AH BİR BİLSEYDİNİZ!..

YAZAR : Fatih GARCAN fatihgarcan@hotmail.com

Cıvıl cıvıl bir okul bahçesi…

Çocuklar şen-şakrak oynuyorlar. Bu sesleri «gürültü» görmekle «cıvıltı» görmek arasındaki o muhteşem fark…

Müdür Beyin odasına vardık:

–Selâmün aleyküm!

–Aleyküm selâm buyurun oturun.

–Müdürüm, biz ilçemizin proje hâfızlık imam-hatip ortaokulunun tanıtımı için gelmiştik.

–Hoş geldiniz. Evet duymuştum, ben de sizi bekliyordum. Biz de yakın zamanda ilgililerine imam-hatip ortaokullarını tanıtım maksatlı geziler düzenledik. Bu çalışmaları duyan veliler tarafından da soruluyordu. Gelişiniz bizi çok memnun etti.

Biz daha konuya «girdik-giriyoruz» derken bir bayan veli hışımla içeri girdi:

–Nasıl olur? Nasıl yaparsınız?

–Hanımefendi sakin olun! Şöyle buyurun oturun. Hayırdır ne olmuş? Kime ne yapmışız?

–Daha ne olsun? Bu da mı gelecekti başıma? İnanamıyorum…

–Hanımefendi, ben okulun müdürüyüm. Ben bir felâket haberi almadım. İnanın neyi kast ettiğinizi anlayamadım. Lütfen biraz sakin olsanız, meseleyi konuşsak…

–Siz kim oluyorsunuz da benim çocuğumu o «İmam-Hatip» denen yere gezmeye götürüyorsunuz? Neymiş? «Tanıtım amaçlı imiş!» Tanıtmayın, benim çocuğuma oraları tanıtmayın! Benim çocuğum ölü yıkayıcı olmayacak! Tanıtamazsınız! Yapamazsınız! Hayır, kabul etmiyorum!

–Hanımefendi o gezilerin her biri veli muvafakati ile olur. Size yazılı evrak gelmiş, siz de imzalamışsınız. Aksi takdirde bu bir suçtur. Biz de böyle bir şey yapmayız. Bekleyin, öğretmenine sorup öğrenelim ve evrak ile beyan edelim. Yoksa ben de bu işte kimin bir suçu varsa, her birinin cezasını bizzat vereyim.

Müdür Bey, ilgili öğretmen hanımı çağırmak için çıktığında, bayan veli hızından en ufak bir şey kaybetmemiş hâliyle bize döndü:

–Anlamıyorum ya! Düşünebiliyor musunuz? Benim oğlumu almışlar, İmam-Hatip’e götürmüşler. Ve çocuğuma ayakkabılarını çıkarttırıp oranın camisine sokmuşlar. Aklım almıyor ya! Nasıl olur? Nasıl olur? Ben ki çocuğumu şöyle bir tarzda, modern eğitimlerle yetiştirmek istiyordum. Falan-filânca kolejlerde eğitim almasını istiyorum…

“Biz anlıyoruz ve düşünebiliyoruz.” dedim. Arkadaşım ânî bir refleksle elimi tutup beni durdurdu. Bayan da mevzuyu anlayamadığından şaşkın bakışlarla bize bakarken Müdür Bey, Öğretmen Hanım ve bahsi geçen öğrenci ile kapıdan içeri girdiler.

Bayan velinin gözlerinden ateş fışkırıyordu:

–Siz kim oluyorsunuz da bana sormadan çocuğumu öyle yerlere götürüyorsunuz?

Cevap oğlundan geldi:

–Anne, bir dakika! Öğretmenimin suçu yok!

–Nasıl yani?

–Öğretmenimin suçu yok! Bana geçen hafta bir kâğıt vermişti; ben de çantama koydum, ama sana gösterip imza almayı unuttum. Gezmeye gidileceği gün gelip de arkadaşlarımın çoğu gidecek olunca, ben de senin yerine kâğıdı imzalayıp hocama teslim ettim. Hocam benim böyle bir şey yapacağımı hiç düşünmedi bile. Bir an bana baktı; «Biraz geç olmadı mı?» dedi; ama imzalı kâğıdı görünce beni de gruba kattı. Tanıtım için okulları ziyarete gidip de o ortamı görünce…

–Evlâdım annenin haberi olmadan neden böyle bir şey yaptın?

–Annemin bana kızacağı düşüncesi ile kendisine bir şey söyleyemedim. O gün arkadaşlarımla gitmek istedim ve gittiğimiz yerlerde gördüğüm ilgi beni çok etkiledi. Annem bunu komşumuz olan sınıf arkadaşımın velisinden duymuş ve bana çok kızdı. Ben de korkudan bir şey diyemedim. Sizin izinsiz gönderdiğiniz düşüncesi ile size kızdı. Böyle olsun istemezdim. Hepsi benim suçum… Çok özür dilerim!

Müdür Beyin odasını bir sessizlik kapladı. Çocuğun velisi, sinirinden ne yapacağını bilemedi. Çocuk zaten mahcubiyetinden ağlamaya başlamıştı. Müdür Bey, çocuğu yanına aldı:

–Delikanlı bu hareket yanlış olmuş; ama bundan sonra bir daha olmayacağına ben inanıyorum.

Annesine dönerek;

“–Sizden ricamız, lütfen üzerine gitmeyiniz. Yeterince farkında zaten…”

Sonra da Öğretmen Hanıma dönerek;

“–Hocam biz de bundan sonra böylesi organizeler için veli ile bizzat irtibat hâlinde olalım. Bu, hepimiz için ders çıkarılması gereken bir olay oldu.” dedi.

Veli, hiçbir şey söyleyemedi. Sinirli bir şekilde çocuğunun elinden tutup, girdiği gibi bir hışımla çıktı.

Müdür Bey, yerine oturduğunda biz de o yokken konuşulanları aktardık. Çok üzüldü. Derin bir iç çekti:

–Ah bir bilseydi. O okullarda ne güzel işler başarıldı. Kur’ân kurslarında yetişen, imam-hatiplere giden o güzîde gençlik olmasa idi, acaba bugün şartlar böyle mi olurdu? Gençliğimiz; tevâzuu, kanaati, yardım etmeyi, şefkat ve merhameti, şifâyı ve rahmeti, cömert olmayı, dürüst olmayı öğrendi oralarda. O tedrisattan geçen birinin hiçbir şeyi olmasa Allah korkusu oldu. Elbette tartışılır ve eleştirilir noktalar, durumlar olmuştur. Ama hiçbir kesimi, en cahilini esas alarak genelleyemeyiz! Çok güzel şeyler yapıldı oralarda. Halkımız; kime ve nereye teveccüh göstereceğini, bizim millet ve memleket olarak hangi dinamiklere sahip çıkmamız gerektiğini çok iyi bilir. Söz konusu vatan olduğunda; gözünü kırpmadan sokağa çıkarken kimse, kimsenin ne mezunu olduğunu, fikrini-zikrini sormadı bile. Meydana çıkarak vatanına, dînine ve sarsılmaz değerlerine sahip çıktı. İşte o mayanın oluşmasında çok ciddî bir rol aldı imam-hatip okulları ve Kur’ân kursları…

–Kesinlikle öyle Müdürüm. Bir de öyle hassas ve öyle özel sahnelere şahit oluyoruz ki; kelimelere, tariflere, tasvirlere sığmaz. Gecelerini gündüze katıp gayret eden o fedâkâr hocalar olmasa, o güzelim genç dimağlara Peygamber edebi ilmik ilmik dokunmasa kim bilir ülke gençliği olarak nerelerde olurduk?

Belki biz de gençliğimizi kontrol edemez, edemediğimiz için de adına özgürlük deyip onca rezilliğe göz yummak, hattâ onlara zemin hazırlamak zorunda kalabilirdik. Sözüm ona modern Avrupa ülkelerindeki gibi belirli miligrama kadar uyuşturucuyu ücretsiz dağıtırdık. Niye? «Müstesnâ gençliğimiz, basit bir uyuşturucu için büyük suçlar işlemesin, birbirlerini yemesinler!» diye. Sonra? Sonra da onları «örnek gençlik», «modern gençlik» diye vitrine ederdik. Hem de en iyisinden, en kralından…

–Ah bir bilseydi… Çocuğu anne-babaya hürmetin en güzelini orada öğrenecek. Özgüvenin ukalâlık olmadığını, hâl-hatır bilmeyi, zarâfeti, bin bir inceliği orada öğrenecek. Fakirin iniltisine kulak vermeyi, mazlumun feryâdına yetişmeyi orada öğrenecek. Ve daha neler neler…

–Öyle anlara şahit oluyoruz ki Müdürüm… Geçen gün doğuştan âmâ bir öğrencimiz hâfızlığa başladı. Çok gayretli ve sesi de bir o kadar güzel. Rabbim yüzüne de öyle bir güzellik ve letâfet vermiş ki… İlk derslerini dinletti ve gözyaşlarına boğuldu. Bir müddet öylece seyredebildim. Şimdi yersiz bir soru ile çamlar devirebilirdim. «İnşâallah çok güzel bir hâfız olacaksın delikanlı. Belki onlarca, yüzlerce taleben olacak. İnşâallah Cenâb-ı Hak sana yetmiş kişiye şefaat etme hakkını verecek!» dedim. Tam o sırada yanımda oturan genç bir hoca arkadaş beklemediğim anda bir soru sordu:

–Evet ben de hocama katılıyorum. Peki bu dünyada en çok istediğin şey nedir?

O sırada hocaya sert bir bakış attım; ama iş işten geçmişti.

Âmâ delikanlı, çok derin bir iç çekti:

–Annemi görmek… Eğer öyle bir hakkım veya imkânım olsa idi, bir dakikalığına da olsa annemi görmek isterdim. Onu çok merak ediyorum. Sonra tekrar gözlerim kapansın, râzıyım…

Hiçbirimizin ağzını bıçak açmıyordu. Hoca arkadaşıma «yaptığını beğendin mi» dercesine baktım. Çok üzüldüm. Delikanlının yaralı gönlünü dağlamak istemezdik; ama cevabını duyduktan sonra; «Hayrı varmış, delikanlı bize bambaşka bir ders verdi.» dedim.

–İşte günümüzün maddeye tapanları; delikanlının bu tertemiz duygularına, ifadelerine asla lâyıkıyla kulak veremeyecekler. Yapabilecekleri bir reklâmdan ve basit bir görüntüden öte geçemeyecek. Gönlünde Allah olmayanın, gözü-kulağı nerede olursa olsun, ne fark eder…

–Evet hocam bize çok iş düşüyor. Allah yardımcımız olsun inşâallah. Şimdi bize ne iş düşüyor?

–Öncelikle sabır. Sonrasında da bu projeyle, hâfızlıkta gönlü olan delikanlıları buluşturma konusunda özel destek bekliyoruz.

–Anlaşıldı hocam. Gözlerimizin nûru nesiller yetiştirmek için el birliği şart. Herkes elini taşın altına koyacak. Aksi takdirde bizden sonraki nesillere pişmanlık hikâyeleri anlatmanın hiçbir kıymeti olmayacak! Belki içlerinde biri, âhirette tutunacak dalımız olur…

–İnşâallah hocam, biz müsaade alalım.

–Müsaade Allah’tan. Haydi, kalın sağlıcakla. Allah sayılarınızı arttırsın. Siz var oldukça biz, sapasağlam ayakta ve dipdiri olacağız…

“Bu yazı www.yuzaki.com yayınıdır.”