DÜNYAYI DİYAR EDİNENLER BAŞKALARINA DÜNYAYI DAR EDİYOR*

Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

Genelde dünya, özelde müslümanlar olarak maruz kaldığımız maddî/somut sıkıntıların yanında, ondan daha şiddetli fikrî ve îtikādî problemlerle yüz yüze bulunduğumuz bir dönemdeyiz. «Şeytan taşlamaktan, tavaf yapamaz hâle geldik» desek yeridir. Zira ehl-i küfür sadece bir cepheden saldırmıyor; inancımıza, düşüncemize, kültürümüze, tarihimize, ahlâkımıza, neslimize ve nefsimize musallat oluyor. Her cepheden ayrı bir yara alıyoruz. Bu acı yetmezmiş gibi, her gün sayısını dahî unuttuğumuz canlarımızı, bizden koparıp alıyorlar da sesimiz dahî çıkmıyor. Çünkü bizi bir araya toplayacak ve yekvücut hareket etmemizi sağlayacak bir müessesemiz yok. Tıpkı imâmesi kopmuş tespih misali, darmadağınık bir vaziyetteyiz.

Dünyayı kendilerine diyar edinenler tarafından, kendilerine dünyaları dar edilen milyonlarca insan var yeryüzünde. Allâh’ın nimetleri, Allâh’ın yarattığı tüm kulların ihtiyaçlarını karşılamaya yetecekken, o nimetlerin âdil olarak paylaşılmaması ve açgözlülük sebebiyle, milyonlarca insan açlık problemi ile karşı karşıya kalıyor. Ellerindeki imkânlar ile yetinmeyen dünyacılar; kendi sahip oldukları ile doymuyor, başkalarının ellerindeki mütevâzı imkânlara dahî el atmaktan, onları sömürmekten geri durmuyorlar. Hikmet ehli;

“Dünyada açlık problemi yok, dünyada tokları doyuramama problemi var.” demiş. El-hak doğru. Zira onlar doysa; yeryüzünde sadece insanlar değil, cümle mahlûkat doyacak ve rahata erilecek alimallah.

Yeryüzünün ne yanına baksanız, -dört bir yandan- zulme uğrayan mazlumların imdat çığlıklarının yükseldiğini görüyorsunuz. Kendilerinin varlığı ile nimetlendiğimiz yaşlılar, çocuklar ve düşkünler; ya adâletsiz savaşlarda ölüyor veya ağır şartlar altında yaşama savaşı veriyorlar. Gözümüzün önünde, yanı başımızda ülkeler dağılıyor, yok ediliyor. Bu ülkelerin müslüman halkları; hayatta kalabilmek için evlerini terk edip, ölümlerden ölüm seçiyorlar. Evlerini terk edemeyenler ise ağır silâhlar ve insanlığını kaybetmiş cânîlerin saldırıları ile bir bir toprağa düşüyor.

Afrika’da, Yemen’de ve adını bile duymadığımız nice beldelerde; ellerindeki küçük imkânları dahî gasp edilmiş, bir yudum süt veremediği için açlıktan ölen evlâtlarını toprağa veren annelerin feryâdı Arş’a yükseliyor. Hâlbuki dünyadaki değerli madenlerin çoğunluğu, bu toprakların altında yer alıyor. Ama dünyacılar, kurdukları düzen ile bu insanların hem sahip oldukları madenleri hem de emeklerini ve hayatlarını sömürmeye devam ediyorlar.

Bunca zulmün ve katliâmın yaşandığı bir dünyada, ne gariptir ki insanlar rahat edebileceklerini ve huzur içerisinde yaşayabileceklerini sanıyorlar. Hâlbuki mazlum ile Allah Teâlâ arasında perde olmadığını biliyoruz. Bu mazlumların âhının yerde kalmayacağını ve yeryüzünü kasıp kavuracağını, insanoğlu geçmiş tecrübelerden biliyor olmalı değil mi?

İnsanoğlu garip bir mahlûk. Başına gelen belâ ve musîbetlerin sebeplerini, hep dışarıda arıyor.

•Deprem olunca; «falanca fay hattı, filânca plâka» diyor.

•Yağmur, sel veya heyelân olunca; «bina» diyor; «toprak» diyor; «tabiat» diyor.

•Salgın hastalık olunca; «mikrop» diyor; «ilâç» diyor; «temizlik» diyor.

Hiç kendisine dönüp de;

«–Acaba biz ne yaptık ki başımıza bu belâlar geldi?» demiyor. Hâlbuki Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de;

“İnsanların işledikleri kötülükler yüzünden karada ve denizde karışıklık ortaya çıktı, düzen bozuldu. Böylece Allah, belki doğru yola dönerler diye, yaptıklarından bir kısmının kötü sonuçlarını onlara tattırıyor.” (er-Rûm, 41) buyuruyor. İbret alana, ders çıkarabilene.

Dünya kurulalı beri, iyiler ile kötüler arasındaki mücadele hep deverân edip durmuş. Bazen iyiler kazanmış zirveye çıkmış, bazen tebeddülât gereği kötüler kazanmış hâkim olmuş. Sadece dünya için yaşayanlar; ellerine geçirdikleri bu imkânları bırakmamak için, akla hayale gelmeyecek zulümlere imza atmışlar. Ancak onlara verilen süre dolup, ölüm onları yakalayınca; ellerinde avuçlarında ne varsa geride bırakarak, büyük bir pişmanlık ile asıl yurtlarına doğru göç etmişlerdir.

Dünyayı diyar edinenler; dışarıdan bakılınca çok rahat, refah içinde bir hayat yaşıyor gibi görünüyorlarsa da bu sizi aldatmasın. Zira göründükleri gibi rahat değiller. Bir ömür; uğrunda çalıştıkları, kazandıkları, başkalarından gasp ettiklerini arkalarında bırakıp gidecek olmaları, onları son derece rahatsız ediyor. Dünyalarını dar ettikleri kimselerin de, ötelerde kendilerini bulacaklarını ve hesap soracaklarını da içten içe biliyorlar. Başkalarına dünyayı dar edenler; öbür âlemin iki metrelik kapısında uyandıklarında, aslında kendi dünyalarını daralttıklarını fark edecekler, lâkin iş işten geçmiş olacak.

Dünyacılar tarafından, kendilerine dar edilen dünyada yaşayanlara gelince; onlar daraldıkları dünyaya zerre kıymet vermeden, asıl hayatın ebedî hayat olduğunun şuurundaysalar, akıllarına gelmeyecek genişlikte bir hayat onların olacak. «Varsın dünya onların, âhiret bizim olsun!» diyenler imtihanı kazananlardan olacak.

Rabbimiz; şu imtihan dünyasının imkânlarına gönüllerimizi kaptırmasın. Dünyacı olmaktan, dünya için çabalayan ve dünyaya kıymet verenlerden eylemesin bizleri.

Âmîn…

___________

* Başlıktaki ifade muhterem Şevket GÖKŞAN Hocama aittir.