GÖZÜNÜZDEN, GÖNÜL DENİZİNİZE GİRENLERE DİKKAT EDİNİZ!

YAZAR : Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

3

Allah Teâlâ; insanı diğer varlıklardan üstün olarak yarattı, insana akıl ve irade verdi. İnsan; bu irade ile iyiyi kötüden, güzeli çirkinden, faydalıyı zararlıdan ayırma özelliği kazandı.

Cenâb-ı Hak; insana akıl ve iradenin dışında; bedeninde bulunan organların en özeli olarak, hareketlerini ve istikametini belirleyen kalp verdi. İnsan, bu kalp ile beynine ve dolayısı ile diğer bütün âzâlarına hükmetti.

İnsanda bulunan bu kalp; su misali her yöne kolayca akan, girdiği her kabın şeklini alan bir yapıya sahip olması hasebiyle, insan için zorlu bir imtihan vesilesi oldu.

İnsanın dış dünyaya açılan kapıları olan gözleri, gördüğü iyi veya kötü her görüntünün fotoğrafını çekmekte ve onu kalbe aktarmaktadır. Kalp; gözden gelen bu görüntüler ile sevmekte, nefret etmekte ve buna göre istikamet belirlemektedir. Bundan dolayı âriflerimiz;

“Gözünüzden, gönül denizinize girenlere dikkat ediniz!” buyurmuşlardır. Bu tehlikeden dolayı, insanın gezip dolaştığı mekânlara ve manzaralara son derece dikkat etmesi gerekmektedir.

Kalbin en büyük meyvesi muhabbettir.

Muhabbet, lügatte; sevgi, sevme, rûhun kendisinden lezzet duyduğu şeye meyletmesi olarak tarif edilir. Kalpte zuhur eden muhabbet, o kalbi ve sahibini muhabbet duyduğu ortamlara götürür. Gönül ehli büyüklerimizden Ali Haydar Efendi -kuddîse sirruhû-;

“Kalbin neredeyse, sen orada mûtebersin.” diyerek bizleri, bu hususta dikkatli davranmaya sevk etmektedir.

Mademki, insanın muhabbeti meylini de beraberinde getiriyor, o hâlde; insan kendine verilen bu imkânı da diğer âzâları gibi Allah Teâlâ’nın rızâsı için kullanmaya çalışmalı ve «muhabbetullâh»a ulaşmak için gayret etmelidir.

İnsan fark etmeden, bulunduğu ortamlarda bazı şeylere muhabbet duyar ve bu muhabbetin neticesi olarak da çevresinde meydana gelen nâhoş durumlar veya olumsuzluklar kendisine normal gelmeye başlar.

Bu hususta, İmam Gazâlî -rahmetullâhi aleyh- bizlere şu mühim uyarıyı yapar:

“Fâsıklarla ve gafillerle zâhirî beraberlik; zamanla zihnî beraberliğe, zihnî beraberlik de bir müddet sonra kalbî beraberliğe dönüşür.”

Yine muhabbet duyduğumuz ve meylettiğimiz arkadaşlarımız ve dostlarımız hususunda çok dikkatli davranmalı, kimlerle birlikte olduğumuza önem vermeliyiz. Bu hususta İmam Şâfiî -rahmetullâhi aleyh- Hazretleri;

“Bir adam görünüşte ne kadar güzel ahlâklı olursa olsun; bile bile vicdansız ve kötü huylu adamları dost edinirse, ahlâksızlıkta onlarla müşterek sayılır.” buyurmaktadır.

İnsan; şayet kendisine rehberlik eden îman nimetinden mahrum kalırsa, muhabbetini nereye harcayacağını bilmediği için, başıboş ve nereye gideceğini bilmeyen serseri bir kurşun veya dümeni kırılmış bir gemiye benzer. Muhabbet; nefsânî şeylere hasredilirse insanın aklını, iz‘ânını ve vicdanını târumâr eder. Eşref-i mahlûkat olan insanı, öylesine basit mevzularla meşgul eder ki; sonunda insan esfel-i sâfilin derekesine iner.

İnsanın; îman esaslarına ters düşen, şer‘î ölçülere aykırı muhabbetlere dalması, öncelikle fıtratı ile çatışmasına sebep olabilir. Bu çatışma çoğu zaman insanı günah ve inkâr bataklığına götürür. İnsan nasıl ki, sağlığı ve mânevî hayatı için midesine haram lokma girmemesine dikkat ediyorsa; yine İslâm’a ve ahlâka mugāyir muhabbetlerin de kalbine girmemesine dikkat etmek durumundadır.

İnsanın fıtratı icabı, bazı şeylere muhabbet beslemesi tabiîdir. Ancak, muhabbet duyulması gereken şeylerin de bir sıralaması olmalıdır. Bu sıralama öncelikle, insanın Yaratıcı’sından başlamalı, ondan sonra diğer muhabbetler gelmelidir:

Ben Dost ile dost olmuşum, kimseler dost olmaz bana…

Bizlere bahşedilen bu hayatın en büyük hakikati sevgidir. Bu sevginin kaynağı da «muhabbetullah»tır. Eğer bir insan; muhabbetini öncelikle Allah Teâlâ’ya hasrederse, o muhabbet dolayısı ile Allâh’ın sevdiği her şeyi sever.

Bu hususta Rasûlullah -sallâl­lâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Her kim; Allah için sever, Allah için buğz eder, Allah için verir ve Allah için vermekten uzak durursa îmânını kemâle erdirmiş olur.” (Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 60)

«Muhabbetullâh»a ulaşan insanın, gönlü genişler. Kendisini meşgul edecek fânî muhabbetlerden sıyrılıp, sevgiyi ve muhabbeti yalnızca Yaratan’ına hasreder. Bu temâyül sonucunda, O’nu ve O’nun yarattığı her şeyi sever.

Yine bu hususta Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdular ki:

“Bir kimsede üç özellik (tam olarak) bulunursa, îmânın tadını alır:

• Allah ve Rasûlü kendisine herkesten daha sevgili olmak,

• Sevdiği kimseyi yalnızca Allah için sevmek,

• Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi ateşe atılmak gibi görmek.” (Buhârî, Îmân, 9; Müslim, Îmân, 67)

Allah Teâlâ’ya duyulan muhabbetin semeresini göstermesi açısından şöyle bir hâdise nakledilir:

Bir Hak dostu anlatır:

“Geniş ve ıssız bir ovadan geçiyordum. Garip bir çobana rastladım. Gördüm ki, derin bir huşû içinde namaz kılıyor, sürüsünü de kurtlar koruyordu. Şaşırdım, merakla namazını bitirmesini bekledim ve;

“–Ey çoban! Kurtlar nasıl oldu da koyunlarınla dost oldu? Onlardaki düşmanlık ve cânîlik rûhu, nasıl oldu da yerini sulh ve muhabbete terk etti?” diye sordum. Allâh’a secdeden dolayı sîmâsı nûra bürünmüş olan sâlih çoban, şöyle cevap verdi:

“–Ey garip yolcu! Kurtların kuzularla olan şu dostluğundaki sır; çobanın, sürünün ve kurtların asıl sahibine olan dostluğuna bağlıdır. Yani bu hâl, muhabbetteki bir sırdır.” (Fazîletler Medeniyeti, I, 220)

Şol Sen’i seven kişi, verir yoluna başı,
İki cihan güneşi, Sen’sin yâ Rasûlâllah!

İnsanın muhabbet duyması gereken ikinci makam; İslâm dînini bizlere tebliğ eden, yüksek bir ahlâk ve fazîlet âbidesi olan Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz olmalıdır. Zira O’nu sevmek ve muhabbet beslemek müslümanlar üzerine bir dînî vecîbedir.

Allah Teâlâ, âyet-i kerîmede bu hususu bizlere şöyle bildirmektedir:

“(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allâh’ı seviyorsanız bana tâbî olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Ğafûr’dur Rahîm’dir.” (Âl-i İmrân, 31)

Bu öyle bir muhabbet olmalı ki; kişi kendisinden, ailesinden ve dünya malından daha fazla Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i sevmeli, âdeta bu muhabbet içerisinde kendini yok etmelidir.

Bu konuda Efendimiz -sallâl­lâhu aleyhi ve sellem- Hazretleri bir hadîs-i şerîfinde şöyle buyurur:

“Hiçbiriniz beni; anasından, babasından, çoluk çocuğundan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe tam îmân etmiş olmaz.” (Müslim, Îmân, 69)

Bu muhabbet ve teslîmiyet örneklerine; özellikle sahâbe döneminde, çok fazla şahitlik etmekteyiz. Buna bir örnek olması açısından sahâbenin Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e seslenirken;

“Anam babam Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah!” demelerini gösterebiliriz.

İşitin ey yârenler, aşk bir güneşe benzer,
Âşık olmayan gönül, misâl-i taşa benzer.

İnsanın kalbindeki muhabbet; öncelikle Yaratan’ına, sonra O’nun; «Habîbim!» dediği sevgilisine meylettirilirse ve bu muhabbet gönle galebe çalarsa, kişi din kardeşini sevmeye başlar. Bu muhabbet; insanları öylesine birbirine bağlar ki, kişi kardeşini kendisine tercih eder duruma gelir. Bu muhabbetin hâsılası olarak, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bizleri şöyle müjdeler:

“Kıyâmet günü Allah Teâlâ Hazretleri şöyle buyurur:

«Celâlim hakkı için, Bana itaat maksadıyla birbirlerini sevenler nerede?

Hiçbir gölgenin bulunmadığı bugün, onları gölgemde gölgelendireceğim, onları muhafaza edeceğim.»” (Müslim, Birr, 37)

Dilsizler haberini kulaksız dinleyesi,
Dilsiz, kulaksız sözün can gerek anlayası…

Muhabbeti doğru yere yönlendiren insan; Yaratan’ın hatırına, yaratılan bütün mahlûkata muhabbet besler. Mahlûkata muhabbet, merhameti de beraberinde getirir. Mahlûkata merhametle yaklaşmak; kimilerinin îman nûru ile nurlanmasına, kimilerinin ise mânevî terakkî yolunda büyük mesafeler almasına sebep olmuştur.

Mahlûkata gösterilmesi gereken muamele hususunda yine en büyük örneğimiz, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Hazretleri; hayvanlara sert davranan, onlara fazla yük yükleyen, onları maksadının dışında kullananlara, birçok kez ikazlarda bulunmuştur. (Buhârî, Şürb, 9; Müslim, Selâm, 153)

Hayvanların haklarına gösterilen ihtimamın bir başka örneğini, Allah Rasûlü’nün terbiyesinde büyümüş Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh- şöyle anlatıyor:

“Biz bir yerde konakladığımız zaman; develerin yüklerini çözüp onları rahatlatmadan, Allâh’ı tesbih (nâfile namaz) ve ibâdete başlamazdık.” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 44/2551)

Mahlûkata merhamet ve hassâsiyet hususunda, şu güzel örneği de dikkatlerinize sunarak yazımızı nihayete erdirmek isteriz:

Bâyezîd-i Bistâmî -rahmetullâhi aleyh- Hazretleri; bir yolculuk esnasında, bir ağacın altında biraz istirahat ettikten sonra yolculuğa devam etmişti. Yolda torbaların üzerinde, dinlendiği yerde gördüğü birkaç karıncanın gezindiğini fark etti. Onları yurtlarından ayrı düşürmemek ve onlara gurbet hayatı yaşatmamak için, o kadar yolu geri döndü. Dinlendikleri yere geldi ve karıncaları eski yerlerine bıraktı.

Muhabbet; hem kalbi hem de bedeni, muhabbet duyulana meylettirir. Dolayısıyla Cenâb-ı Hak, bizleri; muhabbetini, sevgisini, meylini ve istikametini Allah Teâla’ya hasreden, O’nun izin vermediği muhabbetlerden kalbini ve bütün âzâlarını koruyarak uzak duranlardan eylesin…