ÖMRÜN SON FASLI ve…

YAZAR : Hadi ÖNAL hadional23@gmail.com

Belli bir yaştan sonra insan, dönüp bakıyor da ardına; içerisinde güzelliklerin olduğu kadar acıların da saklandığı bir sürü kırık dökük yıl… Adına ömür denilen doğumdan ölüme varoluş süresi… Yûnus Emre’nin;

Geldi geçti ömrüm benim şol yel esip geçmiş gibi…
Hele bana şöyle geldi şol göz yumup açmış gibi…

diye tanımladığı;

Yahya Kemal BEYATLI’nın;

Fânî ömür biter bir uzun sonbahâr olur.
Yaprak, çiçek ve kuş dağılır târumâr olur.

ifadesi ile mevsimleştirdiği;

“Ölmezliği başkasında arama / Sevmek inanmaktır Allâh’a / Ömrümüz çözülen bir yumak / Ki sarılmayacak bir daha” sözleriyle bir başka şairin yumağa benzettiği;

Dere boyu saz olur,
Gül açılır yaz olur,
Ben yârime gül demem,
Gülün ömrü az olur.

mısraları ile uzatılması arzulanan ömür; kimi zaman yol, kimi zaman akan bir su, kimi zaman da masal olarak çıkar karşımıza.

Dünyayı tozpembe gördüğümüz, can kafesimizdeki rûhumuzla; «Ah yeniden dönebilsek!» dediğimiz; katıksız, katışıksız saflığın, temizliğin, sevginin sarıp sarmaladığı çocukluk yıllarımız… Dur durak bilmeyen bir koşu ile başlayan okul ve gençlik dönemlerimiz. Sevgimiz, sevdamız, deli çağımız… Küslüklerimiz, dargınlıklarımız; dostlarımız, dostluklarımız; umutlarımız, korkularımız, özlemlerimiz, heyecanlarımız, hayallerimiz, inanç ve ideallerimiz… Diplomalarımız, iş arayışlarımız, evliliğimiz… Evlilikle başlayan, çocuklarla büyüyen sorumluluk ve gaileli yıllarla devam eden yolculuğumuz…

İnsan, hayatın koşuşturmasına kaptırınca kendini; günler, aylar, yıllar su misali akar gider. Cahit Sıtkı TARANCI’ya;

Geç fark ettim taşın sert olduğunu,
Su insanı boğar, ateş yakarmış.

dedirtir. Ardından; “Aynalara küsülen, dostlarla yolların ayrıldığı” o günler gelir çatar.

Yaşlılık, ihtiyarlık… adına ne derseniz deyin, kendisine uzun ömür takdir edilen her insanın yaşaması mukadder olan zaman dilimidir. Peygamberimiz;

“Allah, her hastalık için mutlaka bir devâ vermiştir. Ancak bir dert müstesnâ, o da ihtiyarlıktır.” (Ebû Dâvûd, Tıb, 1) dediği kabulü zor, ifadesi soğuk olsa da hayatın bir gerçeğidir yaşlılık.

Âşık Veysel’in, «bir handan diğer bir hana giderken, adımladığı uzun ince yolun» son durağıdır. Yılların yorduğu bedenler; dizlerdeki takatsizlik, ellerdeki benekler, yüzlerdeki çizgiler, saçlardaki aklar ömrün bu döneminde görülen en belirgin dış özelliklerdir. Ya duygu boyutu?.. Çoğu zaman göz ardı edilen bu boyutunda yaşlılık; yalnızlıktır, korkudur, hüzündür, özlemdir. Özgüvenin, uyumun ve üretkenliğin azalması; kişinin, dış dünyayı terk ederek kendi iç dünyasına çekilmesidir.

Nâzenin bu ömrümüz, bir göz yumup açmış gibi…
Geldi geçti duymadık, bir kuş konup uçmuş gibi…

diyerek geçip giden yıllara hayıflanılan; hele de boşa geçirmişse hayıfların katlandığı bir dönemdir yaşlılık.

“Daha kaç yılı kaldı acaba ömrümüzün?” sorusuna âcizlik, güçsüzlük, kendi kendine yetmezlik eklenince; omuzlar daha bir çöker, bel biraz daha eğilir toprağa. Hastalıklar, ağrılar artınca; yürekleri, «elden ayaktan düşme» korkusu sarar. Hangi anne-baba bin bir özenle ve özveriyle yetiştirdiği Allâh’ın en büyük lutfu gördüğü çocuklarına yük olmak ister ki… Bu korkunun düşüncesi dahî kahreder insanı! Onun içindir ki;

“Allâh’ım! Beni elden ayaktan düşürme, evlâtlarıma yük etme…” duâsı eksik olmaz dudaklardan.

Kabullensek de kabullenmesek de yaşlılık, bir dünya gerçeğidir, tıpkı ecel gibi… Ecel? Cenâb-ı Hakk’ın yarattığı, eşref-i mahlûkat olarak yücelttiği her insanın tadacağı büyük gerçek; kaçınılması imkânsız son…

“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci‘ûn.” (el-Bakara, 156)

Günü, saati, dakikası dolunca dünyadan ukbâya yürüyecektir her insan. Önemli olan üç günlük fânî dünyayı, «ebedî âlemin tarlası» olarak değerlendirebilmek… Çocukluk, gençlik, olgunluk, yaşlılık diye dilimlendirerek isimlendirilen ömrün her döneminin hakkını vererek yaşamak… Hem dünyamızı hem de âhir hayatımızı iyiliklerle, güzelliklerle bezeyebilmek… Önemli olan yaratılış gayesine uygun bir hayat sürmek… Kur’an-ı Kerim’de Zâriyat Sûresi 56. âyetinde Cenâb-ı Hakk’ın;

“Ben cinleri ve insanları Bana ibâdet etsinler diye yarattım.” âyetine uygun yaşamak.

Ömrün son dönemeci olan ölüm, bitiş, tükeniş, yok oluş değildir elbette. Ebedî hayata, merhaba demektir. Hem ne demişti Peygamberimiz Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“İnsanoğlu öldüğü zaman, bütün amellerinin sevabı da sona erer. Ancak şu üç şey bundan müstesnâdır; sadaka-i câriye, istifade edilen ilim, kendisine duâ eden hayırlı evlât.” (Müslim, Vasiyyet, 14) Eğer biz gözlerimizi, dünyaya Peygamberimiz’in sıraladığı bu üç güzellikten birini yapmanın huzûru ile kapamışsak ne mutlu bize…