanlar toplandı. Ömer -radıyallâhu anh- minbere çıktı. Yağmur duâsı yapacaktı. Ancak bir türlü başlamadı. Onun yerine istiğfâr etmeye başladı. Sadece istiğfâr ediyor, başka hiçbir şey söylemiyordu. Bir müddet bu hâl üzere devam ettikten sonra da minberden aşağı indi. Orada bulunanlar şaşkınlık içerisinde;

“–Ey Mü’minlerin Emîri, yağmur duâsı için çıktınız. Lâkin hiç duâ yaptığınızı işitmedik. Sadece istiğfâr edip indiniz.” dediler.

Hazret-i Ömer ise şöyle buyurdu:

“–İstediğiniz rahmeti, kendisiyle yağmurun indirildiği semâ anahtarlarıyla talep ettim.”

Sonra sözüne ilâveten Nûh Sûresi’nin 10-12. âyetleriyle şu âyet-i kerîmeleri okudu:

“Rabbinizden mağfiret dileyin; sonra da O’na tevbe edin ki, üzerinize semâyı (yağmuru) bol bol göndersin ve kuvvetinize kuvvet katsın. Günah işleyerek (Allah’tan) yüz çevirmeyin!” (Hûd, 52)

“Rabbinizden mağfiret dileyin; sonra tevbe edip O’na yönelin. Muhakkak ki Rabbim çok merhametlidir, (mü’minleri) çok sever.” (Hûd, 90)

En sonda da o mübârek halîfe, sözlerini şöyle bağladı:

“–O hâlde Rabbinizden günah ve hatalarınızı affetmesini isteyin, samimî bir şekilde tevbe edin ve Allâh’a yönelin!”

Halîfe’nin bu sözlerinden sonra hep birlikte duâlar edildi. Herkes istiğfar getirdi. Allâh’ın lutfuyla da Medine ve çevresine bol miktarda yağmur yağdı. Böylece kıtlık ortadan kalktı.4

Hâsılı;

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in buyurduğu gibi:

“Bir kimse istiğfârı dilinden düşürmezse; Allah Teâlâ ona her darlıktan bir çıkış, her üzüntüden bir kurtuluş yolu gösterir ve ona beklemediği yerden rızık verir.” (Ebû Dâvûd, Vitir, 26; İbn-i Mâce, Edeb, 57)

İşte istiğfar!

İşte kurtuluş yolu!

_________________________________

1 İbn-i Hacer, Fethu’l-Bârî, XI, 98; Aynî, Umdetü’l-Kārî, Beyrut ts. XXII, 277-278.
2 www.iski.istanbul/web/tr-TR/baraj-doluluk
3 www.aa.com.tr-Halûk SATIR’ın; «Günde 4 milyon 900 bin adet ekmek israf ediliyor.» başlıklı yazısından.
4 Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, III, 351-351.