Şanlı Mâzimizden Seçme Nükteler – YETİŞMİŞ NESİL FARKI

YAZAR : Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

abdullah_mesud_hidir_yuzakidergisi_aralık2015

«İmâm-ı Rabbânî» ve «Müceddid-i Elf-i Sânî» unvanlarıyla mâruf Ahmed bin Abdülehad Sirhindî Hazretleri, 1564 senesinde Hindistan’ın Sirhind şehrinde doğdu. Babasından ve diğer bazı âlimlerden hem dînî hem de tasavvufî ilimler aldı. Babasından tasavvuf yolunda icâzet almasına rağmen, Nakşibendî şeyhi Bâkî Billâh’a intisap edip ondan da tasavvufî eğitim ve icâzet aldı.

1619 yılında Hindistan hükümdarı Cihangir, İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin müridlerinin çoğalmasından endişe ederek onu bazı bahanelerle hapse attırdı. Buna mukabil İmâm-ı Rabbânî Hazretleri kuru mücadele yerine Kur’ân ve Sünnet yolunda bir İslâm akāidi ve tasavvuf anlayışını yerleştirmek için çalıştı. Müslümanların güçlenmesi ve bid‘atlerden arınması için gayret sarf etti. İrşâdının yanında kaleme aldığı eserlerle insanları yetiştirerek toplumu uzun süren bir uğraş neticesinde ihyâ etti.

İmâm-ı Rabbânî Hazretleri, 1624’te Sirhind’de vefat etti. Kabri, buradaki türbededir.

***

İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin cemaati, Ekber Şah zamanında ufak bir gruptu. İmâm-ı Rabbânî; bu gruba Ekber Şah’la mücadeleyi değil, kâmil insan yetiştirmeyi tavsiye etti. Bir tarafta Ekber Şah’ın devlet kademelerini tutan bir grubu vardı. Diğer tarafta da halk nezdinde müessir olan İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin talebeleri vardı. Zamanla İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin tesir halkası genişledi. Ekber Şah’ın grubunun gücü azaldı, tesiri dağıldı. Nihayet Ekber Şah’ın torunu ve zamanının sultanı olan Âlemgîr Sultan, İmam Rabbânî’nin oğlu Muhammed Mâsûm Hazretleri’ne intisâb etti. Ekber Şâh’ın çıkardığı bid‘at ve sapıklıkların tesirini tamamen sildi.

abdullah_mesud_hidir_3_yuzakidergisi_aralık2015

KOSKOCA PADİŞAH, KÜÇÜCÜK BAHŞİŞ…

Sultan I. Mahmud Han, 2 Ağustos 1696’da Edirne’de doğdu. Çocukluk yılları Edirne’de geçti, ilk eğitimini burada tamamladı.

1703’te babası II. Mustafa’nın tahttan indirilmesiyle sonuçlanan Edirne Vak‘ası’nın ardından İstanbul’a geldi. Amcası III. Ahmed’in tahttan indirildiği Patrona Halil İsyanı’nı müteakip 1730’da padişah oldu.

I. Mahmud Han, hükümdarlığının ilk zamanlarında âsî reislerinin taleplerini yerine getirdiyse de idareyi ele aldıktan sonra İstanbul’da sıkı bir disiplin uyguladı, âsâyişe yönelik tedbirler aldı.

Padişah; Ayasofya, Fatih ve Süleymaniye camileriyle Galata Sarayı’nda kütüphaneler yaptırdı. Onun bu kültürel faaliyetlerine devrin devlet ricâlinin de iştirakiyle İstanbul âdeta kütüphanelerle süslendi.

Dış ve iç meselelerde denge politikası izleyen padişah, Dîvân-ı Humâyun toplantılarına katılarak halkın dertlerini dinledi.

Cirit, at yarışı, yüzme sporlarından ve özellikle mehtap seyrinden hoşlanırdı.

Dînine bağlı, zeki, bilgili, yumuşak huylu, hamiyyetli, barış sever, âdil ve vakur bir padişah olan I. Mahmud, 13 Aralık 1754’te vefat etti. Kabri, Yeni Cami yanındaki Vâlide Turhan Sultan Türbesi’ndedir.

***

Sultan Mahmud; yolda gördüğü bir çocuğa hediye olarak bir altın verir, ama çocuk verilen altını kabul etmez. Sultan sebebini sorduğunda;

“–Sultanım! Annem ve babam bu altını gördüklerinde onu çaldığımı zannederek bana kızarlar.” der. Sultan da;

“–Sen de; «bunu padişah verdi» dersin.” der.

“–Sultanım! O zaman hiç inanmazlar. «Eğer padişah verseydi bu kadar az vermezdi!» derler.”

Sultan Mahmud çocuğun ince düşüncesini ve zekâ kıvraklığını tebessümle karşılar ve bir kese altınla ödüllendirir.

abdullah_mesud_hidir_2_yuzakidergisi_aralık2015

NİCE HİZMET EDERSİN

Osmanlı sadrazamı Köprülü Mehmed Paşa, Arnavutluk’un Ruznik Köyü’nde doğdu. Devşirilerek İstanbul’a getirildikten sonra Enderun’da yetişti. IV. Murad zamanında Enderun’da büyük odalı oldu. Ardından Hazîne-i Âmire hademeleri arasında bulundu. O dönemde Amasya’ya bağlı Köprü (Vezirköprü) kasabasında yaşadığı için «Köprülü» olarak tanındı. Vâlide Turhan Sultan’ın kethüdâsı olan memleketlisi Mimar Kasım Ağa’nın, Köprülü’yü sadârete namzet göstermesiyle kubbe vezirliğine tayin edilerek sadâret mührünü aldı. Köprülü Mehmed Paşa, beş yılı aşan sadâretinde siyasî ve askerî disiplinin tesisinde büyük bir dirâyet gösterdi.

Köprülü Mehmed Paşa, 1661’de Edirne’de vefat etti. Cenazesi İstanbul’a getirilerek Çemberlitaş’ta yaptırdığı külliyede defnedildi.

***

Vâlide Sultan, Mimar Kasım Ağa’nın ısrarla tavsiye ettiği Köprülü Mehmed Paşa’nın denenmesini kararlaştırdı. Köprülü, huzûra çıkıp yer öptükten sonra Vâlide Sultan kendisine iltifatta bulundu. Ardından;

“–Paşa! Padişah Hazretleri size sadâret mührünü ihsan etmek diler, din ve devlet için istenilen bu hizmetin üstesinden gelebilir misin?” diye sordu. Köprülü;

“–Taraf-ı Saltanât-ı Aliyye’den birkaç şart kabul ve inâyet buyurulursa İnşâallâhu Teâlâ Devlet-i Padişâhîde her işin muntazam görülmesi mümkün olur.” diye cevap verdi. Şartlarını sıraladı. Bunlar, huzûr-i humâyuna her ne telhis ederse kabul olunması, tayinlerde şefaat ve iltimas yapılmaması, kendisi hakkında yapılacak iftiralarda, celb edilip dinlenilmeden karar verilmemesi ve serbestçe tasarrufuna mâni olunmaması gibi hususlardı.

Bu mülâhazalardan sonra;

“–Vallâhi’l-azîm senin şartlarını kabul ettim, onların hükümlerine riâyet ederim. Göreyim seni nice hizmet edersin!” diyerek mührü verdi.

Köprülü; vazifeye başladıktan kısa süre sonra, yaptığı tayin ve azillerle ilgili olarak, sarayda aleyhinde bir hava uyandırıldığını öğrenince, huzûra çıkarak devlet umûru başkalarının elinde olunca hizmet îfâsının mümkün olmayacağını ifade ederek mührü geri vermek istedi. Fakat Vâlide Sultan, verdiği sözü tutarak Sadrazama sahip çıktı. (Ayverdi, Sâmiha; Osmanlı Asırları, c. II., s. 86.)

abdullah_mesud_hidir_4_yuzakidergisi_aralık2015

NE HEDİYE GETİRDİN?

Türk astronom ve matematikçisi Ali Kuşçu, XV. asırda Semerkant’ta doğmuştur. Asıl adı Alâeddin Ali’dir. Babası, Uluğ Bey’in doğancıbaşısı olduğu için «Kuşçu» lâkabıyla anılmıştır. Matematik ve astronomi alanındaki temel bilgileri doğrudan doğruya Timur İmparatorluğu’nun 4. Sultanı Uluğ Bey’den tahsil etmiştir. Bir süre Kirman’a gitti. Döndükten sora ilmini ilerletmek üzere Uluğ Bey tarafından Çin’e gönderildiği ve dönüşünde dünyanın yüzölçümünü, ayrıca meridyeni hesap ettiği bilinmektedir.

Uluğ Bey’in ölümünden sonra Timurluların sarayından ayrılarak hac maksadıyla Mekke’ye giderken Tebriz’e uğradı. Burada Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’dan büyük ilgi gördü ve elçilik göreviyle Fatih Sultan Mehmed katına gönderildi. İlmine hayran olan Fatih’in ısrarı üzerine elçilik görevini tamamladıktan sonra İstanbul’a döndü ve yol boyunca büyük törenlerle, armağanlarla karşılandı. Fatih 1473’te Ali Kuşçu’yu Ayasofya Medresesi’ne müderris tayin etti. Bu tayin İstanbul’da astronomi ve matematik alanındaki çalışmalara canlılık getirmiş, hattâ Ali Kuşçu’nun derslerini ilim adamları dahî takip etmişlerdir. Başta; Risâle fi’l-Muhammediyye, Risâle fi’l-hey, Hâllü eşkâli’l-kamer olmak üzere astronomi-matematik alanlarında birçok eseri vardır.

***

Ali Kuşcu, bir gün Türkistan ve Mâverâünnehir emiri ve aynı zamanda hocası olan Uluğ Bey’den izin almadan Kirman’a gider. Kirman’da hem naklî, hem de aklî ilimleri öğrenir. Ânîden geri döner. Hoca Uluğ Bey’i ziyaret edip özür diler. Uluğ Bey özrünü kabul eder lakin;

“–Bana Kirman’dan ne hediye getirdin?” diye sorar.

“–Bir risale getirdim ve bu çalışmada, Ay’ın safhalarını hallettim. Bundan başka bir şeyim yok.” dediğinde, Uluğ Bey;

“–Getir göreyim. Nerelerde hata etmişsin anlayalım.” emrini verir.

Bu tavra üzülen Ali Kuşcu; kendini ispatlama arzusuyla Risâlâtü’l-eşkâlü’l-kamer adlı telif eserini, başından sonuna kadar ayakta ezbere okur. Uluğ Bey tahsilindeki gelişmeye hayran kalır. Ayağa kalkarak onu kutlar. Uluğ Bey’in takdirini kazanan Ali Kuşçu, Semerkant Rasathanesi’ne müdür olur.