DÜNDEN BUGÜNE HAÇLI

YAZAR : Mücahid BULUT mucahidbulut@yandex.com

Sene 2001…

ABD Başkanı George W. Bush, 11 Eylül saldırılarına ülkesinin vereceği karşılığı; «Crusade» Haçlı Seferi olarak adlandırdı. Afganistan gibi stratejik ve Irak gibi petrol zengini devletlerin işgaliyle neticelenecek bu hareketin, «Haçlı Seferi» olarak ifade edilmesi; çeşitli çevrelerden büyük tepki toplamıştı. Kimileri terörizmle mücadelenin dîni olmaz derken, kimileri Haçlı seferleri gibi «tamamen dînî(!)» sebeplerle çıkılan seferlerin ABD’nin çıkar savaşlarına benzetilemeyeceği kanaatindeydi.

Türkçemizde güzel bir söz var:

Yiğidi öldür hakkını yeme!

Biz de bu sebeple; hem haçlıların vekâleten yürüttükleri 15 Temmuz işgal girişimini daha iyi anlamak hem de George W. Bush’un bozuk saat gibi de olsa doğruyu mu söylediğini incelemek için ilk haçlılara bakalım. Bakalım ortada dînî gayelerle girişilen bir sefer mi var, yoksa âdî bir yağmacılık hareketi mi?..

1. Haçlı Seferi

11. asırda Anadolu artık Türk yurdu hâlini almaya başlamıştı. Malazgirt hezimeti sonrasında Bizans, beyhûde bir şekilde Anadolu’yu geri almak için çare arıyordu. Anadolu Selçuklu hükümdarı Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ın ölümü sonrası Türk beyleri arasındaki ihtilâfı fırsat bilen Bizans İmparatoru I. Aleksios Komnenos, Papa II. Urbanus’dan Türkleri Anadolu’dan atabilmek için yardım istedi.

Bu devirde Avrupa ise açlık ve sefâlet içindeydi. Feodal sistem ortaya binlerce soylu çıkarmış lâkin onlara hâkimiyet sürebilecekleri topraklar verememişti. Halk ise Orta Çağ’ın karanlık fikrî altyapısı içerisinde kuraklık ve salgın hastalıklar sebebiyle giderek vahşîleşen, medeniyetten uzak kavimler hâline gelmişti. Avrupa’nın bu vaziyetini iyi bilen Urbanus, Bizans’ın yardım isteğini doğunun zenginliklerini ele geçirmek için bir fırsat olarak değerlendirdi. Portekiz’den Kudüs’e kendine bağlı devletçikler kurmak istiyordu. Hem Ortodoks ve Katolik kiliselerinin birbirlerini karşılıklı aforoz etmelerinin üzerinden daha yarım asır bile geçmemişti. Doğuya yapılacak bir sefer ile Ortodoksluğu kaldırıp kendine bağlama fırsatına erişecekti. (Bizans; Papalığın bu gizli niyetini, 4. Haçlı Seferi sırasında İstanbul’un yağmalanmasıyla çok iyi hissedecektir.)

Urbanus, doğuyu ele geçirmek için çok büyük bir orduya ihtiyacı olduğunu bilmektedir. Lâkin elinde bu kadar paralı asker toplayacak maddî imkân yoktu. Hâlihazırda Endülüs’te de müslümanlarla savaşıyorlardı. Bunun üzerine Papa, paralı asker toplamak yerine; şimdiye kadarkinden farklı olarak batının şövalyelerini, topraksız köylülerini, açlık ve sefâlet içinde yaşayan halkını, para ve toprak sahibi olacakları va‘diyle teşvike girişti. Ancak geniş kitleleri bu hususta etkilemek için sadece maddî menfaat va‘di yeterli değildi. Zira batı dünyası; Bizans’ın elde edeceği başarılardan ziyade maddî bakımdan kendi çıkarlarına uygun düşecek, mânevî bakımdan da dînî hislerini tahrik edecek bir çağrının uyandıracağı cazibe ile doğuya yönlendirilebilirdi.

Papa II. Urbanus, 1095’te Clermont Konsili sırasında din adamlarından ve halktan oluşan büyük bir kalabalığa hitap ederek onları Haçlı seferine katılmaya çağırdı. Çağrı metni bugün elimizde olan Urbanus’un, dilinden düşürmediği iki şey vardı:

Birincisi; Türklerin Anadolu’da hıristiyanlara yaptığını iddia ettiği zulüm.

İkincisi ise; Hazret-i Ömer’in fethinden beş yüz sene sonra akıllarına kutsiyeti gelen Kudüs.

Hâlbuki bu sırada Anadolu’da hıristiyanlar huzur içerisinde yaşayabiliyorlardı. Hıristiyanların zulme uğradığı iddiasının asılsız olduğu, bugün batılı tarihçilerin eserlerinde dahî yazmaktadır. (Bkz. P. M. Holt, Haçlılar Çağı)

Urbanus’un çağrısı Avrupa’da büyük yankı ve destek buldu. Kısa süre öncesine kadar birbirleri ile savaş hâlinde olan İspanyol, Alman, Fransız ve İtalyan kontlukları; görünen hedefi Türkler ve Kudüs olan bu çağrı için birleştiler. Batılı kaynaklar ise, on binlerce Avrupalının dînî kisve altında yağma ve güç için bu sefere iştirak ettiğini yazmaktadır. Bu hâli anlamak aslında zor değildir. Petrol ve doğalgaz zengini müslüman devletlerine guyâ «demokrasi götürmek için»; anlaşmazlıklarını bir tarafa bırakıp hemen birleşerek saldıran bugünün batılı koalisyon kuvvetlerine benzerler.

Haçlı orduları Avrupa’da birkaç ayrı noktadan hareketle Anadolu’ya akın etmeye başladı. Bizans’ın bu gürûhu Anadolu yakasına geçirmesiyle buraya ilk ayak basanlar, Ekim 1096’da Fransız keşiş Pierre l’Hermite’in yirmi bin haçlısı oldu. Karşılarında ise hemen İznik’e konuşlanmış olan 1. Kılıçarslan’ı buldular.

1. KILIÇARSLAN

Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucu beyi olan Süleyman Şah’ın oğlu 1. Kılıçarslan, Anadolu’da babasının vefatından sonra oluşan iktidar boşluğunu ortadan kaldırma gayretindedir. Bunun için kendisine bağlı askerleriyle İznik’e yerleşmiştir. Oldukça genç yaşta olmasına rağmen, yiğitliği ve sebatkârlığı ile bilinir.

Kılıçarslan, Pierre l’Hermite’in yirmi bin haçlısını Drakon vadisinde pusuya düşürerek -neredeyse- tamamını imhâ eder. Lâkin bu ordunun öncü kuvvetler olduğunu bilmeyen Kılıçarslan, İznik’i bırakıp Malatya’ya doğru sefere çıkar. Sayısının çeşitli kaynaklarda yüz binlerce kişiden oluştuğu söylenen ana haçlı ordusu Haziran 1097’de İznik’i işgal eder. Ana haçlı ordusunda; şövalyeler, kontlar ve paralı askerler de vardır. Baştan aşağıya zırha bürünmüşlerdir ve bu zırhların üzerlerine de çizdikleri haç işareti sebebiyle «Haçlılar» olarak isimlendirilmişlerdir. Bu sırada Malatya’da bulunan 1. Kılıçarslan düşmanın ilerleyişine ancak Eskişehir’de yetişebilir. Lâkin diğer Anadolu beylerinden destek alamaz. Sayıca yaklaşık on katı büyüklüğündeki düşmana karşı, önce meydan muharebesine girip büyük kayıplar verdirir. Sonrasında ise ordusunu geri çekerek yolları üzerindeki bölgeleri boşaltıp tarlaları yakarak ve su kuyularını tahrip ederek onları zor duruma sokmaya çalışır. Haçlılara çok büyük zâyiatlar verdirse de ilerlemelerine engel olamaz.

Haçlılar Konya üzerinden Antakya’ya varır. Sağlam surlarla çevrilmiş Antakya, Türkler tarafından iyi savunuluyordu. Haçlılar; Cenovalıların takviyesi, bir İngiliz filosunun ve o sırada Kıbrıs’ta bulunan Kudüs patriğinin yardımlarına rağmen aylarca süren kuşatmadan netice alamadılar. Lâkin Ermeni asıllı Fîrûz adlı mühtedî bir kumandanın ihânetiyle şehir düştü. Şehrin düşmesiyle haçlılar gerçek yüzlerini gösterdi. Şehirdeki bütün müslümanlar öldürüldü. Başta bebek ve çocuklar olmak üzere öldürdükleri insanların etlerini yedikleri; hem o dönemdeki seyyahların notlarında hem de Papa’dan insan eti yedikleri için bağışlanma isteyen keşişlerin mektuplarında kayıtlıdır.

Urfa ve Antakya’da kontluklar kuran Haçlılar kısa süre içinde Kudüs’e de ulaşıp, işgal ettiler. Kudüs’teki; müslüman, yahudi ve hattâ hıristiyan bütün teb’ayı öldürdüler. Burada Kudüs Haçlı Krallığı’nı kurdular.

İlk Haçlı ordusunun Anadolu ve Kudüs’te ele geçirdiği zenginlikler, Avrupa’da dilden dile yayılınca iştahları daha fazla arttı. Kudüs ele geçirilmiş olmasına rağmen, Avrupa’dan ilkinden daha büyük bir ordu yola çıktı. Lombardlar, Fransızlar ve Almanlardan oluşan bu Haçlı ordusunun sayısı yüz binlerle ifade edilmektedir. 1101 senesinde Anadolu’ya ulaştılar. 1. Kılıçarslan bu sefer Haçlıları elinden kaçırma niyetinde değildi. Diğer Anadolu beyliklerini Haçlı tehlikesine karşı beraber savaşmaya çağırdı.

Dânişmendli Gümüştegin, Harran Beyi Karaca, Artuklu Belek b. Behrâm ve Halep Selçuklu Meliki Rıdvân bu çağrıya müsbet cevap vererek Çankırı’da Kılıçarslan’ın ordusuyla birleştiler. Kılıçarslan’ın taktiği, Haçlıları yol boyunca ânî baskınlarla yıpratıp kendi bölgelerine çektikten sonra savaşa girişmekti. Bunda da başarılı oldu ve Haçlıları Ağustos ayı başlarında Merzifon yakınlarında büyük bir mağlûbiyete uğrattı. Kont II. Guillaume de Nevers idaresindeki II. Haçlı ordusunu da Ağustos ayı ortalarında Konya yakınında imhâ etti. Kılıçarslan’ın Nevers ordusuyla uğraştığı sırada, Akitanya Kontu Guillaume ve Bavyera Dükü IV. Welf’in idaresindeki III. Haçlı ordusu da İznik-Akşehir üzerinden ilerleyerek Selçuklu topraklarına girmişti. Kılıçarslan, Gümüştegin ve diğer Türk beyleriyle birlikte bu orduyu da Ereğli suyu kıyısında yok etti. 1101 yılında üç ayrı Haçlı ordusuna karşı kazanılan bu başarılar, Türkleri Anadolu’dan söküp atmayı hedefleyen Haçlı hareketini durdurdu. İstanbul’dan Suriye’ye giden yol, hem Bizans hem de batı dünyasının Haçlı ordularına kapanmış oldu.

Eğer bu yol kapanmasa idi; Antakya, Urfa ve Kudüs’te kurulan Haçlı devletçiklerinin zaman içinde bertaraf edilmesi de mümkün olamazdı. Tarihte çok mühim ve hayatî bir nokta olması sebebiyle, Kılıçarslan ve arkadaşlarının bu zaferi, M. Âkif tarafından Çanakkale zaferiyle mukayese edilir ve Çanakkale şehidine şöyle hitap edilir:

Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn’i,
Kılıçarslan gibi iclâline ettin hayran…
Sen ki, İslâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın…

Bize büyük bir ders de, birlik-beraberlik üzerinedir.

Ana Haçlı Ordusu geldiğinde, diğer beylikler Kılıçarslan’la ittifak etmediler. Bu orduyu durdurmak mümkün olamadı. Ardından daha kalabalık ordular geldiğinde ise, Anadolu müslüman beylikleri birleştiler ve daha büyük bir belâyı imhâ ettiler…

İslâm dünyasında müthiş iç karışıklıklarının ve düşmanla orantısız bir kuvvet dengesinin yaşandığı günümüze bir başka ders ise; yüz binlerce yamyam çapulcuya karşı, mücâhidlerin asla ümitsizliğe kapılmayıp, mücadeleden geri durmamalarıdır.

Zira hilâl ehlinin; “Allah nûrunu tamamlayacaktır!” âyetine gönülden tam bir îmanları vardır!.. 15 Temmuz’da da asla ye’se kapılmayıp; tanka, F16’ya kafa tutan kahraman halkımız; Alparslanların, Kılıçarslanların torunlarıdır!..

“Bu yazı www.yuzaki.com yayınıdır.”