Şânlı Mazimizden Seçme Nükteler
NE NİYETLE GELİRSEN
YAZAR : Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com
Emir Buhârî 1368 yılında Buhara’da doğdu. Asıl adı Şemseddin Muhammed’dir. Seyyid olduğu için «Emir» diye anıldı. Babası Seyyid Ali, Buhara’nın tanınmış mutasavvıflarındandı. On yedi yaşlarında iken babası vefat edince bir süre çömlekçilik yaptıktan sonra tanınmış mutasavvıflarla hacca gitmek üzere Buhara’dan ayrıldı. Birkaç yıl Medine’de kaldıktan sonra Bağdat’a oradan da Karaman, Niğde, Kütahya ve İnegöl üzerinden Yıldırım Bâyezid zamanında Bursa’ya geçti. Bursa’da «Emir Sultan» diye anılmaya, ulemâ ve meşâyıh arasında itibar görmeye başladı. Zâhir ilimleri sahasında kendisini imtihana çekmek isteyen; Molla Fenârî, Molla Yegân, Ali-i Rûmî gibi âlimler, onun mânevî gücü karşısında sükût edip boyun büktüler. Yıldırım Bâyezid seferde iken kızı Hundî Hatun ile evlenerek Padişah’a damat olan Emir Sultan Hazretleri, 1430 yılında Bursa’da vefat eyledi. Kabri, Bursa’daki türbededir.
***
Emir Sultan’ın büyük sevgi ve saygı gördüğü, adının yediden yetmişe herkesin dilinde dolaştığını duyan iki kişi, ziyaretine gitti. Yolda giderken biri;
“Benim gönlümdeki taze ekmek ile kaymak olsun.” diğeri de;
“Benimkisi de hayır duâ olsun.” dedi.
Dergâha vardıklarında Emir Sultan talebeleri ile bahçede sohbet ediyordu. Emir Sultan;
“Şu gelenlerden filâna ekmek ve kaymak verin, ötekisi için de hayır duâ edelim. Nefsinin hevâ ve hevesinden uzak ve Allah korkusunda müdâvim olsun!” buyurdu. Kalbinden hayır duâ isteyen zât, Emir Sultan’ın talebesi olarak uzun yıllar hizmetinde bulundu.
TÜM İLİMLERİN TEMELİ
Abdurrahman bin Muhammed Hadramî, nâm-ı diğer İbn-i Haldun’un künyesi Ebû Zeyd, lakabı Veliyyüddîn’dir. 1332’de Tunus’ta doğdu. İlk tahsilini babasından ve zamanının meşhur âlimlerinden aldı. Başarılarıyla göz doldurup yirmili yaşlarda Tunus hükümdarına kâtip oldu. Sonraki hükümdar Ebû Sâlim de ona nişancılık, zaptiye ve dâvâlara bakma vazifesi verdi.
Daha sonra Endülüs’e giden İbn-i Haldun; orada bir müddet kaldıktan sonra, Bicâye Sultanı Ebû Abdullâh’ın davetiyle memleketin idarecisi oldu.
Bir müddet, devlet memuriyetini bırakarak bir köşeye çekildi. İlim ve ibâdetle meşgul oldu. Bu müddet içinde mühim eserlerinden Mukaddime’yi yazdı. Hacca gitmek maksadıyla, Tunus’tan Mısır’a gitti. Kahire’ye vardığında talebelerin ricası üzerine Câmiu’l-Ezher’de ders okutmaya başladı. Ezher’de müderris olduğu yıllarda kadılığa tayin edildi.
Büyük İslâm hukukçusu ve «Tabîatu’l-Umrân» adını verdiği sosyoloji ilminin kurucusu İbn-i Haldun, ömrünün son senelerini Mısır’da fıkıh ve hadis dersleri okutarak ve kadılık yaparak geçirdi. 1406 senesinde Kahire’de ebediyete irtihal etti. Kabri, Sofiyye Kabristanı’ndadır.
***
İbn-i Haldun; fetih ve zaferlerin temelindeki birliği, sosyolojik bir tahlille şöyle ifade eder:
“Galebe çalmak, ancak asabiyet ve bir düşünce etrafında toplanarak onu tahakkuka azim ve kalpleri birbirine ülfet ettirmekle olur. Kalpler ise ancak insanların Allâh’ın dînini yaymak ve hâkim kılmak hususunda birbirine yardımlaşmaları ile te’lif edilebilir, kaynaştırılabilir.”
“Dîne inanma ve boyun eğme; asabiyet sahibi olanlar arasındaki çekişmeleri, yarışmaları ve birbirlerini kıskanmaları durdurur ve sona erdirir. Hepsi de hak ve hakikat etrafında toplanırlar; din, onları maslahat ve menfaatlerinde basîretle düşünmeye sevk eder.” (Mukaddime, I, s. 401, 403)
ŞERÎAT MECLİSİ
Selçuklu Atabeylerinden Nûreddin Mahmud bin Zengî 1118’de Musul’da doğdu. İslâm terbiyesi altında iyi bir eğitim gören Nûreddin Mahmud, gençliğinden itibaren babasıyla seferlere iştirak ederek askerî tecrübesini artırdı. Babasının vefatının ardından Halep ve çevresinin idaresi kendisine verildi. İdaresi altındaki topraklarda adâleti tesis ettiği için; «Melikü’l-Âdil» nisbesiyle anıldı. Ahlâk ve fazîlette Hulefâ-yı Râşidîn ve Ömer bin Abdüaziz’den sonra en ileri derecedeki hükümdarlardandı. Gecesi gündüzü; ibâdetle, Allah yolunda cihadla, kitap mütalâası ve iyilik yapmakla geçerdi.
Nûreddin Zengî; imar ettiği hayır müesseselerinin ve vakıfların yanında, Selâhaddin Eyyûbî’yi yetiştirmesiyle de tanınır.
Sultan Nûreddin Mahmud, 15 Mayıs 1174’te Şam’da vefat etti. Kabri, kendi yaptırdığı Nûriye Medresesi’ndedir.
***
Nûreddin Mahmud, adâletiyle tanınan bir hükümdardı. Adâlet anlayışını daha iyi anlatabilmek için İbnü’l-Esîr’in şu görüşlerini nazar-ı dikkate almak lâzımdır:
Bir şahıs onu mahkemeye davet etmiş, o da onunla birlikte mahkemeye gitmişti. Nûreddin, kadıya haber gönderip;
“Ben dâvâlı olarak geldim. Dâvâlılara nasıl davranıyorsan bana da öyle davran.” dedi. Muhakeme sonunda hükümdar haklı çıktı, fakat hakkını kendisini mahkemeye çıkaran şahsa bağışladı. Neden bağışlayacağı hâlde mahkemeye çıktığını soranlara;
“İddia ettiği şeyi ona verip gitmek istedim. Fakat bunun beni gurura ve kibre sevk edip şerîat meclisine gitmeme mâni olmasından korkup da geldim.” dedi.
İLİM YETİMİ, İRFAN ÖKSÜZÜ
Abdurrahman Şeref GÜZELYAZICI Hocaefendi, 6 Mayıs 1904’te Selânik’in Petriç kasabasında doğdu. Dört yaşında iken babasını, dokuz yaşında iken annesini kaybetti. 1912’de ağabeyi ile Tekirdağ’ın Saray kasabasına göç etti.
İlköğrenimini Petriç’te ve Saray’da tamamladı. Daha sonra İstanbul’a giderek Dârü’l-Hilâfeti’l-Aliyye Medresesi’ni ve Dârülfünûn İlâhiyat Fakültesi’ni bitirdi.
Abdurrahman Şeref Hoca; memuriyet hayatına, Millet Kütüphanesi’nde başladı. Ortaokul ve liselerde; Türkçe, edebiyat ve din bilgisi hocalığı yaptı. 1948 yılında İmam-Hatip mekteplerinin yeniden açılmasına katkıda bulundu ve İstanbul İmam-Hatip’te çeşitli dînî dersler verdi.
Güzelyazıcı Hoca; Şehzade, Vâlide (Aksaray) ve Beyazıt camilerinde vaizlik, Fatih Camii’nde fahrî hatiplik ve vaizlik vazifelerinde bulundu.
1972’de başladığı İstanbul müftülüğü vazifesini ömrünün sonuna kadar sürdürdü. 15 Mayıs 1978’de İstanbul’da vefat etti. Kabri, Edirnekapı Şehitliği’ndedir.
***
İhsan Süreyya SIRMA anlatıyor:
“Doktora çalışmaları sırasında kendisiyle tanışma şerefine nâil olduğum Abdurrahman Şeref GÜZELYAZICI İstanbul’daydı. Kendisiyle görüşürdüm. Şer‘î Siciller’de çalışırken Güzelyazıcı Hoca’yı gördüm. Bir gün yanındayken bana;
“–Bir müslüman için en zor şey nedir?” diye sordu.
Ben;
“–Siz bilirsiniz.” dedim.
O da dedi ki:
“–Bir müslüman için en zor şey, irfan öksüzü olmak.”
“–O ne demek Hocam?” dedim.
Dedi ki:
“–Burası ilim merkezidir. İstanbul bir ilim merkezidir. Bazı dînî meselelerde sıkışıyoruz, altından çıkamıyoruz. Soracağımız bir âlim kalmadı, irfan öksüzü olduk.”
***
Kendi düğününde hanımının ısrarı üstüne davul çaldıran Hoca’ya birisi;
“–Bu iş nasıl oldu Hocaefendi?” diye sorar. Hoca;
“–Ne yapayım, ömür boyu, o tokmağı başıma yemektense bir gün davula vurdurdum.” diye cevap verir.