YÖNETİMDE BAŞARININ ALTIN KURALLARI

YAZAR : Ahmet ZİYLAN

İnsanoğlu, toplum içinde yaşar. Yalnız yaşayamaz. Aile, köy, mahalle, şehir, devlet… Bu topluluklar da bir nizam ister. O nizamı verecek, insanları sevk ve idare edecek idarecilere ihtiyaç var.

Devlet gibi, firma ve şirketler de bir organizasyondur ve onların da başarısı güzel idare edilmelerine bağlıdır.

İdarecilik, yönetebilme kabiliyeti bir Allah vergisi… Bazı insanlarda farklı farklı şekillerde idarecilik vasfı gelişiyor. Fakat bazı insanlarda hiç oluşmuyor. Onlar ikinci, üçüncü, dördüncü adam olma özelliğini taşıyabiliyor.

Takdîr-i ilâhî…

Herkes bir numaralı idareci olma özelliğinde olsa, kim kime tâbî olurdu ki!

Fakat her baba bir aile yönetecek kadar idare sanatını bilmek zorunda.

Her hoca, sınıfına söz geçirecek kadar idarecilikten anlamak mecburiyetinde.

Küçük bir esnaf da; çırağını yahut tezgâhtarını nasıl başarıya sevk edeceğini bilmeli. Önce kendi yaşantısını, davranışlarını kontrol etmeli, sessiz vaiz olmalı. Meselâ, sigara içen bir idareci; maiyetindekilere; «Sigara zararlıdır!» dese de başarılı olamaz.

İdarecilik, idare eden, herkesi toparlayan, bir bakıma onlara çobanlık yapan anlamında… Hadîs-i şerifte;

“Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz… Erkek, ailesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın, kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur.” (Buhârî, Vesâyâ, 9; Müslim, İmâre, 20) buyurulmuştur.

Çoban ve sürü ifadeleri, Türkçede bazen kullanıldığı gibi kötü anlaşılmamalı. Burada;

“Bir çoban nasıl güttüklerinden mes‘ul ise; hepiniz, idareniz altındakilerden öyle sorumlusunuz. Onların hepsi size zimmetli. Zimmetli olduğuna göre, onlara sahip olacaksınız. Onları uçuruma değil, faydalı, güzel yönlere sevk edeceksiniz. Eğer onları ziyan ederseniz, hesap vereceksiniz!” denmek isteniyor.

Mesele bu kadar mühim.

Baba, evlâdından mes‘ul… Bu sebeple âhirette; evlâdını güzel güdemeyen, sevk ve idare edemeyen babalar, evlâtlarından kaçacak. Her sorumlu öyle…

Dünyevî başarılar için de idarecilik sanatını bilmek şart.

O hâlde, idareciliğin vasıflarını bilmek ve uygulamak herkese lâzım.

Peki, bir idarecinin vasıfları neler olmalı?

◆İdareci akıllı olmalı. Çok yüksek IQ sahibi olması da şart değil. İdarecinin aklı, bütün akıllardan istifade edebilmeyi bilen bir akıl olmalı. Bazen öyle zekâlar oluyor ki, kendi aklından bile istifade edemiyor. İdarecide; gördüklerini, duyduklarını, dinlediklerini muhakeme edip, kendi kararını belirleyebilecek, inisiyatif alabilecek bir akıl olmalı… İdarecinin böyle bir aklı olmazsa; idare edemez, idare edilir. Kararlar zâhiren onun ağzından çıkar. Fakat; hep çevresinin, danışmanlarının, hattâ bazen rakiplerinin dediklerini uygulamaktan öteye geçemez. Tek başına akıl, muhakeme yetmez. Bilgi lâzım, bilgi edinmek için çalışmak lâzım.

◆İdareci çalışkan olmalı. Çalışarak kendini geliştirmeli. Yılmadan, azimle çalışmak, aklı ve anlayışı da geliştirir.

Nerede, hangi konuda idarecilik yapıyorsa, o hususta; gereken kişilerden ders almalı, seminerlere gitmeli, kitaplar okumalı, o mevzuyu daha iyi bilmeli, o işin uzmanı olmalı. Eğer işi bilmezse, idareci olamaz. İster çobanlık, ister generallik yapsın. İster bir fabrikada yönetici, ister CEO olsun… İsterse bir okulda öğretmen veya müdür; ne olursa olsun; işini iyi bilecek.

Bildiğin iş kolaydır; en zor iş, bilmediğindir.

İnsan; ne kadar uğraşsa her şeyi kendisi bilemez. O hâlde, bilenlere danışması, bilenlerden bir ekip oluşturması, istişâre ile hareket etmesi lâzımdır.

◆İdareci adâletli olmalı.

Adâlet, liyâkate ve ehliyete değer vermek demektir. Eğer idareci, ekibini oluştururken, maiyetindekileri seçerken; liyâkate, ehliyete bakmaz da, sadece kendisini seven ve öven kişileri etrafına toplarsa, adâletten sapar.

Kimse, idare ettiği kişileri övüp göklere çıkarmamalı.

Bir insana sürekli;

“Haklısınız, siz ne derseniz doğrudur.” dersen, insan bir müddet sonra şımarır, havalanır. Güzel bir iş yapana da teşekkür edilmelidir.

Tam tersi de olmamalı:

Meselâ çocuğunu, öğrencisini veya maiyetinde çalışanını durmadan;

“Bir şey bilmiyorsun, sen zaten bir haltı beceremezsin.” dersen onu da ezersin.

Bunlar da idareciliğin ince ayarlarından.

İdareci de bir insan olduğu için; kendisine hakkı söyleyecek, kendisini yanlıştan çevirecek, doğruya sevk edecek danışmanları, istişâre edeceği dostları olmalı.

◆İdareci; şefkatli, merhametli, adâletli, becerikli, cesaretli, bilgili, dikkatli, dirâyetli, mütevâzı, emin, güler yüzlü ve tatlı sözlü olmalı.

İdareci; idaresi altında olanların kendisine zimmetli olduğunu hiç unutmayacak. Meselâ, bir idareci; talebesini, çalışanını evlâdı gibi bilecek. Çalışanıyla bütün münasebeti; emir yağdırmak olmayacak, ara sıra da hâl-hatır soracak. Çoluk-çocuğunu, aile efrâdını, derdini, problemini bilecek. Bunları takip edecek, gelişmeleri sorup öğrenecek. Bunlar gönül alıcı, kalp kazanıcı davranışlardır. Bir hocanın, patronun, âmirin böyle hâl-hatır sormasından, ilgilenmesinden; idaresi altındakiler çok memnun olur.

Benim çok tavsiye ettiğim bir başka husus; idarecilerin zaman zaman çalışanlarıyla beraber, onların yediği yemekten yemeleridir. Daha önce bir yazımızda anlatmıştım; askerde sevilen başarılı bir kumandan, askerle birlikte karavanayı iştahla yemiş, bu askere ve bana büyük bir moral olmuştu.

Bu gibi samimî davranışlar, maiyetindekilerin hoşuna gider.

“Bu bizim başımızdaki de bizim gibi bir adam. Ne kadar da mütevâzı. Bizimle birlikte yemek yiyor.” derler. O gün işçilerin bayramı olur. Bunu işçi olmayan bilmez. Tepeden bakanlar, onların iç dünyalarını göremez.

◆Tevâzu ve vakar dengesi. İdareci aynı zamanda, vakûr olmayı da bilecek. Onun-bunun yanında gevezelik eden, ona-buna yersiz şakalar yapan kişi, vakarını kaybeder. Sözünün tesiri düşer.

Hazret-i Ömer;

“Fazla gülmeyi terk edene heybet bahşedilir. Mizahı terk edene izzet bahşedilir.” buyuruyor. Lâubâlî denmeyecek kadar mütevâzı ve ilgili, kibirli denilmeyecek kadar da mesafeyi koruyan, makamının gerektirdiği ağırlığı sergileyen bir kişi olmak gerekir.

◆Yumuşaklık ve sertlik dengesi. Aynı şekilde; çok yumuşaklık, çok sertlik kadar kötü. Aslında sertlik hiç olmayacak. Öfkelenmek yok. İdareci öfkeyi yenmiş bir insan olacak.

Öfke, beceriksizlik ve başarısızlık alâmetidir. Ne yapacağını bilmediği için taşar, köpürür, ne söylediğinden de haberi olmaz. İyi bir idareci, hiç öfkelenmez.

Bir belediye başkanına bunu söyledim;

“–İyi bir başkan hiç öfkelenmez. Öfkelenme!” dedim.

Dedi ki:

“–Bazısına da öfkelenmeden anlatamıyorsun. İllâ bir şeye öfkeleneceksin. Nasıl olsa öfkelenmedi diye aynı kabahati yine yapıyor.”

Dedim ki:

“–Öyle bir durum olduğu zaman öfkelenmiş gibi yapacaksın. Yani rol yapacaksın. Yine öfkelenmeyeceksin. Çünkü öfkelenmek kendine zarardır.”

◆İdareci, takip ve kontrol duygusuna sahip olacak.

Bir iş adamı, bir sporcu, bir satranç oyuncusu ne yapar? Daima rakibini kollar, onun hamlelerini düşünür.

Bundan sonraki hamlesi ne olur?

Bundan sonra ne yapar?

Ben şöyle hareket etsem, o nasıl cevap verir?

Bunları düşünüp takip etmek gerekir. Oyunda bir taşı değil, bütün taşları düşünmek gerektiği gibi; iş sahasında da, bir pencereden değil, her pencereden, bir yönden değil her yönden bakabilen, bir olay veya bir işin on çeşidini düşünüp en iyisini yapan, mükemmel idareci olur.

Ben askerde kumandanımız olan Mehmet KURDAL’dan çok şey öğrendim. Hem çok sert, hem de çok tatlı bir adamdı. Daha önce de yazmıştık:

Kışlada nöbetçi olduğu gün beni yanına çağırır, çay içirir, sohbet ederdi. Bu arada bölükte olup biteni öğrenirdi. Sonra bunları bilmeyen teğmenleri azarlardı. Teğmenler de bana gelir kızarlardı. Ben de onlara; “Siz de komutan gibi yapın, askerin arasına karışın. Sohbet edin, öğrenin.” demiştim.

Bu Mehmet KURDAL’dan bütün asker hem çok korkar, hem de onu çok severdi. İşte sertlik ve yumuşaklık dengesi. Adam çalışkandı. İşini severdi. Herkesle ilgilenir, büyük-küçük her meseleyi çözerdi. O kadar ki, birini görür, elbisesi dar; diğerini görür, elbisesi bol;

“Git falancayla elbiseni değiş!” der, ikisinin de güzel görünmesini sağlardı.

Bölükte meydana gelen hâdiseleri, günah-sevap defteri dediği bir deftere yazardı. Bir hata işlendiğinde, bağırıp çağırmaz, o an, sadece telâfisi için ne yapılması gerektiğini söylerdi. Fakat birkaç gün sonra, erâtı toplar yine günah-sevap defterini çıkarır;

“Filân gün şöyle bir hata olmuştu. Onu yapan filân adam idi, ona teessüf ederim.” derdi. Herkesin içinde…

“Filân yerde gördüm, nöbetçi işine çok dikkat ediyordu. Ona teşekkür ederim.”

Başarılılara çeşitli mükâfatlar ayarlar, verirdi. Yanlış yapanı cezalandırır, en azından bir teessüf ederdi. O teessüf, cezalandırma demekti.

Her işle ilgilenirdi; yemek, yatak, temizlik… Her şeyi kontrol ederdi. İşte biz ona, idareci diyoruz. Gerçek idareci maiyetindekilerin iyiliği için elinden geleni yapar.

◆İdarecinin hâdiseler karşısında sabırlı olması şart. Nasıl dînimizde, tebliğde, musîbetler karşısında Rabbim sabır tavsiye ediyorsa; iş hayatında da sabır şart. Bir olumsuz gelişme karşısında hemen kendisini helâk etmeyecek. Âyet-i kerîmede; «Öfkelerini yutarlar.» buyuruluyor. İdareci de öfkelense bile öfkesini yutacak. Sabredecek, soğukkanlı olacak, düşünecek, böyle yaparsa işler hep kendiliğinden yoluna girer.

◆Şikâyet yok!

Şikâyet, sonunda insanı bezdirir. Bir idareci maiyetinden, bir iş adamı işinden, bir öğretmen öğrencisinden şikâyet etmeye başlamışsa, orada iş bitmiştir. Kişinin pili bitmiş demektir. Şevki kaçmış, o işi yaptıracak sevgi ve arzu tükenmiş demektir. Kişi bu duruma geldiğinde hiçbir iş yapmadan;

«Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm» demeli, abdest alıp iki rekât namaz kılmalı ve çok çok duâ etmelidir. Asla şikâyet, küfür, bedduâ etmemelidir, rahatlayana kadar iş yapmamalı veyahut başka bir işle kendini dinlendirmelidir.

Meşhur şikâyet lâfları vardır. Meselâ;

«Zaman bulamıyorum! Çok yoğunum! Bu kadar da olmaz ki! Şöyle yaptılar, böyle yaptılar, buna tahammül edilir mi!»

Bir arkadaşım;

“Amerika’da okulda; «Zamanım yetmiyor!» demek sınıfta kalmak sebebi.” derdi. Zamanını da yetireceksin, gününü de yetireceksin, tahammülünü de yetireceksin. Bizde de büyük imtihanlarda en büyük mesele, zamanı yetiştirmek. Soruları bilse de zamanı yetiştiremeyen, hiçbir hak iddia edemez.

Her şeyin üzerinde durabilirsen idarecisin. Eğer sen onları idare edemezsen, sen idare edilen olursun. Bu gayret, ısrar, çalışkanlık, sabır vs. nereden gelecek?

◆İdareci; mutlaka işini, sanatını, çalışanını, talebesini… sevmeli. Eli açık ama savurgan olmamalı.

İdare etmek için, herkesi seveceksin. Sevmezsen her şeyden sıkılabilirsin. Sevmeyi bileceksin. Gururlu, kibirli, kendini beğenmiş insan; sevemez. Kendini beğenmek, kendini övmek yok.

İnsanların en mükemmeli olan Hazret-i Peygamber ne buyuruyor:

“Övünme yok…”

İdareci; mütevâzı olduğu için, kendini kimseden üstün görmeyecek. Makamının ağırlığını koruyacaksın, fakat iş dışında da herkesle tatlı geçineceksin. İnsanların ihtiyaçlarını göreceksin. Onları seveceksin, bu sevgiyle onları çalıştıracaksın.

◆İdareci; tutarlı, sistemli ve ciddî olmalı.

Sistem uygulayacaksın, sistem kuracaksın. Lâçka olmayacak. Verdiğin söze ve saatine dakik olacak, tutarsızlık sergilemeyeceksin. Bir gün erken, bir gün geç değil; her gün ciddiyetle aynı saatte işinin başında olacaksın. Sen onda, on birde gelirsen, yardımcın da dokuzda gelir, onda gelir. Hiçbir iş rayında gitmez.

Eski emniyet müdürlerinden meşhur Sayın Sadettin TANTAN ile çok yakın arkadaşı emniyet müdürlerinden Sayın Osman ÇAPALI ayrı ayrı dairelerde müdür iken; ikisi aynı dairede, Tantan müdür, Çapalı da müdür yardımcısı olur. Tantan, aralarından su sızmayan arkadaşı Çapalı’ya;

“Bugünden sonra; işlerimizde dakik olacağız, kepenkleri zamanında açacağız, mesai saatinde arkadaşlık bitti!” der.

İş ciddiyeti!

Rahmetli Musa TOPBAŞ Efendi’den duymuştum:

“Falanca meşhur bir iş adamının dünya görüşünü beğenmeyiz. Fakat; iş ciddiyetini, erken kalkmasını, dakikliğini, insan sarraflığını takdir ederiz.” demişti.

İdarecinin vasıfları böyle.

Bu vasıflar; bir iş adamında, bir idarecide, bir öğretmende mevcut olursa, o kişi başarılı olur. Başarılı bir idarecinin olduğu yerde; birlik olur, birlik olan yerde dirlik. Dirlik olan yerde başarı olur.

En mükemmel idareci, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir. O’nda bütün güzel vasıflar; aile hayatında da vardı. İş hayatında da vardı. Kumandanlığında da, öğretmenliğinde de vardı. En güzelini O yapıyordu. Eğer biz de O’nun ümmeti olursak, yolundan gidersek biiznillâh muvaffak oluruz.

Rabbim herkesi bu vasıflara hâiz başarılı bir idareci eylesin. Mes‘ûliyetlerinden kıyâmette yüzünün akıyla çıkabilecek; idaresi altındakileri sevk ettiği hayırlarla, amel defteri sevaplarla dolan bahtiyar kullarından eylesin. Âmîn.