HAKK’A VUSLAT ve ÜMMETE VEDÂ

YAZAR : İrfan ÖZTÜRK

İki Cihan Serveri Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in mübârek velâdetleri de, yüce Rabbimiz’e irtihalleri de Rebîulevvel ayında ve pazartesi gününde meydana gelmiştir.

Mübârek ve kutlu doğumun, 20 Nisan 571 olarak hesap edildiğini ve son yıllarda bu vesile ile Efendimiz’i hatırlamaya vesile olacak programlar düzenlendiğini bilmekteyiz. Efendimiz’in vefatı da, 8 Haziran 632 mîlâdî tarihine tesadüf etmektedir.

Yüce Dost’una yolculuklarının 1382’nci sene-i devriyesinde; O’nun vefâtını da saran güzelliği, bize son vasiyetlerini hep beraber hatırlayalım:

Hazret-i Peygamber sıhhati çok muntazam bir hayat sürerdi. Az yerdi, temizliğe dikkat ederdi. Vahyi telâkki etmenin şiddeti dışında, hastalanması pek nâdirdi. Ancak hicretin yedinci yılında, Yahudi karısının zehirlediği koyun etinden bir lokma almıştı. Âlimler şu hadîs-i şeriften hareketle, Efendimiz’in aslında şehîden vefat ettiğine kānîdirler:

Hastalığı esnasında;

“–Ey Âişe! Hayber’de tatmış olduğum zehirli etin elemini devamlı hissedip durdum. Şu anda kalbimin damarının koptuğunu duymaktayım.” demişti. (Buhârî, Meğâzî, 83)

Milâdın 632, hicretin 11’inci yılı, Safer ayının 19’u, bir Pazar günü gecesi, esrarengiz bir ziyaret vukû buldu. Gecenin karanlığında, şehir hâricine çıktı. Bakî‘a’ya giderek mezarlıkta yatanlara selâm verdi;

“–Biz de yakında sizin aranızda olacağız.” buyurdu.

Vedâ Haccı’nda bu fânî dünyadan ebediyet âlemine göçme gününün yaklaştığına işaretler vardı. Şimdi de bu esrarengiz ziyaret vukû bulmuştu. Son dakikaların yaklaştığı haberini almıştı. Bakî‘ mezarlığını ziyaret edip, hâtıralarını yâd edip, onlara duâlar etti.

Mezarlık ziyaretinden dönüşünde, hastalık ciddî bir hâl aldı. Hazret-i Âişe’nin yanına uğradı. Hazret-i Âişe, O’na başının ağrıdığından şikâyet etmiş; «Vah başım!» demişti. Hazret-i Peygamber de buna şöyle mukabele etmişti:

“–Senin değil, asıl benim vah başım!”

HASTALIĞA RAĞMEN

Hastalığına rağmen, devlet işleriyle meşguldü. Yemen’de ortaya çıkan peygamber taslağı Esvedü’l-Ansî’ye dair haberleri takip ediyordu. Üsâme ordusunun hazırlığı ve hareketiyle yakından ilgileniyordu. Üsâme’nin kumandan tayin edilmesine itiraz edenlere, hasta hasta cevap vermişti.

Hastalığı, günden güne ağırlaşıyordu. Buna rağmen, yine Mescid’e çıkıyor, namazda imam oluyor, cemaate vakit namazlarını kıldırıyordu.

Nihayet bir gün hastalığı, O’nu dermansız düşürdü. Mescid’e çıkamadı. Son kıldırdığı namaz, akşam namazı idi. Hayatı boyunca en sâdık dostu ve yâr-ı gārı olan Ebûbekr’i namaz kıldırmak için yerine tayin etti. Hazret-i Âişe, buna mâni olmak istedi;

“–Babamın kalbi yumuşaktır, Kur’ân okurken dayanamaz ağlar.” dedi.

Hazret-i Peygamber yine;

“–Ebûbekir namazı kıldırsın!” deyince Hazret-i Âişe aynı sözü tekrarladı.

Hazret-i Ebûbekir, üç gün imamlık yaptı.

Hastalığında Hazret-i Peygamber’in yanında, yedi dinar parası vardı. Onları sadaka vermelerini söyledi. Hastalığıyla meşgul olduklarından telâşla unutmuşlar, onları fukarâya dağıtmamışlardı. Bir aralık hastalığı hafifleyince;

“–Paraları ne yaptınız?” diye sordu.

Hazret-i Âişe;

“–Duruyor.” dedi. Onları getirtti, avucuna alarak;

“–Allâh’ın Peygamberi Muhammed, bunları fakirlere dağıtmadığı, yanında bulundurduğu hâlde Rabbine kavuşmayı uygun görecek değildir!” dedi. Hepsi fakirlere sadaka olarak dağıtılınca; “Şimdi rahatladım!” buyurdular. (Ahmed, VI, 104)

Böylece vefatı esnasında Efendimiz’in elinde altın, gümüş nâmına bir şey kalmadı. Birkaç ev eşyası kaldı.

Siyer-i Nebî âlimleri; Elbise, iki kilim, çarşaf, su kabı, tarak, makas, misvak gibi şeyler zikrederler. 20 deve, 100 koyun, 7 keçi, bir katır ve silâhları vardı. Medine’de arazisi, Fedek ve Hayber’de hisseleri vardı. Bunlardan zevcelerine hisseler tahsis ettikten sonra, kalanını; yolculara, misafirlere, gelen heyetlere sarf olunmak üzere vasiyet etti.

FÂTIMA VÂLİDEMİZLE HASBİHÂLİ

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hastalığında Hazret-i Âişe’nin odasında yatıyordu. Kızı Hazret-i Fâtıma; her gün gelip babasını ziyaret eder, hatırını sorardı. Hayatta biricik evlâdı, kızı Fâtıma kalmıştı. Hatice’nin sevgili yâdigârı, babasının biricik nazlı kuzusu idi. Fâtıma evine gelince; onu ayakta karşılar, kucaklayıp öper, yerine oturturdu. Hastalığındaki bu ziyaret çok hazin olmuştu. Fâtıma, babasını bitkin hâlde görünce;

“–Kim bilir, ne acılar çekiyor, babacığım?” diye inledi.

“–Babasının sevgili kuzusu, bugünden sonra babacığın hiç acı çekmeyecek.” buyurdu.

Bu, elem dünyasından göçeceğine işaretti.

Fâtıma, gözyaşlarını tutamadı:

“–Niye ağlıyorsun yavrum; yerdeki ve gökteki kadınların içinde en hayırlısı olmak sana yetişmez mi?”

Bununla beraber Hazret-i Peygamber, ölüm döşeğinde ona şu fazîlet dersini vermişti:

“–Ey Peygamber’in kızı Fâtıma! Seni âhiret gününün mes’ûliyetinden kurtaracak hayırlı işler yapmaya bak. Peygamber kızı olmak, sana bir şey kazandırmaz. Ben, seni o günün dehşetinden kurtaramam!”

SON HUTBELERİNDEN BİRİ

Peygamberimiz; hastalığına rağmen, irşad vazifesini hiçbir zaman ihmal etmezdi. Yine hastalığı esnasında îrad ettiği hutbelerinden birinde ashâbına şu nasihatlerde bulundu:

“Ey insanlar! Bilmiş olun ki, bu dünyadan göçme zamanımın geldiği bana haber verildi. Allâh’ıma kavuşacağıma seviniyorum. Ümmetimden ayrılacağım için de mahzunum.

Ey nâs! Vasiyyetimi dinleyin, belleyin, burada bulunanlar bulunmayanlara tekrarlasın.

Allah, gönderdiği kitapta size helâl ve haram kıldığı şeyleri, yapacağınız ve sakınacağınız şeyleri bildirdi. Siz o Kitab’ın akıllara hayret veren hükümlerine itaat edin. Saydığı misallerden ibret alın. Sizi cennetten uzaklaştıran, cehenneme yaklaştıran heveslerden ve şehvetlerden uzak durun. Topluluktan ve doğruluktan ayrılmayın. Emânete hıyânet etmekten sakının ve Allah’tan korkun.

Kölelerinize ve hanımlarınıza eziyet etmeyin. Onların haklarını gözetin.

Çoluğunuza, çocuğunuza ilim ve edep öğretin. Onlar sizin yoldaşınızdır ve size emânettir.

Ey halk! Âl ve ehl-i beytime, Kur’ân’ı bilenlere muhabbetten ayrılmayın. Âlimlere saygı gösterin, onlara kin gütmeyin, onları kıskanmayın. Bilmiş olun ki; onları seven, beni sevmiş olur.

Ey halk! Tahârete riâyet edip namaza devam edin. Malınızın zekâtını verin, zekât vermeyenin namazı da yoktur. Namazı olmayanın ise; orucu, haccı, cihâdı ve dîni yok demektir.

Ey nâs! Dilinizi tutun, gururu bırakın, büyük işler başarın, vücutlarınızı işletin, tembel olmayın. Düşmanlarınızla savaşın, mescidlerinizi mâmur tutun, îmânınızı kuvvetlendirin.

Önce kendi nefsinize, sonra kardeşlerinize nasihat edin, nâmusunuzu koruyun, malınızdan sadaka verin, birbirinizin nâil olduğu şerefi kıskanmayın, kendinizi esirlikten kurtarmaya çalışın, zulmetmeyin.

Allah, hesap gününde zalimi bizzat muhakeme edecektir.

Ben haberimi aldım. Allâh’a gidiyorum. Dîninizi ve emânetinizi Allâh’a ısmarladık.

Ey ashâbım ve ey cemaat!

Sizlere selâmetler dilerim.

Allâh’ın rahmeti ve bereketi sizin üzerinize olsun.”

EMSALSİZ HELÂLLEŞME

İrtihâlinden iki gün evveldi. Kollarına girilmiş vaziyette, bitkin bir hâlde mescide geldi. Fakat sîmâsında tasvîri kābil olmayan bir tebessüm vardı. Ağır ağır minbere çıktı. Yüzünü cemaate döndü:

“Ey müslümanlar! Şayet birinize karşı fena bir muamelede bulunduysam, onun karşılığını kabûle âmâdeyim.

Kime vurduysam, işte sırtım. Gelsin vursun!

Kimin bende alacağı varsa, işte malım. Gelsin hakkını alsın!”

Ashabdan biri, üç dirhem alacağı olduğunu söyledi. Çünkü bu üç dirhemi, Peygamber’in emri üzerine bir fakire sadaka vermişti. Bu para, derhâl verildi.

Tarih böyle bir manzara görmüş ve kaydetmiş değildi.

SON SAATLERİ

8 Haziran’a rastlayan Rabîulevvel ayının Pazartesi günü, sıcak bir gün, Medine semâsı saf ve berrak. Seher vaktinin tatlı havası esmekte. Hazret-i Peygamber, hastalığının hafiflediğini hissetti. Sabah namazında Mescid’e çıktı. Ebûbekr’in arkasında cemaat oldu. Oturduğu yerden ona uyarak namazını kıldı. Sonra ashâbına şunları söyledi:

“Ben, Kur’ân’ın helâl kıldığını helâl kıldım, haram ettiğini de haram ettim. Sizden evvelki milletler, peygamberlerinin ve evliyânın mezarlarını birer ibâdetgâh ittihâz etmişlerdi. Sizi böyle bir şey yapmaktan men ederim.”

Müslümanlar, hastalığının hafiflemesine çok sevindiler. Hazret-i Ebûbekir; Medine kenarındaki evine gitmek için müsaade bile aldı.

Fakat bu, irtihal öncesi bir hafiflik idi.

Peygamberimiz odasına dönünce, dermansızlığını daha çok hissetti. Öğleye doğru idi, nefesi ağırlaşmıştı. Son dakikaları yaklaşıyordu. Dili zikrullah ile meşguldü;

“Lâ ilâhe illâllah, şüphesiz ölümün sekerâtı (şiddetleri ve sadmeleri) vardır!” (Buhârî, Meğâzî, 83) buyuruyordu.

Başı Hazret-i Âişe’nin kucağında, göğsüne dayalı idi. Nefesi darlaşıyor, ağır ağır soluyordu. Bu son dakikalarında bile irşad vazifesini ihmal etmiyordu. Yanındakilere şöyle diyordu:

“Namazınız ve elinizde bulunan köleler hakkında dikkatli olun.”

Yanında bir kaba soğuk su koymuşlardı; elini suya batırıyor, yüzünü ıslatıyordu. Elini kaldırdı. Parmağıyla semâya işaret etti;

«Rafîk-ı Âlâ’ya! (yüce Dost’a)» dedi. Ve eli yanındaki su kabına düştü. (Buhârî, Meğâzî, 83)

Artık kıyâmete kadar, şu hadîs-i şerifteki hâl içinde bulunacaktı:

“Sağlığım sizin için hayırlıdır: Siz benimle konuşursunuz; ben de sizinle konuşurum!

Vefâtım da sizin için hayırlıdır: Amelleriniz bana arz olunur, hayırlı amellerinizi gördüğümde, ondan dolayı Allâh’a hamd ederim; kötü amellerinizi gördüğümde ise sizin için Allah’tan mağfiret dilerim.” (Heysemî, IX, 24)

(Kaynaklar: Hasan ARIKAN, Muhtasar İslâm Tarihi; Osman Nûri TOPBAŞ, Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-)

Peygamber Efendimiz’in; âlinin, ehl-i beytinin, ashâbının ruhları için; Kitab ve Sünnet’e tâbî olmak sûretiyle tüm ümmetin huzur ve felâhı için; üç İhlâs bir Fâtiha okumalarını okuyucu kardeşlerim ve yüz akı dostlarımdan istirham ederim.

Allah cümlemizi şefaatlerine nâil eylesin.

Hasret kaldın Rasûl’e, bekle artık vuslatı.
Sarıl kardeş «sünnet»e, kaçırma bu fırsatı… (Gülzâr-ı İrfan)